Türkiye’de konusu sosyal medya olan ilk televizyon programını 2010 yılında Tıkırtı Gazetesi adıyla yapmıştım.
O zamanlar X’in adı Twitter’dı, Türkiye’deki üye sayısı da 30 bin civarındaydı.
Instagram yoktu, Facebook Türkiye’ye geleli sadece iki sene olmuş, Farmville oyununda çiftçilik tecrübemiz yeni başlamıştı.
Programa hazırlık devresinde o dönem dünyada sosyal medyaya dair yayınlanan ne varsa okumuş, izlemiştim.
Adını hatırlayamadığım Macar bir sosyolog, şöyle bir tanımlama yapmıştı:
“Her insanın içerisinde bir röntgenci bir de teşhirci taraf vardır. Sosyal medya dediğimiz şey, bu iki noktayı da beslediği için insanlığın kayıp halkası olabilir.”
Artık göz göze gelemeyen, günde 7-8 saati ekrana bakarak geçen insanlar olarak sosyal medya burnumuzdaki halka haline geldi.
*Türkiye günlerdir futbol dünyasının popüler isimlerinin müşteki olduğu ponzi sistemiyle buharlaşan milyonlarca doların hikâyesini konuşuyor. Rakamların büyük, mağdurların ünlü olması da konuya dair ilgiyi artırıyor. Milliyet olarak dava dosyasına dair sayfalarımızı hazırlarken hukuk önünde herkesin eşit olduğu gerçeğini unutmuyoruz. Dava dosyasındaki ifadelere baktığımızda birden fazla suç iddiasıyla karşılaşıyoruz. Sisteme dahil olup sonra parasını kurtarmak adına mafyavari yöntemlere başvurmakla suçlanan eski futbolcular başta olmak üzere dosyadaki tüm suç iddialarını takip ediyoruz. Ünlü, zengin ve hatta haklı olmak kimseye suç işleme hakkı vermez. Top yuvarlak ama bu konudaki yayın çizgimiz dümdüz. Sadece ana suç iddiasının değil, dosyadaki tüm suç iddialarının mutlaka soruşturulması gerektiğine inanıyor ve buna göre yayın yapıyoruz.
*Hukukla başlamıştık öyle devam edelim: Gazze’de 7 Ekim’den bu yana yaşananları da savaş hukuku üzerinden haberleştiriyoruz. İnsan, çocuk ve hasta haklarına
- Cumhurbaşkanı Erdoğan, Türkiye-Yunanistan İşbirliği Konseyi toplantısı için 7 Aralık’ta Atina’da olacak. Toplantı elbette Türk-Yunan sorunlarını çözmeyecek ama iki ülkenin sorun çözme iradesi ve farklılıkların krize dönüşmemesi adına oldukça önemli bir görüşme olacak.
- Cumhurbaşkanı’nın gezisi öncesinde dikkatimi çeken riski yazarak başlayayım: İstanbul’dan geçtiği haberleri zaman zaman eleştirdiğim Yunanlı bir muhabir son 24 saattir yine ilginç işler yapıyor. “Erdoğan, Atina’da kalmayacak” diye yaptığı haberi ele alalım mesela. Erdoğan, Berlin, Riyad, Budapeşte ve daha birçok yere günübirlik gezi yaptı. Erdoğan’ın, Atina’da geçireceği süre değil, o süre zarfında neler söylediğine odaklanmak gerekir ama daha gezi başlamadan ortamı zehirlememek lazım.
- Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ve Türk heyetinin Atina programı belli. 7 Aralık sabahı önce Türk ve Yunan Dışişleri Bakanları buluşacak. Ardından Erdoğan ve Miçotakis görüşmesi olacak. Görüşmeye
■ İkisi de küresel iklim değişikliğine inanmıyor...
■ İkisi de seçildikleri ülkeye sonradan gelmiş ailelerin çocukları. Biri Doğu Hint adaları, diğeri İtalya kökenli aileden geliyor.
■ İkisi de ağır Katolik eğitimi almış, ikisi de bugünün en koyu İsrail hayranı.
■ İkisi de bir ideolojinin savunucusu değil, karşıtlıklar ve tepkiler üzerinden siyaset yapıyorlar. Biri emekliler haftada bir gün et yerken göçmenler rahat yaşıyor diye siyaset yapıyor, diğeri anarko-kapitalist olduğunu söylüyor.
■ Biri ülkesindeki camileri, diğeri eğitim ve sağlık bakanlıklarını kapatma vaatleriyle seçime girdi.
■ İkisi de garip bir gençlik dönemi yaşamış. Biri İsrail’de Moşav adı verilen bir çiftlikte 2 yıl yaşamış, diğeri babası tarafından fiziksel ve psikolojik şiddete uğramış.
■ Birinin hayattaki en büyük idolü İsrail kasabı Ariel Şaron, diğeri Arjantinli Papa’yı fazla solcu buluyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Cuma akşam saatlerinde Almanya Başbakanlık binasındaki ortak basın toplantısındaki konuşmasını, o konuşmanın Alman ve Avrupa medyasındaki etkilerini yazdık.
Eksik bıraktığımız nokta, Erdoğan’ın eleştirilerinin hedefindeki Almanya Başbakanı Scholz’un görüşmeden sonra söyledikleri oldu.
Almanya Başbakanı basın toplantısından bir gün sonra Brandenburg Eyaleti’ne gitti, orada gazetecilerin sorularını yanıtladı.
Erdoğan’dan önce İsrail’i hiç eleştirmeyen Almanya Başbakanı, Erdoğan’ın gezisinin ertesi günü İsrail’i eleştirdi.
Gazze topuna giremedi ama Batı Şeria’daki Yahudi “yerleşimci” denilen işgalcilerin Filistinlilere şiddet uyguladığını görmek istemediklerini, İsrailli siyasetçilerin iki devletli çözümden uzaklaşmaları halinde Almanya’nın desteğini kaybedeceklerini söyledi.
Sadece bunlarla da sınırlı kalmadı Almanya Başbakanı, Filistinlilere de yardım ediyoruz dedi, sadece İsrail’i destekleyen bir ülke değiliz dedi, Almanya Filistin’e en fazla yardım sağlayan ikinci ülke konumunda dedi.
Bu ü&
* Elimde kapı gibi belgem var, belgenin üzerinde de “Yedi denizin bütün iyi denizcileri tarafından bilinsin ki” diye başlayan cümle benim fahri denizaltıcı olduğumu belgeliyor. Denizaltı ile seyir ve dalış yapan sivillere verilen bir belge bu. O belgeyi AKYA ağır torpido test atışı için TGC Preveze ile daldığımız gün almaya hak kazanmıştım. Deniz Harp Okulu’nun kuruluşunun 250. Yıl törenlerine davet gelince de görev bilinciyle Heybeliada’nın yolunu tuttum.
* Önce Bostancı İskelesi’nden başlamam lazım. Yıllar sonra buluşan mezunların heyecanını, hasret giderişini izlemek garip bir duygu. Hani ortaokul ve lise arkadaşlarımızla buluştuğumuzda hepimiz biraz eski halimize döneriz ya, askeri eğitim almış olsalar da bu durum denizciler için de geçerli. Fakat Kınalıada önlerine vardığımız an vapurun içerisindeki hava birden değişti. Eski mezunları selamlamaya gelen helikopterler, hücumbotları izleyen o eski mezunlar birden yeniden asker hallerine döndüler. “Aslanlarım benim” diye bağıranlar mı, çakı gibi selam duranlar mı, hepsi görev
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın toplam 10 saati bulmayan Berlin çalışma ziyaretinin Almanya Hükümeti’ne iki türlü maliyeti oldu.
Önemsiz maliyetle başlayalım, Almanlar, ziyarete güvenlik açısından çok iyi hazırlanmışlar. Ev sahipliği yaptıkları terör grupları PKK ve FETÖ’yü güvenlik çemberinin dışında tutup, Türk heyeti ve Berlin’deki Büyükelçiliğe gelen Türk vatandaşlarına Almanlardan beklenmeyecek kolaylıkları sağladılar. Bu para ve zaman açısından hesaplanacak maliyet.
Hesaplanması zor olan kısım Erdoğan’ın gezisinin Alman Hükümeti’ne siyasi maliyeti. Alman Hükümeti’nin bizim İletişim Başkanlığı’na benzer olan bir yapılanması, o yapılanmanın başında da boyu 2 metre civarında olan bir beyefendi var. Beyefendi dediğime bakmayın, yüzünde alaycı bir gülümsemeyle ortalıkta dolaşan, bakışlarından biz Türklerden hiç de hoşlanmadığı belli olan birisiydi. Basın toplantısının sonlarına doğru, o arkadaşı suratındaki alaycı gülümseme gitmiş, o güldükçe daha alaycı
Katar’da Dünya Kupası yapılırken LGBT propagandası anlamına gelen “One Love Pazu Bandı” takmak ifade özgürlüğü simgesi.
Tıpkı, Rusya’nın Ukrayna’yı işgali sırasında Ukrayna bayrağı renklerinden oluşan pazu bandı takmak da öyle.
Fakat iş Gazze’yi desteklemeye gelince futbol hemen dur diyor.
Belçika Ligi takımlarından Gent’in iki oyuncusu Tarık Tissoudali ve İsmail Kandouss, Anderlecht maçına Filistin bayraklı kol bandıyla çıktılar.
Ancak maçın hakemi, Filstin bayrağını siyasi sembol saydı ve oyunculardan kol bantlarını çıkarmalarını istedi.
Böyle çifte standart olur mu?
İfade özgürlüğü ya vardır ya da yoktur.
İfadeye göre tutum takınarak özgürlük savunulmaz.