Gazze önüne dizilen Amerikan, İngiliz, Fransız (ve Yunan!) filolarıyla Filistinlilerin insan hakları ayaklar altına alınıyor; amansız bir terör örgütünden farksız davranış içine giren İsrail hükumeti “Sorumluları cezalandırmak için halkın, tankların önünden çekilmesi gerekiyor” gibi bir gerekçeyle bir milyondan fazla insanı zorunlu göçe tabi tutuyor. İsrail’in siyonizmin eline düştüğü günden bu yana güvenlik, intikam, tedbir gerekçesiyle yaptığı insan hakları ihlallerinin ABD ve AB tarafından meşru hak gibi karşılanmasının verdiği cesaret, sonunda Gazze’nin ikiye bölünmesine ve birinci adım olarak kuzey yarısının Golan gibi, Batı Şeria’daki 200’e yakın köy gibi ve nihayet Doğu Kudüs gibi İsrail’e ilhak edilmesiyle sonuçlanacak.
Gazze önündeki armada, sadece Gazze’ye insani yardım kararı olan Birleşmiş Milletler’i (ve bu arada Mısır, Katar ve Türkiye’yi) engellemekle kalmıyor fakat bütün dünyaya, uygar insanlara meydan okuyor.
Ne adına? “Sorumlu
Ama nerede kotarıldığı ve ne gibi bir nihai hedef güdülerek başlatıldığı belli olmayan Şabat (Cumartesi) Baskını, artık kimsenin ince eleyip sık dokuyacağı analizlere imkan vermeyecek. Ancak, bu çok kutuplu dünyada küresel liderliğe oynayan ülkeler adına yapılan açıklamalarda hakkaniyet ve denge ölçülerini gözetmeye her zamankinden çok ihtiyaç var.
ABD başkanı Biden, “Terör eylemlerinin hiçbir zaman haklı gerekçesi olamaz” diyor ve orada duruyor. Bu cümleden sonra bir de “Nokta!” diyerek, bu ifadenin hiçbir şekilde, ama’sı, fakat’ı olmayacağını vurguluyor. Bir hukuk devletinde bu ifade doğrudur. Ancak, Biden’ın Hamas’ın 1000’e yakın İsrailliyi öldürdüğü Cumartesi saldırısının haksız-hukuksuz ve her gün bir yeni terör eylemi ile işgali sürdüren bir ülkenin işgalcilerine ve onları koruyan ordusuna karşı yapıldığını da söylemesi gerekir.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Ne İsrail topraklarında ne Filistin topraklarında tek bir masumun dahi burnunun kanamasına razı
Eğer ABD Haseke yakınlarında SİHA’mızın düşürülmesi operasyonunu PKK uzantısı müttefiklerini Türkiye’nin elinden kurtarmak için, gözdağı amaçlı bir mesaj olarak tasarladıysa yanıldı. Tersine, Türkiye sınırları içinde ABD’nin Türkiye’ye karşı PKK uzantısı bir terör örgütüyle ittifak halinde olabileceğine inanmayan bir fert vardıysa, o da şu anda ABD’nin Türkiye’ye gerçekten dost ve samimi müttefik olup olmadığını düşünüyor olmalı.
Neden böyle oldu? ABD’de ne oldu ki, Dışişleri ve Savunma bakanlarının yanı sıra Genel Kurmay Başkanı, Suriye’deki ABD kuvvetlerinin bir Türk hava aracını düşürmesi gibi hasmane bir eylemi adeta “affettirme” gayreti içindeyken, Suriye’deki Amerikan kuvvetlerinin bağlı olduğu Merkezi Kuvvetler Komutanlığı (CentCom) tehdit dolu sosyal medya açıklamaları yapabiliyor. Tamam, Savunma Bakanlığı veya Genel Kurmay Başkanlığı, kendisine bağlı bu komutanın sosyal medya mesajını sildirtti. Ama sosyal medya öyle bir yer ki, silseniz de yaptığınız
Ermenistan Parlamentosu, hükumete --kendisini “müttefik” statüsünde gören tek ülkenin— Rusya’nın devlet başkanı Putin’i tutuklayıp La Hey’e göndermeye yetki veren Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne (UCM) katılma kararını onayladı. UCM, Birleşmiş Milletler’in bir parçası değil, tamamen müstakil ve anlaşmasını şu ana kadar 123 ülke imzaladı; ama bu ülkeler arasında Roma Statüsü denen anlaşmayı henüz parlamentoları onaylamamış olan 20’ye yakın ülke var; ABD ve Rusya da bu ülkeler arasında. 40 ülke ise anlaşmayı imzalamadı. Bu ülkeler arasında Çin ve Türkiye de var.
1919’da ortaya atılan Uluslararası Ceza Mahkemesi fikri ancak 1998’de bir anlaşmaya dönüştü ve 2002’de yeterli sayıda ülkenin anlaşmayı onaylaması ile mahkeme çalışmaya başladı. Kuruluş anlaşmasına göre bu mahkeme, hakkında soykırımı, savaş suçu, insanlığa karşı suçlar ve saldırganlık gibi iddialar bulunan bireyleri yargılıyor. Bu güne kadar 31 dava açıldı; 40 sanık yargılandı. (Sırbistan
6 Ekim 1973, Ramazan’ın 10’u, Musevilerin Yom Kippur (yevm el-gufran, arınma günü) dedikleri, 25 saat yemeyip-içmeyip, hatta yıkanmayıp bir tür ibadetle Yaradan’dan af diledikleri) güne denk geliyordu. Mısır ve Suriye, daha doğrusu ikisinin hem askeri hem sivil liderleri Enver Sedat ile Hafız Esat, arkalarına 13 ülkenin desteğini alarak, 1967 Savaşı’nda İsrail’e kaptırdıkları Sina ve Golan Tepelerini geri almak (ve tabii İsrail’e iyi bir ceza vermek) üzere saldırıya geçti.
Saldırıyı izleyen günlerde İsrail’in bakanlar kurulu ve diğer dairelerinin belge ve tutanaklarındaki gizlilik üç hafta önce kaldırıldı; uluslararası uzmanlar ve İsrailli tarihçiler de bu belgeler üzerindeki ilk tahlillerini yayınlamaya başladı. Meğer İsrail, Suriye-Mısır iş birliği görüşmelerini sanki Tel Aviv’de bir meydanda yapılıyormuşçasına gün be gün, bırakın günü haftayı, saat be saat izliyormuş. Ama yine de Başbakan Golda Meir çok hayrete düşmüş. 1967 Savaşı’ndaki beceriksizliklerinden sonra Arap liderlerin tekrar
İngilteresi, Amerikası tahrike ve tabii çarpıtmaya başladılar koro halinde! BBC’nin Kathryn Armstrong ve Nataliya Zotova isimli muhabirleri, ABD Dışişleri sözcülerinden Matthew Miller’i de suç ortağı ettikleri “Onbinlerce Ermeni, etnik temizlikten kaçıyorlar” başlıklı haberlerinde, Dağlık Karabağ’da 19 Eylül anti-terör operasyonunu “etnik temizlik” diye lekelemeye çalışıyor.
Evet, 24 saatlik harekat durduğundan bu yana bir “temizlik” var Hankendi (Stepanakert) ve çevresinde. Ancak bu, Azerbaycan hükumetinin Ermeni azınlığa karşı bir girişimi değil; tersine 30 yıllık işgal sırasında Ermenistan makamlarının STK’lar marifetiyle giriştikleri bir zoraki nüfus kontrol operasyonunun doğal sonucu. Dağlık Karabağ’da nüfus oranlarını değiştirmek ve işgal altındaki toprakların gerçek bir Ermeni yurdu sanılmasını sağlamak için zorla göçürtülen kurbanlar, 30 yılda kendi yurtları haline getiremedikleri toprakları kendi rızalarıyla terk ediyor, asli kentlerine dönüyor. Bunların tahmini sayısı 130 bin civarında.
Haber sitesi başlık atmış şaşırmışçasına: “Suudi Arabistan ve İsrail ‘tarihi uzlaşıya’ yakınlaştı.”
Yakınlaşmasınlar mı? Uzlaşmasınlar mı? “Tarihi uzlaşı” ifadesi de tırnak içinde. Olmayacak, olmaması gereken acayip bir şeymiş gibi! Aşina olan nedir o zaman? Hep kavga, hep dövüş; hep öldürme, hep sakat bırakma mı?
Trump, başkan gibi başkan olmadığı için olacak, yaptığı diğer icraatlar gibi, esasen derin ABD’nin kimbilir hangi derin planları için hazırlayıp kotardığı Orta Doğu’da Arap ülkeleriyle İsrail arasında kimi 1967’den kimi 1973 ve 1982’de olmuş bitmiş ama hala bir barış anlaşmasıyla sonuçlanmamış Arap-İsrail savaşlarını bitirmeye yönelik uzlaşma planına çoğu kişi sıcak bakmadı. Aralarında benim de olduğum bazı kişiler, bu uzlaşmanın İsrail’in işgal altında tuttuğu Arap topraklarına temelli yerleşmesi gibi bir art niyet taşıdığını iddia etti. Bazıları bunun Musevilere Mısır’dan gayrimenkul edinmesi için, Trump’ın emlakçı damadı Jared Kushner ile bir “dümeni” olduğunu öne sürdü.
Neden?
Azerbaycan’da “Zafer Yolu” olarak bilinen Fuzuli-Şuşa otoyolunun Hocavend ilinden geçen kesiminde yola yerleştirilen mayının patlaması üzerine 7 polis memurunun can verdiği terör saldırısı, bardağı taşıran son damla oldu; Azerbaycan, Dağlık Karabağ bölgesinin birkaç yerinde tutunmuş Ermeni çetelerini ortadan kaldırmak için nihai operasyona başladı. Operasyonun ilk saatlerinde yapılan üç açıklama dikkat çekici idi:
Ermenistan Başbakanı Nikol Paşinyan, Dağlık Karabağ’da Ermenistan askeri personeli bulunmadığını ve Azerbaycan’ın operasyonunun iki ülkeyi savaşa sürüklemeyeceğini söyledi. Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un sözcüsü, “Fransa, Azerbaycan’ı operasyonu derhal durdurmaya ve uluslararası hukuka saygı göstermeye çağırıyor,” dedi, operasyonu “kabul edilemez saldırı” diye niteledi ve Macron’un Azerbaycan’a “güçlü bir yanıt verilmesi amacıyla Avrupalı ve ABD’li ortaklarıyla yakın iş birliği içinde çalıştığını” söyledi. ABD Senatosu