Prof. Dr. Mahmut Özer

Prof. Dr. Mahmut Özer

mahmutozer2002@yahoo.com

Tüm Yazıları

Henry Kissinger ‘Liderlik: Dünya Stratejisiyle İlgili Altı Ders’ kitabında geçiş dönemlerinde ortaya çıkan ve uluslarını belirsizliklerden ve karmaşadan dingin limanlara ulaştırma cesaret ve kararlılığını gösteren liderleri ele almakta ve ortak özelliklerine değinmektedir. Kissinger geçiş dönemlerinin sadece siyasi liderlerine odaklanmaktadır. Gerçekte geçiş dönemlerinin bir de önemli aydınları vardır. Bu aydınlar geçiş dönemlerinin belirsizliklerini ve karmaşasını netleştiren ve gerginliklerini azaltan, dolayısıyla hayatın akışını kolaylaştıran düşünce sistematiğini örenlerdir. Aslında bu fonksiyonlarıyla geçiş dönemlerinin aydınları, liderlere de kılavuzluk ederler.

Haberin Devamı

Gazâli böyle bir aydındır. Yaşadığı dönem belirsizliklerin, karmaşanın, siyasi çekişmelerin yaygın olduğu bir dönemdir. W. Montgomery Watt ‘Müslüman Aydın: Gazâli Hakkında Bir Araştırma’ kitabında Gazâli’nin bu katkılarını değerlendirir (Ankara Okulu, 2017). Gazâli ile ilgili yolculuğun sorusu ‘Bu kitap, birçok aydın tarafından duyulan ilgiden doğmuştur. Onlar aydınlar olarak, içinde yaşadıkları dünyanın buhranlı durumunda, onu tehdit eden yıkıcı unsurlardan korumak için özel bir katkı yapabilirler mi?’ ile başlar (sh.15) ve Gazâli’nin katkısı bu bağlamda incelenir.

Gazâli’nin yaşadığı dönemde Müslüman toplumlar felsefi düşünce hareketlerinin ve Bâtıni-İsmâili hareketlerin baskısı altında iken siyasi olarak da devlet yapısının istikrara kavuşamadığı bir dönemi yaşamaktadır. Dolayısıyla, Watt’ın çerçevesini çizdiği bu dönemde Müslüman bir aydın olarak Gazâli, bu gerilimleri azaltacak ve toplumda bütünleşmeye yol açacak bir düşünce sistematiğini kurmanın tüm acısını ve çilesini çeker: ‘…Aydın, bu değiştirme ve adaptasyonu ancak toplumuna ve toplumunun gerginliklerine bizzat iştirak ettiği ölçüde başarabilir. Bazen aydın, -filozofların ve Bâtınilerin görüşlerini tetkik etmeye ve samimi olarak onlardaki gerçeği değerlendirmek için çaba sarf etmeye başladığında, Gazâli’nin yaptığı gibi- kendisini kasten böyle bir bağlılık ve sıkıntının içine sokabilir…’(sh.18). 

Haberin Devamı

Gazâli’nin en büyük özelliği kendi döneminde Müslüman toplumun tüm gerginliklerini bireysel olarak üzerine alması ve çözüm üretmek için çırpınmasıydı: ‘…Gazâli, bu gerginliklerden kaçmaya teşebbüs etmedi. Bilakis, onu kendi içinde tüm derinliğiyle hissedinceye kadar, onun içine iyice girdi. Şüphecilik dönemi, içerisine girmek suretiyle dış gerginliği halletme sürecinin dâhili yönüdür. Bu ve benzeri gerginlikleri kendi içerisine isteyerek kabul etmek suretiyle Gazâli, sonraki bütün İslam tarihine etki eden gerginliklerle ilgili bir çözüm ortaya koymayı başarabildi.’ (sh.72)

Dönem fetihlerle coğrafyanın büyüdüğü ve farklı kültürlerle temas yüzeyinin arttığı bir dönemdir. Dolayısıyla, devlet ve toplum ilişkilerinin detaylarına kafa yorulduğu ve sosyolojik olarak da ortak bir Müslüman toplum inşasının başladığı bir dönemdir. Bu bağlamda toplumu etkileyen düşünce merkezleri olarak dört grup öne çıkar: Filozoflar, Bâtıniler veya İsmâililer, kelâmcılar ve sufiler. 1058’de doğan ve 1111’de 53 yaşında vefat eden Gazâli’nin bir aydın olarak tüm serüveni bu dört farklı düşünce merkezinin her birinin içerisine dalmak, anlamak, gerginlikleri çözmek ve Müslüman toplum için hayatı boyunca oluşturmaya çalıştığı düşünce sistematiğini bu gerginlikleri aşacak şekilde oluşturma ve genişletme etrafında geçmektedir. 

Haberin Devamı

Ünlü Selçuklu Veziri Nizâmü’l-Mülk Musul’dan Herat’a kadar geniş bir bölgede Nizamiye medreseleri kurdurmuş ve bu medreselerin Müslüman toplumun inşasında ana akımı oluşturması için hayatı boyunca büyük mücadeleler vermiştir. İşte Gazâli’nin de eğitim serüvenindeki ilk durağı 1077’de Nişabur’daki Nizamiye medresesi olur ve hocası dönemin ünlü kelâmcısı Cüveyni’dir (sh.35). Tus, Cürcan ve Nişabur’da tahsilini tamamlar: ‘Tus, Cürcan ve Nişabur’daki bu tahsil yıllarında, Gazâli standart yüksek İslam eğitimi müfredatını takip etti. Bu, fıkhi yönü ağır basan bir programdı. Temel eğitim, yorumlarıyla birlikte Kur’an ve Hadislerin öğretilmesiydi. Fıkıh, esasen Hadislerden çıkartılmıştı. Bunlardan başka, Arapça grameri, kabul görmüş fıkhi mezhepler arasındaki farklar ve Hadis râvileriyle ilgili biyografik bilgiler gibi yardımcı ilimler de vardı.’(sh.36). 1085’te hocasının ölümüne kadar 8 sene Nişabur’da kalan Gazâli, sonrasında Nizâmü’l-Mülk’ün karargâhına gider ve Vezir tarafından taltif görür(sh.37). Gazâli, 1091 yılında Bağdat Nizamiye medresesinde baş müderris olur ve 1095 yılına kadar bu görevi yürütür. 1095 yılından itibaren Şam, Kudüs, Mekke’de ve civarlarında görevlerinden azade bir şekilde en kritik eseri olan Dini İlimlerin İhyâsı’nı yazmaya odaklanır. 1099’da doğum yeri olan Tus’a döner (sh.162). 1106’da Nişabur medresesinde başmüderris olarak tekrar ders vermeye başlar. Bu dönem üç yıldan fazla sürer (sh.163). Sonra tekrar Tus’a döner. Bu dönemlerde yazmayı hiç kesmez. Vefatından iki haftadan daha az bir süre önce son kitabını tamamlar.

Müslüman toplumda geleneksel eğitim kurumları ya da Nizamiye medreseleri üzerinden fıkıh-İslam hukuku temelli eğitim sistemi yaygın iken ayrıca medreseler kadar kurumsallaşmamış olsa da canlı bir felsefe damarı devam etmekteydi (sh.48). Sultanların yaklaşımına göre filozofların görünürlüğü artıyor veya azalıyordu. Ancak fâkihler ve filozoflar arasında ciddi bir gerilim söz konusuydu (sh.53). Gerilim sadece düşünsel planda olmanın ötesinde yönetimdeki konumla da ilişkiliydi (sh.81).

Geçiş dönemi aydınlarının en önemli özelliklerinden bir tanesi cesaretleri kadar kendi kendilerini yetiştirmede gösterdikleri sabır ve kararlılıktır. Gazâli, geleneksel eğitiminde felsefenin bir yeri olmamasına rağmen bu dönemde filozoflarla bir temas kurmadan iki yıl sabırla felsefe metinlerini okur ve analiz eder. Daha sonra, felsefede hangi hususların kelâma dâhil edilebileceği ve hangilerinin de reddedileceğine kesin karar vermek için düşünmeye bir yıl daha ayırır (sh.73). Bir başka deyişle, Gazâli’nin Bağdat’ta Nizamiye medresesinde geçirdiği dört yılın büyük bir kısmı felsefe okuyarak ve yazarak geçer. Ve iki önemli ve tartışmalı eseri kaleme alır: Filozofların Maksatları ve Filozofların Tutarsızlığı. (sh.73). Gazâli’nin bu çalışmalarının odak noktasını ‘aklın kendi kendine yeterli olamayacağı’ ve ‘bizzat akla dayanarak mükemmel bir dünya görüşü meydana getirilemeyeceği’ oluşturur (sh.74). Yani, filozofların Müslüman toplum yaşamının vahye dayalı olması ve vahyin yorumlayıcıları olarak da fıkıh bilginlerine ihtiyaç bulunmasına karşı çıkışlarına güçlü bir bariyer oluşturur. Bir başka deyişle, Gazâli’ye göre Müslüman toplum için ilahi kaynağı olmayan ve sadece akla dayalı sağlıklı bir sistem inşa edilemez. Gazâli’nin felsefe ile ilgili değerlendirmeleri Müslüman toplum nazarında sadece filozofların konumlarını sarsmaz, ayrıca felsefe ile ilişki düzeyi yüksek olan İsmâililik’e karşı da önemli bir savunma hamlesi yapmış olur (sh.82).

Gazâli’nin her gerginliğe girişi ve Müslüman toplum için bir orta yol oluşturma gayreti sadece o alanla ilgili önemli bir savunma fırsatı oluşturmadı, ayrıca o girdiği ve anlamaya çalıştığı alandan aldığı kazanımları diğer alanlara taşıyarak o alanların genişlemesine de katkıda bulundu. Örneğin, ‘Gazâli’nin felsefeyle karşılaşmasındaki başarısı, sonraki bütün İslami düşünce seyri üzerinde bir iz bırakmıştır. O, kelâma felsefi bir temel kazandırdı ve aynı zamanda, onun gereğinden fazla zihnileştirilmesini de mümkün kıldı…’(sh.87).

Diğer taraftan, İslam kelâmına cüzi de olsa Yunan düşüncesinden kısmi bir sızıntı gerçekleşmiş olup Watt’a göre bu karışım Me’mun zamanındaki Mutezililer tarafından gerçekleştirilmişti (sh.69). İslam fıkhı Müslüman toplumun daha çok iç yaşayışıyla ilgili zemini belirlerken İslam kelâmı daha çok İslam inancına yönelik tehditlerle mücadele ederek Müslüman toplumun bütünlüğüne önemli katkı sağlamaktadır. Watt’ın ifadesiyle kelâmcının iki önemli görevi vardır: ‘…İlk olarak, toplumun hedeflerini ve bu hedeflerle birleştirilen (değerler dâhil) hakikatin mahiyeti ile ilgili görüşü açıkça izah etmek onun görevidir. İkinci olarak, o, gerginliklere yol açan, ya aslen mevcut olan veya yeni şartlardan dolayı ortaya çıkan ihtilafları yumuşatmak suretiyle, toplumun fikri yapısını sistemleştirmek zorundadır; yani toplumun fikri yapısını sistemleştirirken o, onu, topluma etki eden dış değişikliklere de adapte eder…’(sh.103).