Mustafa Kemal, 1913 yılında askeri ataşe olarak atandığı Sofya’da Büyük Bulgar Oteli’nin bahçesinde arkadaşı Şakir Zümre ile birlikte kahvesini içmektedir. O sırada otelin bahçesine üzerinde tozlu elbiseleriyle bir köylü girer. Masalardan birine oturur. Garsonlar köylüyü masadan kaldırıp dışarı çıkarmak isterler. Köylü direnir. Biraz zorlanınca:
“Bulgaristan benim alnımın teriyle doyuyor, onu koruyan benim tüfeğim, neden dışarı çıkacakmışım!” diye bağırır.
Mustafa Kemal bu olaydan ve sözlerden çok etkilenir:
“Şakir, bizim köylümüzün de bu adamlar gibi kendinden emin olması, hakkına sahip çıkması gerekir” diye konuşur.
Sonraları Atatürk’ün ağzından duyulan: “Köylü milletin efendisidir” sözü bir seçim vaadi değil bir temel siyasettir.
Bugün 83. kuruluş yılını andığımız Köy Enstitüleri köyün ve köylünün aydınlatılması için kuruldu. Kuruluş çalışmaları 1935’te başlatıldı. Yasası 1940 yılında çıkarıldı.
Bergama Zeus Sunağı’nın Türkiye’ye iade edilmesi konusu yine gündemde.
Muhteşem tarihi eser, halen Berlin’de Pergamon Müzesi’nde Osmanlı döneminde götürülen kimi diğer eserlerle birlikte sergileniyor.
Almanya, sömürge döneminde bugünkü Nijerya’dan götürülen tarihi Benin bronz heykellerini iade edince sunağın da Türkiye’ye iadesi yönünde düşünceler ortaya atıldı. Frankfurter Allgemeine gazetesi bu öneriyi destekleyen bir makale yayımladı. Tabii karşı tepkiler de gecikmedi. Almanya eserin ülkeden çıkışına ilişkin olarak Osmanlı ve Alman imparatorlukları arasında 1878’de yapıldığı iddia edilen bir anlaşmayı öne sürüyor.
Anlaşma, Osmanlı İmparatorluğu’nun 1874’te kabul ettiği Asarı Atika Nizamnamesi’ne dayanıyor ve kazıda bulunan eserlerin üçte birinin kazı çalışmasını yapan ülkeye, üçte birinin devlete ve üçte birinin arazi sahibine verilmesini öngörüyor.
Bergama sunağı elbet bu topraklarda kendini bulur. Ancak iade edilmeli mi?
Galiba
Milletvekili aday listeleri tamamlandı.
Parti liderleri çevrelerine danışmakla birlikte masa başında kendi beğenilerine göre listeler yaptılar.
Bu listeleri yetkili kurullara onaylattılar.
Yüksek Seçim Kurulu’na gönderdiler.
Listeler seçimde milletin önüne konacak.
Millet liderin vekilini kendi vekili olarak seçecek!
Ön seçim olmayınca manzara bu oluyor.
Milletin vekilini millet değil liderler seçiyor.
Olağandır... Her dönemde listeler açıklandığında memnunlardan çok kırgınlar ortaya çıkar, birinin beğendiğini öteki beğenmez, listeler üzerinde tepinmeye dönüşen bir tartışma uzar gider. Ne var ki Gastalt kuramı burada da işler. İnsanlar bir süre sonra isimleri tartışmayı bırakır, bütüne bakmaya başlar. İsimler önemini kaybeder, konunun bütünü önem kazanır. Yine muhtemelen böyle olacaktır.
CHP’liler açısından şaşırtıcı olan, 4 minik partiye bol kepçe verilen sandalyeler kuşkusuz. CHP’nin 600 kişilik listesinde (peşin verilen bir cumhurbaşkanı yardımcılığı ve bir bakanlığa ek olarak) 4 küçük partiden 71 aday var. Bu adaylardan 45’nin (SP 14, DEVA 17, Gelecek 11, DP 3) seçilecek yerlerde olduğu belirtiliyor. Eğer Millet İttifakı 300 milletvekili çıkartırsa yüzde 15’ini şu anda anketlerde oy ağırlıkları yüzde 5 bile tutmayan küçük partiler oluşturacak. Bu partilerin, yani DEVA, Gelecek, Saadet ve DP’nin milletvekilleri seçildikten sonra kendi partilerine gidecekler. CHP
150 milletvekili
Şehir Tiyatrosu Ümraniye Sahnesi 12 Nisan’dan itibaren Shakespeare’in ünlü eseri Hamlet’i oynamaya başlıyor. Bize not geçen okurumuz:
- Bilet almak için internete girdim, nisan ayındaki tüm oyunlar için bilet tükenmiş, tiyatromuz adına sevindim, diyor.
Son yıllarda tiyatroya ilginin azaldığı söylenirken İstanbul’un çevre ilçelerinden birinde tiyatroya ve Hamlet’e bu ilgi gerçekten sevindirici.
Hamlet deyince. Tiyatro tarihimizde yeri vardır.
Rahmetli Aydın Boysan anlatır:
“Bizim Narlıkapı Tiyatrosu’nda Ermeni tiyatroları Shakespeare oynuyorlardı. Kumkapı, Samatya Ermenilerin çok yaşadığı yerlerdi. Bir gün bir Ermeni Tiyatrosu Shakespeare oynadı, o onu öldürdü, bu bunu öldürdü, kızla oğlan kaldı, ama oyun bitmesi gerekirken bitemedi. Neden bitemedi? Çünkü lüks lambası söndü. Elektrik yoktu. Sahne lüks lambasıyla aydınlatılıyordu. Karanlıkta oyun bitemeyince, çare aradı rejisör, bir mum yaktı, sahneye çıktı, sahnede ölenlerden birine
Tarih 5 Nisan 1946. İstanbul tarihi günlerinden birini yaşıyor. Çünkü o gün ünlü Missouri kruvazörü İstanbul’a geliyor. ABD o zaman dünyada zenginliğin, barışın, yardımseverliğin en büyük sembolüdür. Türk halkı ise “Sovyetler Birliği Boğazlardan üs ve toprak istiyor” haberleri arasında endişeli günler geçirmektedir.
Missouri adeta bir kurtarıcıdır. Cami minarelerinden pavyon kapılarına kadar her yere ‘Welcome Missouri’ diye mahya asılmış, esnaf Amerikalı konuklardan para almaması için uyarılmış, polislere İngilizce dersi verilmiş, Missouri için PTT tarafından hatıra pulları hazırlanmış, İnhisarlar İdaresi de Missouri adıyla sigaralar hazırlamıştır. Fakir semtlerin elektriği kısılmış, Taksim Meydanı gibi alanların aydınlığı çoğaltılmıştır. Amerikalı subay ve erler bütün nakil vasıtalarında parasız seyahat edebileceklerdir.
Missouri İstanbul’da 4 gün kalacak, dağıtılacak kartlarla halk günde 2 saat bu dost gemiyi ziyaret edebilecektir. Bir gazete yazarı gemiyi ziyarete gidenlerin Amerikan bayrağını selamlamaları
Adam 200 gramlık cihaz yapmış. Cebimize koymuş.
Hem radyo, hem televizyon, hem takvim, hem saat, hem telefon, hem müzik kutusu, hem pusula, hem fotoğraf makinesi, hem film oynatıcısı, hem navigasyon aleti, vb.
Hangi gün, saat kaçta yağmur yağacak, sıcaklık kaç derece olacak, rüzgârlar hangi yönden esecek, ülke ülke, şehir şehir, ilçe ilçe bildiriyor.
Sokağa çıktın diyelim, adımlarını sayıyor. Geçen hafta şu kadar adım attın, bu hafta bu kadar, geçen ay şu kadar, hepsini söylüyor. İyi duyuyor musun, diye kulak muayenesi bile yapıyor.
Borsa’yı dövizi, altını, gümüşü saniye saniye bildiriyor.
Bankaya uğramadan para trafiğini yönetiyorsun.
Binlerce sayfalık ansiklopediyi karıştırma zahmetine girmeden istediğin bilgiyi sana bir saniyede çıkarıp veriyor.
Hepimizin cebinde birer tane var.
Kalabalık bir semtte aile hekimi olarak çalışan doktor yakınımızla sohbet ediyoruz. Öyle şeyler anlatıyor ki…
Doktor olmadığımız için bir kez daha şükrediyoruz.
Aile hekimlerine seçim öncesi alelacele verilen görev var.
Denildi ki: “Yatalak hastalar için sandığa gidemez diye imza vereceksiniz, süreli yatalak mı, süresiz yatalak mı, onu da belirteceksiniz.”
Doktor yakınımız diyor ki:
- Benim 4 bin hastam içinde 80 yaşını aşmış 500 dolayında kişi var. Bir kısmı yatalak. Benim onlar için rapor verebilmem için hepsini tek tek ziyaret hatta muayene etmem gerekir. Ben hem günlük hasta kabullerini yapıp hem de ev ev dolaşıp yatalak hastaları nasıl görebilirim?
- Bunda amaç neymiş?
- Tam bilmiyorum ama duyduğum kadarıyla sandık evlerine gidecekmiş.