■ Batı medyası, Türkiye ile ilgili bir kapak haberi hazırlayacağı zaman belli 2-3 ismin kapısını çalar. Bunlardan birisi Orhan Pamuk ise diğeri de Elif Şafak’tır. İlginç bir “tesadüf”, bu hafta Orhan Pamuk, The Guardian Weekly’e, Elif Şafak da, Financial Times gazetesine yazdı. “Türkiye’de olup biten sadece bizi ilgilendirir, Batı kendisine baksın” söylemini doğru bulmuyorum ama “Batı ne derse doğrudur” diyen yarım porsiyon aydıncıklara da aynı derecede uzağım diye başlamak en doğrusu olacak.
■ The Guardian Weekly’nin kapağında yer alan “Türkiye’de demokrasinin sonu mu?” sorusuyla başlayayım. Bu sorunun sorulma sebebi, seçimi kazanma ihtimali olduğu düşünülen muhalif bir siyasinin tutuklanması ve seçimlere girememe ihtimali mi? Fransa’da cumhurbaşkanı seçimini kazanacağına kesin gözüyle bakılan Marine Le Pen, 2027’de Cumhurbaşkanlığı Seçimi’ne katılamayacak. Romanya’da Rusya yanlısı aşırı sağcı Calin Georgescu’nun kazandığı ilk tur seçim iptal edildi, sonra da Georgescu’nun seçimlere katılma hakkı iptal edildi. The Guardian Weekly, “Türkiye’de demokrasinin sonu mu?” diye sorabilir ama Fransa ya da Romanya için soramaz. Batı medyasının çok donanımlı olduğunu ya da tüm ön yargılarından arındığını düşünüyorsanız, hata yapıyorsunuz demektir.
Bir yargı kararına karşı yüzbinlerin sokağa çıktığı Türkiye’de “Demokrasinin sonu mu?” diye sorup, Fransa ya da Romanya’daki kabullenişi “Demokrasi gereği” diye sunmak önce bu ülkede protesto hakkını kullanan insanlara haksızlık demektir.
■ Batı medyası “Otokrasi” lafını seviyor. Mesela Fransız Le Monde, İmamoğlu’yla ilgili gelişmeler için başyazısında “Otokrasi” kelimesini kullandı.
Aynı Le Monde, Marine Le Pen kararınaysa, yine başyazısında, “Hukukun üstünlüğü her şeyden önce hukukun uygulanmasından ibarettir; bu, siyasetçiler söz konusu olduğunda da geçerlidir” diye savundu. “Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu” deyimi için daha ideal bir örnek olabilir mi?
■ Herkesin gözünden kaçan bir nokta daha var. The Guardian Weekly’nin kapak haberinde imzası olan isim Ruth Michealson, İstanbul’da yaşıyor. Türkiye’de yeni sayılır; daha önce uzun yıllar Mısır’da yaşamıştı. Koronavirüs döneminde Mısır’daki hasta sayısının açıklanandan daha fazla olduğu yolundaki bir haberi nedeniyle Mısır’dan zorla yollanmıştı. Çok daha ağır eleştirilere rağmen Türkiye’de çalışabilen onlarca yabancı medya mensubu var. Ölen Türkiye demokrasisi bu mu? Mısır, Türkiye için örnek olmamalı elbette, Fransa Cumhurbaşkanı Macron’un eşinin cinsiyet değiştirme ameliyatı olduğunu iddia eden Fransız kadın gazeteci iki ay önce gördüğü baskı nedeniyle Rusya’ya sığınmak zorunda kaldı. Bu örnekleri her yerde farklı baskılar var diyerek olmaması gerekenleri normalleştirmek adına yazmadım. Dünyada güvenlikçi politikaların, demokrasinin önüne geçtiği bir zaman diliminde yaşıyoruz.
■ Küçük iki not daha eklemem lazım: Almanya’dan Türkiye’ye gelen yetkililerin en çok kullandığı tanımlamalardan birisi “Hukukun üstünlüğü ilkesidir.” Almanya’nın müstakbel Başbakanı Merz, ilk basın toplantısında hakkında uluslararası tutuklama emri olan İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’yu ülkesine davet etmenin bir yolunu bulacağını söylemişti. “Hani hukukun üstünlüğü” diye elbette soran olmadı. Eğer ABD Başkanı Trump, AB’yi savunma harcamalarında zorlamasa, gümrük tarifeleriyle oynamasaydı, başlattığı müslüman öğrenci avı, uymadığı mahkeme kararları AB’yi asla rahatsız etmezdi. Demokrasi, AB’nin hoşuna gitmeyen gelişmeler karşısında kullandığı bir kart haline geldi.
■ Demokrasi sadece sandıkların kurulması ve seçim yapılıyor olması değildir. Örgütlenme özgürlüğü başta olmak üzere çok sayıda özgürlük barındırır. Türkiye’de demokrasinin eksikleri yok mu, elbette var. Ancak Milliyet olarak dünyayı tüm dikkatimizle takip ediyor ve Batı’nın Türkiye’ye bakışındaki çelişkileri de görüyoruz.
■ Milliyet olarak en fazla dikkat ettiğimiz konulardan birisi, sayfalarımızı mahkeme salonuna çevirmemek. Yorum hürdür ama haber tarafsız olur. Ekrem İmamoğlu’yla ilgili devam eden yargı sürecinde sadece suçlamalara ya da sadece savunmaya yer vererek gazete yapmak okurumuza karşı görevimizi eksik yapmak olurdu; Milliyet olarak geçen 3 haftada bu hususa çok dikkat ettik. Önümüzdeki dönemde de okurumuza vaadimiz, sayfalarımızı mahkeme salonuna çevirmemek. Sadece Milliyet okuyarak, tüm gelişmelerden haberdar olmanız konusunda kararlıyız.
■ Dikkatimizi verdiğimiz bir diğer konu elbette Netanyahu ve suç ortaklarının Türkiye algısı. Yolsuzluk davaları nedeniyle hep ülkesini savaşta tutmak zorunda olan Netanyahu, bir başka çılgınlığa girişir, Suriye topraklarında Türkiye ile çatışmayı göze alır mı? Bu soruyu gündemde tutuyoruz, Netanyahu’nun bugün gerçekleştireceği Beyaz Saray ziyaretini de Türkiye gözüyle takip ediyoruz.
■ Gündem siyasi düşmanlıklarımız üzerine kurulsa da Filistin’de ölen çocukları, kadın cinayetlerini, Narin’i, Kıbrıs Rum Kesimi’nde hortlayan EOKA artıklarını, onların Atina’ya uzanan kollarını unutmuyoruz. Milliyet olarak işimiz okurumuzun gözü, kulağı olmak, gündem yoğunluğunun vicdan hafızamızı köreltmesine izin vermemek. Herkese iyi haftalar, iyi okumalar diliyorum...