Prof. Dr. Mahmut Özer

Prof. Dr. Mahmut Özer

mahmutozer2002@yahoo.com

Tüm Yazıları

‘Müslüman Bir Aydın Olarak Gazâli-I’ başlıklı bir önceki yazımızda W. Montgomery Watt’ın ‘Müslüman Aydın: Gazâli Hakkında Bir Araştırma’ (Ankara Okulu, 2017) kitabına dayalı olarak yaptığımız Gazâli değerlendirmesine bu yazıda devam ediyoruz.

Kelâm, Müslüman toplumun bağışıklık sistemi gibidir. Zayıf olduğunda hastalıklar toplumda yaygınlaşır. Bu nedenle, kelâmcılar ve felsefeciler arasındaki tartışma ve düşünce krizinin çözülmesi Müslüman toplumun varlığıyla doğrudan ilişkiliydi. Dolayısıyla, Gazâli’yi endişelendiren kelâmın felsefeye göre rasyonel zemininin zayıflığıdır (sh.71). Watt’a göre felsefedeki gelişmelerin bir kelâmcı tarafından kapsamlı değerlendirmesi Gazâli ile başlar: ‘…Me’mun devrinden beri felsefedeki gelişmelerin bir kelâmcı tarafından dikkate alınması, ancak Gazâli’yle başladı ve böylece, kelâmın, daha yüksek teknik bir düzeye çıkması mümkün oldu…’(sh.111). Özellikle, delillerin kıyas mantığına dayandırılması ve Yenieflatuncu bakış açısından kaynaklanan itirazlara önem verilmesi Gazâli’nin önemli katkıları arasındadır (sh.139).

Haberin Devamı

Bir başka deyişle, felsefe ve kelâm arasındaki gerginliğe bir çözüm üretilmiştir (sh.187). Böylece, Müslüman toplumun kelâmı dinamik kalmış ve devamlı olarak gelişmiştir (sh.141). Gazâli’nin başlattığı bu dönüşüm, İhsan Fazlıoğlu’nun işaret ettiği gibi çıkış noktası farklı olsa da zamanla felsefenin tartıştığı tüm konuların kelâm kapsamına girmesine yol açtı: ‘Gazâli öncesi kelâm ilminin konusu Tanrı iken Gazâli sonrasının ki hem mevcudu hem de ma’dumu içeren mâ’lumdur. Gazâli’nin ilm-i mantıkı meşşâi felsefenin bir dili olmaktan çıkarıp insan aklının genel kanunu haline getirmesi; akabinde ortaya çıkan gelişmeler; Fahruddin Razi başta olmak üzere Seyfeddin Amidi gibi pek çok düşünürün çalışmaları; Nasiruddin Tusi’nin sistem verici teşebbüsleri; Çemseddin Semerkandi, Necmeddin Kazvini, Siraceddin Urmevi gibi bilginlerin insan aklının külli dili olarak mantık çalışmaları ile bu çalışmalara, genel anlamda, son biçimini veren Kutbuddin Razi’nin eserleri kelâmı bir felsefe-bilim sistemi haline getirdi. Şemseddin Semerkandi’nin es-Sehai-fu’l-ilahiyye adlı eserinde de işaret ettiği gibi kelâm artık felsefenin uğraştığı bütün sorunları kendine konu kıldı; ancak ilkece çıkış noktası olarak ‘ala kanuni’l-İslamı yani en önemli niteliği muhtar bi-zatihi olan tek Tanrı aksiyomunu aldı.’ (İhsan Fazlıoğlu, Nazari Ufuk, Papersense Yayınları, 2017, sh.175).

Haberin Devamı

Selçuklu döneminde felsefenin dışında Müslüman topluma daha içten saldırı ve baskı, Müslümanların da hassas oldukları değerlerle etkileşim yüzeyi daha yüksek olan Bâtınilerden geliyordu. Masum imam ve karizmatik lider anlayışını odağına alan Bâtınilik, Müslüman toplumdaki fıkıh bilginlerini yerinden ediyor, dolayısıyla lider, fıkıh bilginleri ve halktan oluşan Ehl-i sünnetin karizmatik toplum yapısına açık bir tehdit oluşturuyordu. Çünkü, ‘…Sünni İslam’ın klasik şeklinde, hükümdar, fikri esas üzerinde asla kontrole sahip değildi; hatta o, tam anlamıyla kanun yapamazdı; zira mümkün bütün kanunlar, prensip itibariyle Kur’an ve Hadislerin içerisinde vardı ve aydınlar yani fukahâ bunların koruyucularıydı.’(sh.97). Masum imam gizli anlamlara sahip olunca zâhirin bilgisine sahip olan fıkıh bilginlerinin anlamı kalmıyordu: ‘…Otoriter öğretim doktrini, kendisinin tamamlayıcısı olarak “gizli anlam” (bâtın) kavramına sahipti. Buna göre, Kur’an’daki (ve Hadislerdeki ve dini müesseselerdeki) her şeyin, belli veya açık (zâhir) anlamına zorunlu bir benzeyiş taşımayan ve ancak imamdan öğrenilebilen bir gizli anlamı vardı…’(96).

Haberin Devamı

Gazâli önce Doğru Ölçüt (el-Kıstasü’l-Müstakim) adlı eseri ve sonra da Halife Mustazhiri’nin talebiyle Mustazhiri adlı eseri kaleme alarak Bâtinilerin düşüncelerine köklü eleştiriler getirir. Watt’ın kitap boyu sıklıkla ifade ettiği gibi bu tip eserler karşı tarafı sarsmanın ötesinde Müslüman toplumun şüphelerini ortadan kaldırma bağlamında kritik işlev görmektedir. Diğer taraftan, Gazâli’nin fıkıh temelli tasavvufi tecrübeyi yeni bir bilgi kaynağı olarak ortaya koyması da masum imamın tekelini ortadan kaldırdı: ‘İmâmiler, aslında, mistisizmin (Hallac’ın şahsındaki) bu Sünni şeklinin gelişmesinden ciddi olarak telaşa düşmüş olmalıdırlar; mistisizmin bu Sünni şeklinin, “Herhangi bir kimse kutsiyete yükselebilir ve tabiat üstü karizma elde edebilir” şeklindeki öğretisi, onların, “karizmanın, Hz. Ali soyunun özel bir imtiyazı olduğu’ şeklindeki doktrinlerinin kökünü kazıyordu…’(sh.120)

Fıkıh bilginleri Ehl-i sünnet toplumunun en önemli yapı taşlarından bir tanesidir. Ondaki bozulmalar, doğrudan toplumsal bozulmaları tetiklemektedir. Gazâli bu nedenle fıkıh bilginlerindeki dünyevi bozulmalara, makam ve mevki peşinde koşmalarına vs karşı eleştirilerini çok sert bir biçimde bu kesim üzerinde yoğunlaştırır (sh.125-129). Gazâli, nasıl felsefe ve gerginliğin ve sapmaların yaşandığı diğer alanlara girerek anlamaya ve orta yolu tahkim edecek şekilde bir çözüm yolu bulmaya çabalamışsa Nizamiye medresesi müderrisliği nedeniyle siyasetin nasıl bir şey olduğunu ve dolayısıyla fıkıh bilginlerinin mevcut yapıda nasıl deforme olduklarını yakinen deneyimlemişti. Bu nedenle fıkıh bilginlerine yönelik dili oldukça serttir: ‘Bu gibi durumlardaki kimselerin bütün meslek hayatları, dünyevi olan siyasi yarar-zarar hesaplarına dayalı olur. Onların böyle bir hayata dalmaları ve toplumun bu kesiminin değerlerini kabul etmeleri de zor olur. Dolayısıyla, Gazâli’nin fukahâyı tenkit etmesi, büyük ölçüde, bu tür bir kişisel hayat tecrübesine dayanmaktadır. Bunun gibi, onun idarecilerle hiçbir ilişkiye girmeme tavsiyesi, onun hükümet desteğiyle ilgili derin bir hayal kırıklığına uğramasından olsa gerektir.’(sh.132).

Müslüman toplumu kaygılandıran ve şüpheye düşüren tüm dışsal alanlarda mücadele verdikten sonra Müslüman topluma bir rehber niteliğinde olan ve oldukça sade bir dile sahip en büyük eserini, Dini İlimlerin İhyâsı’nı kaleme alır. Bu eseri ile artık Müslüman toplumundaki tüm bireyleri sorumluluklarını hatırlamaya ve toplumda bu bağlamda aktif olmaya çağırıyordu.

Diğer taraftan Gazâli, fıkıh temeli üzerine yeniden yapılandırdığı tasavvuf ile fıkıh bilginlerini tahkim etmeyi, sapmalarının önüne geçmeyi, dolayısıyla Müslüman toplumu güçlendirmeyi amaçlar. Zaten Müslüman toplumda fıkıh bilginlerinin tasavvufi eğilimlere sahip olmaları oldukça yaygındır: ‘…fukahânın şaşırtacak derecede büyük bir kısmının sufi olduğu söylenir. Diğer bir ifadeyle, mutasavvıflar ayrı bir fırka olmayıp bilakis kelâm ve fıkıh meseleleri hakkında toplumdaki tartışmalara katıldılar ve aralarında bu hususlarda oldukça farklı görüşlere sahip olan kişiler de vardı…’(sh.146). Böylece, İslami ilimler ve tasavvuf arasındaki gerginliği ortadan kaldırır (sh.189). Gazâli’nin tasavvufi tecrübenin yeni bilgilere (yakin) eriştirebileceği yaklaşımı ile bu eğilim çok daha güçlenmiş olur. Fıkıh bilginlerini de toplumda sadece bilgi konumunda asılı kalmamaya, tasavvufi tecrübe ile bu bilgiye dayalı yakine ulaşmaya çağırır. Diğer taraftan, ibadet kısmını ihmal eden sufi eğilimleri eleştirerek ve dışta tutarak ibadetsiz, dolayısıyla fıkıhsız bir tasavvufi anlayışın Müslüman toplumda hoş karşılanmamasını temin eder. Fıkıh temelli bir tasavvufu öne çıkartarak Müslüman toplumuyla bütünleşmesini sağlar (sh.190).

Özetle, fetihler ve coğrafi genişleme ile kültürler arası artan etkileşimler yeni düşüncelerle karşılaşmayı zorunlu kılar. Gazâli, bu karşılaşmalarda Müslüman toplumun gündemine taşınan yeni meydan okumalara karşı İslam düşüncesi sistematiğini yeniden inşa eden ve genişleten en önemli aydınların başında gelmektedir. Geçiş dönemi aydınlarının en önemli özelliği bir sistem kurma peşinde olmalarıdır. Bu nedenle eserlerindeki geçişkenlikler ve tekrarlar oldukça fazladır. Bu tip aydınları anlamak için tüm kitaplarının bu bağlamda değerlendirilmesi gerekir. Çalışmaları Müslüman toplumu (karizmatik toplum) güçlendirmeye ve daha dayanıklı kılmaya matuftur. Müslüman toplumun zihnindeki felsefecilerden Bâtinilere ve İsmâililere, kelâmcılardan sufilere kadar çok geniş bir cephede oluşan şüpheleri ve gerginlikleri teker teker ortadan kaldırarak sağlam bir fikri temel, düşünce sistematiği geliştirmiştir. Watt’ın ifadesiyle, ‘…Geçmişteki büyük medeniyetler, hemen hemen her zaman, nispeten yerleştirilmiş ve sağlamlaştırılmış fikri temelden gelen bir güvenliğe sahip olmuştu.’ (sh.113). Günümüze taşınan da bu düşünce sistematiğidir. Bu düşünce sistematiği ile Ehl-i sünnet toplumu tahkim edilmiştir.