Trump, bir geldi; pir geldi! İngiliz yayın kurumu BBC “Ortada bir konsensüs kalmadı!” diyor. Putin’in dış politika danışmanı Aleksandr Dugin’e göre, Hitler’in yenildiği 1945’te başlayan ve Sovyetler Birliği’nin yok olduğu 1991’de yeni bir aşamaya geçen Batı birliği, Trump ile, Putin’in 90 dakikalık telefon konuşması ile yok oldu!
Gerçekçi olalım: Trump ve Putin, “Kural Temelli Uluslararası Düzeni” kaldırıp, yerine yeni dünyayı, Rusya-ABD görüşmeleri ile yapılandıracakları bir düzeni kurabilirler mi? Realist Uluslararası İlişkiler Kuramından yana herkes bu soruya olumlu cevap verebilir. Bu realist gözlüğünü gerçekten benimseyerek kullanan herkes, “kural temelli” düzenin çoktan yerini kaybettiğini görüyordu.
Gerçekte Sovyetler Birliği dağılıncaya kadar “temel” olarak kabul edilen kural “Kimden yanasın?” sorusunun cevabından ibaretti: Hür dünya düzenini savunan ABD ve onun NATO gibi çeşitli bölgesel savunma ittifaklarından yana mısın? Değil
Onlar değil, biz... Yani Biden ve onun Neoconları değil, biz ve bizim siyonistlerimiz; Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen ve onun bürokratları değil, bizim bürokratlarımız; yani geçen hafta Madrid’de Trump’a desteklerini bildirmek üzere bir araya gelen Avrupalı aşırı sağcı 6 partinin bürokratları söyleyecek tüm dünyaya nasıl düşünmesi gerektiğini...
Ülkelerindeki “derin devlet” yapılanmalarını kınamalarına, dünyanın hemen her tarafında gizli örgütler, Amerikan hükumet kuruluşu Uluslararası Kalkınma Ajansı (USAID) veya Amerikalı yatırımcı George Soros’un Açık Toplum vakıfları eliyle yapılan “fonlama” çalışmalarını ifşa etmelerine bakıp da, ne Trump’ı ne de Avrupalı dostlarını Biden’dan, Leyen’den farklı, demokratik liderler sanmamak gerekir.
Trump ve Avrupalı ortaklarının da kendi “derin devletleri” ve kendi bürokratları vardır. Biden yönetiminden önce, Trump’ın iş başında olduğu 4 yılda USAID yok muydu? Avrupa’nın bugünkü başbakanı konumundaki Ursula von der
Yeni dünya düzenine “kural temelli ilişkiler” deniliyordu; ülkeler “dışlanmış, aşağı tabaka, parya ülke” sayılmak istemiyorlarsa bu kurallara uygun davranıyorlardı. Gerçi bu ilişkiler kümesi artık o kadar birbirinin içine girmiş karışmış bir halde ki, bu dışlamaya gerçek bir yalnız bırakma eylemi, bir aşağılama söylemi eşlik edemiyor; ülkelerin yaptıkları yanlarına kalıyordu. Kınamalar bile yasak savma cinsindendi.
Kurallara bağlı düzen ve normlar, Trump öncesinde de düzgün işlemiyordu. ABD ve Batı’nın işine geldiği sürece öyle bir düzen varmış gibi görünüyor. Gelmeyince, o kuralları koyanlar, kuralların etrafından dolaşmak için usturuplu bir yol buluyor ve güya kurallar delinmemiş oluyordu. Şimdi, Trump, bu “usturuplu davranma” nezaketini de kaldırıp attı; görünüşte zevahiri kurtaran bir kulp takma gayretini de reddetti.
Kural-temelli ilişkinin zıddı, “orman kanunları” dediğimiz düzendir. Trump, bu gidişle blöf yapmadığını, pazarlıkta el yükseltmeye
Önce Sovyetlerin, sonra Rusların kuklası olan baba-oğulun diktası, sosyalizm ve Arapların üstünlüğü safsatalarına dayanan bir partinin tahakkümü sona ermiş; hem de karşısındaki cephenin İran desteğiyle silahlandırılmış olmasına rağmen, nispeten kolay ve olabildiği kadar kansız bir şekilde…
Suriye’yi yeniden özgür ve demokratik ülkeler ailesine katmaya niyetli ve buna muktedir bir koalisyon, başardığı devrimi, reformlarla sürdürmek üzere kolları sıvamış; bugüne kadar din motifli “terör” örgütleri arasında, iç savaşın sona erdirilerek barışın --bu kez demokrasi tacıyla-- geri gelmesi dışında bir ideoloji açıklamaması ile “aykırı” sayılmış, Hey’et Tahrir al-Şam (Şam Kurtuluş Heyeti) isimli örgüt, zaferi sağladığı ilk gün, kendi kendisini feshettiği halde…
En üst düzeyde ilk temasını ABD’nin dostu ve ortağı (İsrail ile ilişkilerini normalleştiren Arap ülkelerinden biri olan) Suudi Arabistan ve NATO üyesi, ABD ve AB ülkelerinin dostu ve müttefiki Türkiye ile kurmuş, ABD ile
PKK’ya silah bırakması ve Suriye’deki uzantısı PYD-YPG’yi, Suriyeli Kürtlerin başına bela olmaktan vazgeçerek ülkeyi terk etmesi için sürdürülen girişimlerin müsbet bir sonuç vermeyeceği, çünkü bu iki oluşumun arkasında nerede ise 80 yıldır süren ABD’nin Büyük İsrail’i gerçekleştirme ve ona kalkan olacak bir kukla devlet projesi bulunduğunu belirten iki yazı sundum geçen hafta.
Sonra yazıyı Trump’ın bu planı engellemeye gücünün yetip-yetmeyeceği tartışması ile bitirdim; kendi kanımı da “Ben sanmıyorum” cümlesiyle ifade ettim.
Benim için bilgi ve analiz bakımından öğretmen derecesinde, insanî değer açısından dost rütbesinde bir bilim insanı, “sanmak” fiilinin kesin ve katı görüş ifade etmediğini, ancak tersi yönde küçümsenmeyecek bir ihtimale işaret ettiğini söylüyor. Bu hocamız, mesajında, Trump’ın NeoCon ve Küreselcilerin asırlık planını tersine çevirebileceğini düşünmeye zorlayan noktaları da sıralıyor.
Trump,
Önceki yazımızda, “Suriye’de ve Türkiye’de, eşzamanlı ve Trump’ın yeni dönemi ile paralellik arz eden bir tarzda, PKK’nın ve Suriye’deki yapılanmasının silah bırakmasını ve kendisini feshetmesini sağlamak için görüşmeler ve çağrılar yapılıyor” dedim; fakat bu çabaların ABD’nin derin hedefi ile çatıştığını ifade ettim.
ABD’de bir “derin devlet” yapılanmasının var olduğu benim ve dar bir grubun fikri değil. Amerikan TV kurumu NBC News’de ulusal güvenlik editörü ve New Yorker web sitesinin eski baş editörü, Pulitzer Ödülü’nü iki kez kazanan, New York Times için Afganistan ve Bosna savaşlarını izlemiş eski bir muhabir ve araştırmacı gazeteci olan David Rohde, “In Deep: The FBI, the CIA, and the Truth about America’s Deep State (Derinlerde: FBI, CIA ve Amerika’nın Derin Devleti Hakkındaki Gerçek) başlıklı kitabında bu yapı hakkında oldukça geniş tarihi ve güncel bilgi veriyor. Kitaplara gitmeyelim, ABD Başkanı Trump, bizzat ve yardımcıları aracılığıyla, hem eski
Çoğu kişi hatırlamaz ama bir zamanlar Türkiye, Irak ve İran’da Kürtçe konuşmak yasaktı. Çocuklara iki tür isim konulurdu:
Resmi daireler nezdinde kullanılmak üzere nüfusta kayıtlı Türkçe, Farsça veya Arapça ile aile ve toplum içinde geçerli Kürtçe. Suriye’yi sormayın bile. Orada Kürtler vatandaş sayılmaz; nüfusa kayıtları yapılmazdı.
Bu durumun sosyolojik ve tarihsel analizlerine kalkışmayacağım; ama sonuçlarına değinirsek, ortaya bir isyan-bastırma-daha çok isyan-daha şiddetli bastırma sarmalı çıktı. Egemen etnik çoğunluk aydınlarının, 1800’lerin sonu 1900’lerin başında bölgede hegemonya kuran Avrupa ülkelerinde pek moda olan “ulus devlet” şemasını kendi çok uluslu ülkelerinde uygulanabilir sanmaları, bölgede İran ve Irak’ta savaşların yanı sıra Türkiye’de silahlı kalkışmalardan oluşan çok kanlı bir döneme sebep oldu.
O dönemin iki hegemonu, Fransa ve İngiltere, bu kanlı tarihi istedikleri zaman müdahale etmelerine
Trump ne taviz verdi? Ne gibi tehditlerde bulundu? Netanyahu, hükumetteki istifalara rağmen, mecliste 8 oy çoğunluğunu sürdürdüğüne göre, kapalı kapılar arkasında bir şeyler elde etmiş olmalı.
Gazze’de sağlanan ateşkes, nasıl sağlandığı ve neler sağlayacağı belirli olmasa da çok olumlu bir gelişmedir; Gazze’nin kahraman halkı her gün 10-20 şehit vermekten şimdilik kurtulmuş oldu. 15 aydır tarihin kaydettiği en vahşi saldırılara bebeklerini, kadınlarını ve büyüklerini kurban veren Gazzeliler, başka halkların tasavvur bile edemeyeceği bombalamalar, katliam, tehdit, hapis, açlık, hastalık ve diğer zorluklardan en azından bir süre rahat nefes alacak.
Nasıl Netanyahu Gazze’yi de Batı Şeria gibi işgale ve hukuk dışı yerleşimlerle Filistin Devleti kavramını tamamen ortadan kaldırmak için başlattığı 15 aylık savaştan vaz geçmiş değilse, ABD’nin yeni başkanı Trump da Netanyahu’yu bu ateşkese gerçekten barış yanlısı ve “İki devletli çözüm” fikrini savunduğu için zorlamadı. Trump’ın 2017’de işi emlakçılık