Adın çıkacağına canın çıksın diye bir laf vardır. Erdal Beşikçioğlu da bir defa Behzat Ç oldu artık başka bir yere koyamıyoruz kendisini. Shakespeare bile olsa işin içinde, Behzat o bizim için. İngilizlerin “gift and curse”, yani hem nimet hem lanet dediği şey. Beşikçioğlu’nun, Behzat Ç’den bu yana yer aldığım en iyi proje dediği “Hamlet” ile Shakespeare âlemine girişini zaten biliyoruz. Bu rap albümünde de bir Shakespeare tiradıyla katkıda bulunuyor. Tam olarak “Atinalı Timon” tiradı bu. Albümde hip hop’ımızın değerli isimleri var. Yeni ve eski isimler. Cash Flow’dan Ahiyan’a, Şanışer, Şehinşah, No. 1, Allame’den Motive’e benim sevdiğim birbirinden farklı tarzlara sahip isimler. Albüm haftanın en dikkat çekici rap olayıdır. 5 Haziran’da Açıkhava’da da konseri var. Artık gitmek lazım. Behzat reis sürpriz yapabilir. Kesin bilgi değil.
K-Pop dinlemeye Seul’e gidilir mi?
Gidilir. Nokta. Konu burada biterdi ama biraz açıklama lazım. Geçenlerde mail’lerimi karıştırırken dikkatimi çekti. Güney Kore, Türkiye’den vize istemiyormuş. Bu ülkeyi ziyarete davet ediliyoruz Türk milleti olarak.
Düşününce, bizden vize istemeyen iki en heyecan verici ülkeden biri Güney Kore. Diğeri de Brezilya. Bu iki ülke de uzak, bu iki ülke de farklı, kendilerine has kültürlere sahip. Bu iki ülke de kendi içlerinde kendi dünyalarında yaşayan ve kendilerine has kültürlerini dünyaya ihraç edebilen ülkeler. Samba, bossa nova, sertanejo, funk dinlemeye Rio’ya, Salvador de Bahia’ya gidilmez mi? Gidilir. İnsanların bira içip boş boş birbirlerini süzmek yerine karşılarındakini dansa kaldırdığı samba kulüplerini unutamam. Güney Kore’yi, daha doğrusu Seul’u de işte bu açıdan ilginç buluyorum. K-Pop fenomeninin çıktığı şehir acaba kültürel olarak bilmediğimiz nelere ev sahipliği yapıyor. Hep Coachella’ya şuraya buraya gidip aynı sanatçıları dinlemekten bıktıysanız, bir yaz tatilinizi ne bileyim mesela Primavera Sound yerine Seul’e ayırabilirsiniz.
Üç yeni hit şarkı
Ezhel, “Daima” adlı yeni şarkısını cuma günü yayınladı. Ezhel’in Berlin’deki hayatı iyi gidiyor ve bu sanatına da yansıyor. Trap’ten Drille’e, R&B’den reggae’ye içinden geldiği gibi sanatını dışarı vuruyor Ezhel. Özgürlük ortamının sanat için ne kadar önemli olduğunun yeni bir göstergesi sadece.
Sefo bir süredir Türkiye’nin en büyük hit makinesi. Belli ki anlatacak çok hikâyesi, yeni çok bestesi var arayı hiç soğutmadan iki haftada bir yeni bir hit veriyor piyasaya. “Tutsak” adlı şarkı bu cuma geldi ve sanırım yine bu haftanın en popüler yeni şarkılarından biri olacak. Sefo’nun neden ve nasıl bu kadar başarılı olduğunu incelemek yeni Türkiye popüler müzik ortamını anlamak için çok önemli. Bir ipucu: Hip hop yapıyorsanız ve müziğiniz kadın dinleyiciye de cazip geliyorsa sihirli formüle çok yakınsınız demektir.
Cem Adrian’ın mutlu bir şarkı yapma ihtimaliyle Türkiye’nin bu futbolla dünya kupasını kazanması ihtimallerini karşılaştırırsak, ben paramı kupaya yatırırım. Cem Adrian gene aynı ses, aynı tarz, aynı vokal, aynı tonlamayla sanırım elli beşinci falan şarkısını yayınladı Emir Can İğrek ile. Emir Can İğrek’in katkısı, varlığı dahi parçayı daha dinamik yapmaya yetmemiş. Hani denir ya, “Ey Radiohead insanları üze üze kendine ev yaptın” diye. O hesap.
Geçen hafta ne dinledim
“Heaven or Las Vegas” - Cocteau Twins: Bazen tarihi eşelemek iyidir. Bugünün müziğini daha iyi anlıyor insan.
“New Currency” - Jonny Greenwood: “Spencer” filmini hiç beğenmedim. Abartılı ve kötü oyunculuk, yönetmenin sanatsal şeylemelerini ergen sinema öğrencisi gibi gözümüze sokması... Ne bileyim konu ancak bu kadar sıkıcı ele alınabilirdi. Zaten elli bin kere ele alınmış bir konu. Farklı açıdan bakalım diye işte böyle saçmalıyor insan. Müzikler de rol çalan düzeyde ön planda. İçim kıyıldı izlediğim ve anlamaya çalıştığım 15 dakika içinde. İyi ki sinemada gitmemişim, sıkıntıdan çığlık atardım. Ama Shazam’a kaydetmişim işte.
“Unconditional I (Look Out Kid)” - Arcade Fire: Umudumu kesmediğim büyük gruplardan biri Arcade Fire. Yeni şarkılarını memnuniyetle dinledim geçen hafta boyunca.
“Castles” - Oscar Anton, Nilipek: Oscar Anton’un postcards projesinin İstanbul ayağı işte bu şarkıyı ortaya çıkardı. Bir süredir kulaklıkta loop’ta. Oscar Anton’u da bu vesileyle tanımayanlara önerelim.