İnsan embriyosu tam olarak hangi noktada insana dönüşür? Bu sorunun yanıtını aramak gibi biraz romanın başladığı yeri aramak. Çok az roman ilk kelimelerle birlikte başlar. Yazarların romanlarına yaklaşımı farklıdır. Kimi yazar ne yazacağını sadece kafasında kurar. Yazmaya başladığı anda zihnindekiler bir bir o önceden belirlenen düzen içinde dökülür. Kimisi aylarca, haftalarca planlar üzerinde çalışır. Kurguyu kâğıda döker, karakterlerin eksiksiz birer özgeçmişini oluşturur, romandan önce kocaman bir defteri bu notlarla ve krokilerle doldurur.
Her yazarın kendine has çalışma biçimleri vardır. Henry James, “Poynton’daki Ganimetler”i yazmadan en az roman kadar detaylı ve uzun bir taslak hazırlamıştır. Muriel Spark her şeyi kafasında olgunlaştırır, çarpıcı bir açılış cümlesi bulmadan tek satır yazmaz, bu cümlenin ardından başlayıp bir çırpıda bitirmeyi sever. Ama okur için roman her zaman o çarpıcı ve sihirli açılış cümlesiyle başlar. Bu cümle her zaman romanın ilk cümlesi olmak zorunda değildir. Romanın başlarında bir yerde sihirli bir eşiği atlamamıza yardım eden bir cümledir bu. Bazen yakamızdan tutup içine çeker bizi, bazen farkında olmadan kendimizi başka bir dünyanın ortasında buluruz.
Romanın açılış kısmı ne zaman biter? Bu da yanıtlaması zor bir soru. İlk paragraf mı? İlk birkaç sayfa mı? İlk bölüm mü? Böyle sayısal çözümler aramak yerine aslında başka bir şeye dikkat etmek lazım. Kimilerinin de zaten kabul ettiği gibi (ben de katılıyorum), romanlar gerçek dünyanın bitip, yazarın dünyasının başladığı o sihirli yerde başlıyor. O ince, bazen keskin, bazen flu sınırda. Gerçek dünyadan kurgu dünyaya adım atılan o eşikte.
Bu eşiği bulmak kolay iş değil. Tanımadığımız bir yazarın diline, dünyasına alışmak zaman alabilir. Onun dünyasının nerede başladığını anlamak için onu tanımak lazım. Zaten ilk kez okuduğumuz yazarların kitaplarını ağırdan almamızın, çoğunlukla ilk sayfalarda bir anlamda zorlanmamızın nedeni bu. O dünyayı tanımadan içine girmek zor. Roman nerede başlıyor? O eşik nerede?
Çoğu zaman hikâyenin içine girmek, karakterle arasındaki ilişkileri anlamak ve benimsemekten geçiyor. Bunu yapamayınca sayfalar ilerlese de hep eşiğin dışında kalıyoruz. Bir anlamda eşiği kaçırıyoruz.
Girişler zor. Okur için yorucu ve zorlu. Bütün mesele okurun elindeki romanın bu çabaya değeceğine ikna olmasında. Bildiğimiz yazarların dünyasına girmekte zorluk çekmeyiz. Belki ilk cümle ya da ilk paragrafta zamanın ve kurgunun içinde kayboluruz. Sayfalar hızla akar gider.
İşte bunun için romanların başlangıçları çok önemli. İlk cümlelerde okuru dünyanıza çekebiliyor musunuz? Bunu doğal bir biçimde yapabiliyor musunuz?
***
Yine masamda kitaplar, ayaklarımı denize doğru uzattım, kitap okuyorum. Okurken de hep bunları düşünüyorum. Roman ne zaman başlar? Ne zaman biter ve nasıl biter ayrı bir konu. Bu önemli meseleyi de tatil sonuna sakladım. Hepinize gündem ne olursa olsun, ne kadar zor olursa olsun ve her nerede olursa olsun güzel bir tatil, kitaplarla baş başa bir dinlenme zamanı diliyorum. Bir gün, üç gün, beş gün, bir hafta fark etmez. Romanın başladığı yerde, o eşikten adım atınca bunların önemi kalmıyor.
Not: Yazıda kullandığım bilgiler David Lodge’un “The Art of Fiction” isimli kitabından.