Şair Nâzım Hikmet Kadıköylüdür. Moda tarafında oturur. Nâzım, 1931 yılında Yeni Gün gazetesinde şunları yazıyor...
“Efendim bizim Kadıköy’ün taksi otomobilleri vardır. Bilhassa iskele civarında dizi dizi dizilirler. Fakat bu dizi dizi dizilmiş taksi otomobillerinden yakınca mesafeler için istifade etmek, bilfiil, mümkün olmuyor efendim. Zira şoför efendiler arabaya binmeden evvel sizden gideceğniz yeri soruyorlar. Eğer yakınca bir yere gidecekseniz sizi o canım süslü arabalarına kabul etmiyorlar. Elli kuruş için nöbetimizi kaybetmeyiz diyorlar. Ne yapalım şoför vatandaşların hakkı var.
Ve ister istemez iskelenin diğer tarafında uzun uzun dizilen tek atlı çekçek arabalarına veya çift beygirli faytonlara müdacaat icap ediyor.
...Fakat efendim motorlu arabaların yani otomobillerin taksimetreleri olduğu halde beygirli arabaların yani çekçek ve faytonların taksimetreleri yoktur. Bu nakil vasıtalarında iş pazarlık kuvvetine dayanır.
Şimdi efendim belediye bir himmet etse de beygirli arabalara arabacılara gayet ucuza mal etmek şartıyla birer taksimetre taksa. Ne iyi olur değil mi efendim.
Bendeniz pazarlıktan bıkmış bir vatandaşım da...”
Koca şair, bunları 85 yıl önce yazıyor. Ama
Güneydoğu’da terör çoktan savaşa dönüştü. Her sabah yeni bir “acı haber”le uyanıyoruz. Çatışmasız, şehitsiz, tuzaksız, patlamasız gün geçmiyor.
Bu kanama nasıl duracak?
İlçeleri temizlemekle sonuç alınmıyor... Kaldı ki o da belalı iş... Nusaybin’de operasyonlar iki aydır sürüyor, şehit sayısı 58 oldu...
Arada bir Hava Kuvvetleri’nin Kuzey Irak’taki hedefleri bombaladığı haberleri geliyor. Ancak bugüne dek örgütün beyin kadrosuna bir zarar verildiğine tanık olmadık. Oysa sonuç almak için ilk ve gerekli şart PKK’nın beyin kadrosunu tasfiye etmek. Bunun için ne yapmalı?
Irak devleti PKK örgütünün yönetici kadrosunun varlığına, kamplarına, cephaneliklerine, eğitim alanlarına engel olmuyor. Oysa Irak Anayasası’nın 7. maddesi bakın ne diyor:
“Devlet terörizmin bütün şekilleriyle mücadele edecek ve topraklarının terör eylemleri için bir üs, bir geçiş yolu veya eylem alanı olmasını önlemek için çalışacaktır.”
BM Güvenlik Konseyi’nin 1373 sayılı kararında ise:
Türkiye başkanlık sisteminin yanlışlıklarını sayıp dökerken...
İktidar partisi rotayı daha basit ama daha sakıncalı bir sisteme kırdı...
“Partili cumhurbaşkanı”
Başkanlık sisteminde Anayasa’yı ve kurumları baştan aşağı değiştirmek gerekecekti.
Sistem az da olsa kuvvetler ayrılığı getirecek, Başkan’a sorumluluk yükleyecekti.
Partili cumhurbaşkanı sistemi ise cumhurbaşkanının sorumluluğunu ortadan kaldırıyor.
Üstelik Anayasa’da tek maddeyi değiştirerek yürürlüğe girebiliyor.
Muhalifler, sağduyulu demokratlar, yurtsever aydınlar sessiz sedasız bir zafer kazandılar... AKP’ye yeni anayasa ve başkanlık konusunda havlu attırdılar.
Aylardır ne diyorduk; Bu Meclis yeni anayasaya yapamaz... Başkanlık sistemi Türkiye’de uygulanamaz...
AKP yaptırdığı anketlerde yeni anayasa ve başkanlığın ne Meclis ne referandumdan geçemeyeceğini gördü. B Planını uygulamaya koydu.
Nedir o? Partili Cumhurbaşkanı...
AKP Grup Başkanvekili Nurettin Canikli “Partili Cumhurbaşkanı” için üç dört maddelik bir anayasa değişikliğini Haziran ayında Meclis’e getireceklerini söylüyor. Sonrası mı? CHP Anayasa Komisyonu üyesi Namık Havutça’nın yorumu:
- Görünen o ki AKP, nihai hedefleri olan başkanlık sistemini gerçekleştirmede 1. aşama olarak ‘Partili Cumhurbaşkanı’nı hayata geçirmek istiyor. Tayyip Bey acilen meclis grubunun iplerine eline almak istiyor. Çünkü genel başkanlık bir başkasında olduğunda milletvekillerini kontrol edemediğini Davutoğlu olayı ile net şekilde gördü. 1. aşama ‘Partili cumhurbaşkanlığı’ ile gerçekleştirilince ilk fırsatta ikinci aşama olan ‘başkanlığa’ geçmeyi planlıyorlar.”
Demokrat aydınlar ve muhalefet şimdi ikinci etap mücadeleye başlıyor. Bu da “Partili
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın dış dünya ile ilişkilerde sert hatta kavgacı bir üslubu var. Bir televizyon programında kulağımıza şu soru çalınıyor:
- Batı ile kavga ederek nereye kadar ilerleyebiliriz. Batı böyle bir lidere ne kadar tahammül edebilir?
Batı Erdoğan’ın sert üslubu yanında demokrasi uygulamalarına, tek adam eğilimine, özgürlükleri kısıtlamasına vs. de tepkili görünüyor.
Ve sanki Erdoğan’sız bir rejim ister görünüyor.
Tablo gerçekten bu mudur? Batı gerçekten Erdoğan’dan kurtulmak mı istiyor? Yüzeyde görünen budur da... Ana meselelerde ne olup bitiyor? Ona bakalım...
Batı’nın Türkiye üzerindeki planları yürüyor mu, yürümüyor mu?
Türkiye Kürt meselesinde, Kıbrıs konusunda, Yunanistan’la ilişkilerde, Ortadoğu’da ABD ve Batı’yı memnun eden bir politika izliyor mu? İncirlik üssünü açmakta cömert davrandı mı? Suudi Arabistan ve Katar’la ortak askeri yapılanmada ABD’nin planlarını uyguluyor mu?
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu konuşuyor:
“TBMM’de bir tiyatro oynanıyor, dokunulmazlık tiyatrosu. Emin olun hayatımda bu kadar saçma bir şey görmedim. Meclis çoğunluğu AKP’nin elinde, istediği zaman istediği kişinin dokunulmazlığını iki saat içinde kaldırır. Vatandaşlarıma sesleniyorum, bu dokunulmazlık tiyatrosuna inanmayın, milleti kandırmak istiyorlar.”
Bu konuşmayı hayretler içinde dinleyenlerin aklına gelen ilk soru:
- Eğer bu milleti kandırmak için düzenlenen bir tiyatro ise neden daha ilk günden olumlu oy vereceğinizi açıkladınız...
CHP Genel Başkanı belli ki tutarlı düşünme zorluğu içinde...
Türkiye’nin şu gün çok kritik sorunları var. En önemlisi Anayasa’nın askıya alınmış olması. Anayasa’ya bağlı ve tarafsız kalacağına yemin etmiş olan Cumhurbaşkanı, istifa ederek ayrıldığı partiyi dışardan yönetiyor, partinin liderini ve başbakanı azlediyor, yenisini atamanın çalışmalarını yapıyor. Neticede... Anayasa değişmeden başkanlık sistemi yürürlüğe konmuştur. Türkiye’nin en ciddi meselesi budur. Yarın külliye tarafından mesela CHP’nin lağvedildiği açıklansa Genel Başkan Kemal Bey ne diyecek? Kendisi Anayasa’ya aykırı dokunma yasasına oy vermiyor mu? Üstelik bugüne
Bir makam, bir koltuk boşaldığında adaylar oraya kendileri gelebilmek için ne yaparlar? Direkt ya da dolaylı kişisel reklamlarını, propagandalarını yaparak, değil mi? Ben o işi şöyle güzel yaparım, o koltuğu böyle güzel temsil ederim, eğitimim şöylesine yüksektir, yeteneklerim böylesine büyüktür türünden konuşurlar...
Tayyip Erdoğan da 20 ay önce Davutoğlu’nu atarken yeni yönetim anlayışını “Güçlü cumhurbaşkanlığı, güçlü başbakanlık” olarak özetlemişti. Önceki gün Tayyip Erdoğan’a çok yakın bir milletvekili bu formülün bittiğini, yeni yönetim anlayışının “Güçlü cumhurbaşkanı, düşük profilli başbakan” olduğunu söyledi.
Bu durumda gönüllerinde “Başbakanlık” yatanlar Cumhurbaşkanı’na kendilerini nasıl ve hangi yöntemlerle beğendirmeye çalışacaklar, sanırız az çok belli olmuştur.
Örneğin biri “Efendim” diyecektir, “En iyi düşük profilli başbakanınız ben olurum, benden daha düşüğünü bulamazsınız...”
Bir başkası, “Efendim, o düşüğüm dese de aslında pek düşük değildir, benim yanımda Eyfel Kulesi gibi kalır”... Öteki, “Bende profil yoktur, varlığımla yokluğumu ayırt edemezsiniz”... Berikisi, “Düşük profil ne ki, siz emredin ben çukur profilli Başbakanınız bile olurum” diyerek
Düne kadar haber kanalları bültenleriyle ekranlarını iki kişiye tahsis etmişlerdi adeta; Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ve Başbakan Ahmet Davutoğlu.
Dünden itibaren yeni bir dönem başlamış görünüyor. Ahmet Davutoğlu’nun olmadığı, “yok hükmünde” sayıldığı bir dönem. İlk uygulamasına Konya gezisinde tanık olduk. Daha düne kadar ekranlarını Cumhurbaşkanı’ndan sonra en cömertçe ona açan yandaşıyla, merkeziyle haber kanalları koskoca Başbakan’ı bir anda yok saydılar. Sanki hastalanmış da bütün gün evinden dışarı adım atmamıştı! Ha, çok da haksızlık etmeyelim, ayıp olmasın diye birkaç satırlık haber ve birkaç saniyelik görüntü esirgenmemişti tabii ki. Olayın daha ilginci Başbakan’ın bütün gezilerini takip edip yayınlayan AKP’nin yayıncı kuruluşunun bile Konya gezisine ilgi göstermemesi, yok saymasıydı.
Hepsi bu kadar da değildi. Anlaşıldığı kadarıyla “görünmez el” tıpkı Konya ziyaretinde olduğu gibi bir başka konuda da devreye girmiş... Davutoğlu’nun “ortalıkta görünse bile gösterilmemesi” kararı çerçevesinde AKP’nin her salı günü yaptığı Meclis grup toplantılarını 22 Mayıs’taki olağanüstü kongreye kadar iptal ettirmiş... Başbakan’ın “görünüp konuşacağı” bir platform daha bu şekilde