12 Mayıs Pazartesi günü AB Parlamento temsilcilerinin katılımıyla Budapeşte’de düzenlenen ‘Avrupa’nın Geleceği’ başlıklı konferansa katılmak Avrupa’nın halen yaşadığı siyasi sancıları siyasi temsilcilerden dinleyebilme imkânı sağladı. Dile getirilen konulardaki ortak örüntü, aslında Avrupa’nın ciddi bir kriz içerisinde olduğuna işaret ediyor.
Çoğu konuşmacı halklara daha yakın olunması gerektiği, süreçlerde halkın görüşünün daha fazla dikkate alınması gerektiğine sürekli vurguda bulunmaları bu bağlamda halkın siyasilere yönelik derin bir umutsuzluk içerisinde olduklarına işaret ediyor. Bir başka deyişle, Kıta Avrupası’nda halkların siyasilerin gerçek sorunlarına çözüm üretemedikleri kanısı yaygınlaşıyor ve bu temsiliyet sorunu giderek bir krize dönüşüyor. Konuşmalarda ülkelerde siyasi tercihlerin istikrarsızlığı ve uçlara savrulmasına gönderme yapılması, aslında halkın yaşadığı krizin sadece siyasi bir yansıması. Diğer taraftan ülkelerin kendi gerçeklikleri ve Brüksel merkezli bürokrasinin bu gerçeklikten kopukluğuna yapılan atıflar Birliğin siyasi işleyişi ile ilgili de huzursuzlukları gösteriyor.
Konuşmalar ilerledikçe dile getirilen ve siyasi olarak görünür olan bu krizin temelinde aslında başka derin bir kriz yattığı görülüyor: orta sınıfların çökmesi. Konuşmacıların vurguladıkları gibi ülkelerde gelir dağılımlarında ciddi eşitsizlikler söz konusu. Bir zamanlar ekonomik refahtan büyük pay alan geniş kitleler her geçen gün ekonomik olarak daha aşağı bir konuma düşüyor. Bu aşağı düşüşün sürekliliği toplumları geleceklerinden umutsuz bir hale sokarken siyasi olarak da bir uçtan diğerine savrulmalarına yol açıyor. Gençler gelecekleri ile ilgili kendilerini güvende hissetmiyorlar. Genç nüfus Avrupa içerisinde refahlarını artırmak için sürekli bir hareketlilik içerisinde iken bu hareketliliğin coğrafi alanı sürekli daralıyor. Kısaca orta sınıflar çöküyor.
Orta sınıfların çökmesi, bu sarmalı daha acımasız hale sokan dolaylı ve kalıcı bir başka etkiyi son zamanlarda daha görünür kıldı: Avrupa’da nüfus yaşlanıyor. Çoğu ülkede doğurganlık oranları nüfusların yenilenebilme eşiğinin çok altında. Nüfus yaşlanırken işgücü piyasasının ihtiyaç duyduğu insan kaynağı havuzu sürekli daralıyor. Dolayısıyla, zayıflayan ekonomik rekabet güçlerini sürdürmelerinde en önemli kaldıraç olan demografik destek AB için giderek ortadan kalkıyor. Ortada gerçekten çok ciddi bir sorun söz konusu ve cari siyaset göründüğü kadarıyla bu soruna kalıcı bir çözüm üretebilmekten oldukça uzak.
Özellikle demografik gerçekler göçü zorunlu kılarken göç politikaları orta sınıfların ekonomik olarak çökmesi ile çok daha tartışmalı ve politika olarak istismar edilebilir bir zemine kayıyor. Orta sınıfları çöken Kıta Avrupası’nda yabancı düşmanlığı giderek artıyor. Orta sınıflar ekonomik mevzi kaybettikçe bu düşmanlık özellikle uç siyasi görüşlere sahip partiler üzerinden sürekli tahrik ediliyor. Kıta Avrupası insani duygularla değil, tamamen pragmatik ve kendi çıkarları için bile göçten yararlanabilme imkanını giderek kaybediyor.
Elbette, burada Kıta Avrupası’nın en büyük avantaj olarak uzun dönem yararlandığı ahlaki üstünlüğünü kaybetmesine de özel bir yer ayırmak gerekiyor. Demokrasi ve insan haklarına yaptığı vurgular ve bu konulardaki üstünlük pozisyonlarını test etmek için dünya çok dramatik olaylara tanıklık etti. Acı bir şekilde Avrupa bu sınavlarda başarısız oldu. Dünyadaki zulümlere karşı tavrı her zaman pragmatik ve çıkarları doğrultusunda oldu. Sonuçta kendi değerlerine önce kendileri ihanet etti. Kendi göbeğinde yaşanan Bosna ve dört günde 4 bin Müslümanın katledildiği Srebrenica soykırımının acıları halen taze. Benzer durum, halen devam eden Gazze katliamlarında da yeniden görünür oldu. Kısaca, Kıta Avrupası’nın dünyaya demokrasi ve insan hakları ile ilgili söyleyebileceği ve tarihi deneyimin de destekleyebileceği tutarlı bir söz söyleme imkânı artık oldukça zayıflamış durumda.
Özetle, Kıta Avrupası temelli Batı Medeniyeti artık insanlığa bir çözüm sunamıyor. Avrupa’nın kültürel mirası siyasiler üzerinden gerçekleştirilen pratiklerde bir şeye tekabül etmiyor. Bırakın insanlığa kalıcı çözümler üretmeyi, kendi sorunlarına çözüm üretebilmeden de giderek uzaklaşıyorlar. Dolayısıyla, yaşananlar kalıcı çözümler üretilmediğinde ciddi toplumsal krizlere dönüşüyor. Aslında benzer sorunlar artık çoğu ülkede yaşanmaya başladı. Bir ülkede sorun tam olarak yaşanırken başka bir ülkede yeni yeni ortaya çıkıyor. Dolayısıyla, tüm dünyada yaşananları ve ana örüntüleri çok iyi tespit etmek, neden olan faktörlere ve bağlamlarına derinden bakabilmek ve uzun vadeli çözümler üretmeye şimdiden başlamak gerekiyor.