İç ve dış siyasetle ilgili analiz çabasında gördüğünüz bu satırların sahibi, gazetecilik hikâyesinin 1980’lerin ortalarından bu yana olan yolculuğunda, siyasal yazıların yanı sıra, bilgisayar programcılığı konusunda da ter dökmüştü. son dönem çabalarım arasında, özellikle İnternet Protokolü (IP) tabanlı iletişimin geleneksel iletişimle nasıl bir izdivaç gerçekleştireceği konusunda okumalar-yazmalar vardı. Bu sırada henüz ortada sosyal medya, YouTube gibi, “İnternet tabanlı video paylaşımı” gibi girişimler ve Veri Gazeteciliği de yoktu. Ama bütün bunların olabilmesi olanağı vardı. İletişimciler, IP tabanlı olasılıklar üzerinde düşünmeye başlarlarsa, ortaya Twitter’ın, Facebook’un, Instagram’ın ve YouTube’un çıkacağı kesindi.
Bir şey daha kesindi: Yapay zekâ
Bununla, bilim kurgu filmlerindeki gibi insanların yerine düşünen ve insanlara kızınca, onları ortadan kaldırmaya başlayan kötücül HAL 9000’i kastetmiyorum. “Bir Uzay Destanı” filmindeki gibi bir bilgisayarın
NTV’de, Amerika Temsilcisi Hüseyin Günay’ın bir savaş sahnesinden bahsedermiş gibi, Virginia Eyaleti Merkez Devlet Hastanesi’nde kelepçeli, ayakları zincirle bağlı 28 yaşındaki Irvo Otieno’nun üzerine çullanan ve 11 dakika nefessiz bırakarak ölümüne sebep olan polisleri anlatırken:
“Bir değil, iki değil, üç değil, beş değil, yedi değil...”
Saydığı polislerin sayısı tam 10’du. 10 çam yarması gibi beyaz adam, kendilerine saldırmayan, karşı koymayan, sadece yürüyemediği için çıkmasını istedikleri koridordan çıkamayan İrvo’yu yere yatırıp, nefesini keserek öldürdü. Bu polislerin Amerikası, şimdi yeni bir insan hakları raporu yayınlıyor ve Türkiye’ye 122 sayfalık yer ayırarak, PKK ve FETÖ ağzından kin kusuyor. (Savaş halindeki Rusya’ya ayrılan bölüm 70 sayfa!)
Bu dost ve müttefik ülke, Türkiye’yi “bir cumhurbaşkanı adayını hapiste tutarak adil ve özgür bir seçim yapılamayan ülke” diye niteliyor. Kim acaba hapiste tutulan cumhurbaşkanı adayı?
Altında
20’nci yılını dolduran Irak Savaşı’nı bir Amerikan yayın kurumu adına izlemiş olan gazeteci Lourdes Garcia-Navarro, o yıllarda yaşadıklarını anlattığı makalesini şöyle bitiriyor:
“Savaşlar başladıkları gibi bitmiyor. Saldırdığınız ülkenin tecavüz ettiğiniz sınırından geri çekilmek, yaşananları silmiyor. Irak savaşının hayaleti, onu yaşayan herkesin peşinden koşuyor; bıraktığı enkaz yaşamaya devam ediyor.”
Hristiyan olduğu için Müslümanların, Şii olduğu için Sünnilerin, Sünni olduğu için Şiilerin, Kürt olduğu için Arapların, Arap olduğu için Kürtlerin elinde can veren (ve hâlâ kesin sayısı bilinmeyen) Iraklıların hayaleti, hâlâ Ortadoğu’da dolaşıyor. Bu savaşı, elindeki içi su dolu şişeyi sallayarak “İşte Saddam Hüseyin’in elindeki kimyasal silahların kanıtı!” diyen, Genelkurmay Başkanı ve daha sonra Dışişleri Bakanlığı’na getirilen Colin Powell’ın Amerika’sı, “Irak’ın elinde tüm dünyayı havaya uçuracak kitle imha silahları var!” diyen Başbakan Tony Blair’in
Suriye’nin yeryüzünde tek müttefiki Rusya Federasyonu’dur ancak Beşar Esad, canı istediği zaman Putin’i göremiyor da, konuşamıyor da. Üç yıl önce Putin, birkaç saatliğine Şam’a uğrayıp Ortodoks ahalinin Noel’ini kutladı. Esad da en son 2021’de Moskova’ya gitti. Geçen hafta 4 saatlik Moskova ziyaretinin üç saatini Putin’le görüşerek geçirip ülkesine dönen Esad, Putin’e Rusya’nın Suriye’de yeni üsler açma kararından dolayı teşekkür ettiğini söyledi. Putin ise hiçbir şey açıklamadı... Rus yetkililer de yeni üslerden söz etmedi, sadece Putin’in Esad’a Erdoğan’la görüşmesi gerektiğini tekrarladığını vurguladı.
Bu görüşmenin olabilmesi için önce dışişleri bakanlarının görüşmesi, onun için de dışişleri bakan yardımcılarının bir araya gelmesi gerekiyor. Ne var ki bakan yardımcılarının geçen hafta yapmaları gereken görüşme gerçekleşmedi. İran’ın da katılmakta ısrar ettiği bu görüşmenin
Bir doğal olayın hiç de doğal sayılmayacak bir insan afetine dönüştüğü 6 Şubat’tan sonra, konunun uluslararası boyutuna da dikkat çeken üç yazı sundum. Muvazzaf ordu gibi bir enkaz kaldırma ordusu kurulması, ruhsat ve inşaat denetim mekanizmasındaki ahbap-çavuş (yani rüşvet) ilişkisine son verilmesi için tarafları mali olarak bağlayacak bir sistem oluşturulması ve imar affı uygulamasından vazgeçilmesi önerilerimi sıraladım.
Geçen hafta Anadolu Yayıncılar Derneği’nin (AYD) İletişim Başkanlığı’nın desteğiyle yaptığı deprem bölgesi ziyaret programına katılarak Malatya’da depremin yerle bir ettiği mahalleleri, çarşıları ve enkaz kaldırma çalışmalarını görme ve Büyükşehir Belediye Başkanı Selahattin Gürkan ile görüşme imkânı buldum. Anadolu Yayıncılar Derneği, bünyesinde 320 yerel ve bölgesel radyo, televizyon, yeni medya, gazete ve dergiyi barındıran etkin bir sivil toplum kuruluşu; onun sağladığı bu imkân, sadece deprem hakkında uzaktan ahkâm kesmenin nasıl hatalı olduğunu göstermekle kalmadı; aynı
Güzin Abla mektupları gibi olacak: Hiç umudum yok ama! Ama olsun... Çin arabuluculuk ettiyse, bir umut var demektir. Çünkü asrın afeti, 8 veya 9 değil 20-30 şiddetinde bir sarsıntı, kendisine doğru yola çıkmış ağır ama emin adımlarla gelirken, Çin’in hava-civa işlerle uğraşacak vakti yoktur. En son Çanakkale’ye asker çıkartmış ve o günden beri silah altına hemen hemen hiç asker almamış bir Avustralya hayatının adımını atıyor ve ABD’den nükleer denizaltı alıyorsa, Japonya “Kendini Savunma Gücü” dediği ordusuna kendisini savunmayla değil ancak deniz ötesi bir saldırı savaşı hazırlığıyla açıklanabilecek silahlar alıyorsa, dünyanın en büyük silah ihracatçısı Güney Kore’nin, nükleer silah edinmek için mevcut anlaşmaların etrafından dolaşmanın yolunu bulduğu manşetlere tırmanıyorsa... Ve bu üç ülke, Çin’in - Rusya tarafından kollanmayan - üç tarafını çeviriyorsa... Çin’in sırf diplomasi olsun diye İran ile Suudi Arabistan’ın arasını bulmak
Adam, istediği an, yani parlamentoda 2-3 oy çoğunluğu bulduğu anda, Anayasa Mahkemesi’nin hangi yasalara veya hükümet kararlarına bakabileceğine dair yasa çıkartıyor. (Onların yüksek mahkemesi Danıştay görevi de yapıyor.) Muhalefet bir tarafa, bütün vatandaşlar bu sözde yargı reformuna karşı sokakları dolduruyor; askere alınma sırası gelen yedek subaylar, ki aralarında generaller, bölük komutanı olacak kişiler var, protesto amacıyla orduya katılmayı reddediyorlar.
Ama Netanyahu’nun umurunda olmuyor. Bir tür şeytan tüyü müdür? Yoksa bir tür ABD ve AB için “muteber adam” pozisyonunda olmak mıdır? Bunu İsrail’in ABD açısından vazgeçilmezliği, onun güvenliği için İran’ın nükleer enerji (bomba değil enerji) edinmesinden tutun, Irak ve Suriye’yi üçe bölmek dâhil, bölge haritasını yeniden çizmeye kadar varan önemiyle açıklayamazsınız. Ehud Olmert, Yair Lapid ve Naftali Bennett de aynı İsrail’in başbakanlarıydı, onların yönettiği İsrail de ABD için
Depremin sadece 45 binden fazla yurttaşımızı hayatından, 2 milyon insanı evinden-barkından ve bütün ülkeyi huzurundan eden acısı sürürken, iç siyasetin kafa karıştıran fırtınası geldi. Bunların hepsinin geri planında ise giderek ciddi bir hal almaya başlayan “yalan haber” fırtınası devam ediyor. Son bir ayda, Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı’ndan okuduğum her üç sosyal medya mesajından ikisi, birilerinin kasıtlı yaydığı yalan haberin yalanlanmasına ilişkin. Bu dayanılır bir saldırı değil. Saldırının hedefi sadece bir siyasal iktidar değil; bütün ülke, bütün ulus ve halkın maneviyatı. Her deprem bölgesinde sıkıntı olur; böyle asrın depremi değil, can kaybına yol açmayan depremlerde bile yerleşim yerlerinde sıkıntılar olur. Ama böyle bir şey olmadığı halde, Hatay’da su sıkıntısı olduğuna ilişkin ve afet sonrası durum yönetimini başarılı bulanların öfkelenmesine yol açan haberin yalan olduğunu anlamak, rahatlamıyor, tam tersine, karşı karşıya olduğumuz saldırının boyutunu göstermesi açısından yeni bir sıkıntının kaynağı oluyor.
Bu sorunlar