"Hayatım boyunca en büyük hayalim büyümekti. Çocukken arkadaşlarımla dükkâncılık oynardık. Biri müşteri diğeri dükkân sahibi olurdu. Büyüklerin rollerine bürünmekten büyük heyecan duyardık. Ergenken yurtdışında yalnız yaşadım. 30’larımda yetişkin kabul edilmek için sahip olabileceği her şeye sahiptim. Kariyer, ev, koca, çamaşır makinesi, bulaşık makinesi, buzdolabı…
Bütün resmi kağıtlar ve beyaz eşyalarım artık hep hayalini kurduğum gibi kendine güvenen bir yetişkin olduğumu müjdeliyordu. Ama zaman zaman yetişkin olamadığımı hissediyordum. Mutfaktaki çöpü açıp içinde kurtlanmış artıkları görünce mesela annemi aradığımda. Ya da çantam çalındığında insanlar bana sigortan var mıydı diye sorduğunda “ne sigortası” diye yanıt verdiğimde.
Resmi olarak 30’larımda bir yetişkindim. Ama bunun gibi zamanlarda birden yolumu kaybediyordum. Yetişkin gibi hissetmemek bir yana, yetişkinliğin ne olduğunu bilmediğimi fark ediyordum. Bunu çözmek için insanlarla röportajlar yapmaya başladım. Önce yaşlılarla, sonra gençlerle ve yetişkinlerle konuştum. Herkes bana halen büyümekte olduklarından bahsediyordu.
Sonunda yaşlandım. İtiraf ediyorum, yaşlıları çoktan olgunlaşmış birer yetişkin sanıyordum. Yaşlandıkça yetişkin olup büyürsün diye düşünme tuzağına düşmüştüm. Yaşı ileri birinden yetişkinlik nedir ne değildir tavsiyeleri almanın işe yarayacağına inanmak insanı rahatlatıyor. Yaşlanınca herkesin aynı deneyimi yaşadığına inanılıyor ama bu doğru değil.”
Bunlar “The Long History of Old Age / Yaşlılığın Uzun Tarihi” adlı kitabın yazarı Pat Thane’e ait. Guardian’da yer alan dosyada yer alan bilgilere göre yaşlılığın günümüzde 60’ta başladığı kabul ediliyormuş. Bu tamam ama sayılar dışında yaşlılık hakkında pek bir şey bilinmiyor bir anlamda. İlgi de duyulmuyor. Çünkü insanın ömrünün son yıllarında artık yeni bir şey olmasının imkansızlığı ön kabulü var. Bir şey öğrenmen mümkün değil. Enerjin düşük. Gençlik fikrinin her yaşta sonuna dek pompalandığı mevcut kültürde yaşlı olmak, bunun lafını bile etmek hakaret gibi bir şey. Ya da cüzzam falan gibi. Yani ömür uzuyor ama bu uzayan ömürle ne yapılacak, nasıl başa çıkılacak bu kısımlar açık değil pek.
İnsanlar devamlı birbirilerine sağlıklı yaşam tavsiyeleri veriyor. Onu yeme ömrün kısalır. Şunu ye, hareket et 10 yıl uzun yaşa. İyi de Rick Gervais’in esprisini yaptığı gibi, hayatına eklenen zaman 20-30 arasına eklenmiyor ki, 80-90 arasına ekleniyor.
Her neyse bu yaş konularını her zaman düşünmüyoruz zaten vaktimiz de yok. Harala gürele içinde koşturup gidiyoruz. Bazen işte hafta sonu falan insan hayatın anlamını sorgulayınca, ya da gazetede bir makaleye denk gelince merak ediyor.
Beni okuduğum en iyi yaşlılık metni, Mina Urgan’ın “Bir Dinozorun Anıları” adlı kitabı. Bir ara 2000’lerin başında çok satan bu kitap şu anda acaba biliniyor mu ya da hatırlanıyor mu emin değilim. Ancak müthiş bir beyinden müthiş gözlemler, itiraflar ve elbette anılar içerir. Tek kelimeyle harikadır.
Her şey bir yana gerçekten büyümek mümkün mü? Ne kadar yaşarsak yaşayalım yanıtını asla bilemeyeceğimiz bir soru.