Nijer’in devrik Cumhurbaşkanı Muhammed Bazoum, başarısız bir darbenin iktidara getirdiği siyasetçi idi; kendisi de bir darbenin kurbanı oldu. Oldu mu olmadı mı, tam belli değil, çünkü batı aleyhtarı, “yerel kaynaklara milliyetçi bir hırsla sahip çıkma” sözüne ihanet ettiği iddiasıyla kendi saray muhafızlarının başlattığı darbenin nereye ulaşacağı, Bazoum‘un akıbetinin ne olacağı açıklığa kavuşamadı.
Bir tarafta 15 üyeli Batı Afrika Devletleri Ekonomik Topluluğu (ECOWAS), diğer tarafta ABD’sinden eski koloni patronu Fransa’sına kadar bütün AB’nin, darbecilere kışlalarına dönerek Bazoum’u tekrar göreve getirmeleri çağrıları var. Nijer’in demokratik bir kalkınma modeline kavuşması için ülkede ekonomik, askeri ve diplomatik çabalarını sürdüren Türkiye de darbenin bir an önce sona erdirilmesini istiyor.
Afrika kıtasının batısında yer alan 15 devlet tarafından, ekonomik ve siyasi iş birliğini geliştirmek amacıyla 28 Mayıs 1975 tarihinde Nijerya’nın Lagos şehrinde kurulmuş olan ECOWAS’ın
Hafta başında “Bu Türkiye babanızın Türkiye’si değil” diye özetlediğim yargıma çok katkı sunan okuyucularımız oldu. Katkılarda, “Yeni Türkiye” kavramının ne içermediği daha büyük ağırlık taşıyordu; sanırım bunda Osmanlı’nın son 200 yılında süren ve Cumhuriyet’in ilk yüzyılına da sirayet eden olumsuzlukların payı var. Çünkü Türkiye, rahmetli Turgut Özal ile başlayan yenilenme ve değişim sürecinde hep bu olumsuzlukları “düzeltme” işiyle uğraşıyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kaptanlığında AK Parti hükumetleri ile sağlanan bu değişim ve yenilenmenin yeni ivmesinin kalıcılığıyla ilgili bu kısa analizi, “Bu (yeni) Türkiye nasıl bir Türkiye’dir?” sorusuyla noktalarken, bir grup sözde analistin bu konudaki varsayımlarını cevaptan bile saymamak gerektiğini şöyle ifade etmiştim:
“Yazılarında hala Türkiye’den ‘Turkey’ diye söz eden New Yorklu zenginlerin diplomatçılık oynadığı Dış İlişkiler Konseyi’nin sandığı gibi, ‘Eurovision’a bile katılmayacak
Otomobil meraklısı değilseniz muhtemelen 1990’larda Amerikan General Motors (GM) otomotiv şirketinin batmak üzere olduğunu ve bir reklamcının bir cümlesiyle firmayı batmaktan kurtardığını takip etmemiş olabilirsiniz. GM’in Oldsmobile’i, otomobil folklorunda, “babaların işe gittikleri hantal araçlar’ olarak bilinirdi. İsmindeki “Olds” (eski) bile modelin eskiliğini çağrıştırıyordu. Nitekim, firma, eski “kocaman” tasarımını, diğer markaların küçük aile arabaları ile rekabet edecek tarzda değiştirdi ve yeni araçları: ”This is not your father’s Oldsmobile... This is the new generation of Olds” (Bu, babanızın Oldsmobile’i değil... Bu, Olds’un yeni nesli) sloganı ile tanıttı.
“İyi reklam, taklit edilen reklamdır” kuralı uyarınca daha sonra “Bu dikiş makinası büyükannenizin dikiş makinası değil” diyen kampanyalar bile yapıldı. Bu sloganın bu kadar çok tutulmasında, benzeri ifadelerin birçok dilde deyim olarak zaten var olmasıydı. Yeni olanı anlatmanın kestirme yolu, onun aşina olduğunuz şeyden farklı olduğunu
Uluslararası video kanallarının, örneğin Disney Plus’ın, bugünlerde çok adı geçiyor. Atatürk’ün adının geçtiği filme değil, Bismarck, Mareşal Petain ve Hindenburg adlarının geçtiği “Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok” filmine dikkatinizi çekmek istiyorum. Putin gibi, savaşların uluslararası ilişkiler üzerindeki etkisini araştırmaya meraklı amatör tarihçiler, Birinci Dünya Savaşı öncesi ve sonrasındaki eski imparatorlukların dağılması, kapitalizmin en vahşi haliyle yeni emperyalizmi oluşturması gibi öykülere bakıp, bunların her an tekrar edilebileceğini düşünürler.
Oysa sadece Erich Maria Remarque’ın “Batıda Yeni Bir Şey Yok” adlı romanına dayanan 1930 ve 2023 yapımı iki filmde değil, tüm tarih kitaplarında savaşın korkunçluğu ve anlamsızlığı görülür. Kırım halkı ile Donbass bölgesinde oturan etnik Ruslar Ukrayna’ya bağlı olmayı değil, bağımsız olmayı tercih ediyorsa, bu, Ukrayna’nın istikrarını ve bağımsızlığını tehlikeye atmadan, uluslararası arabulucuların yardım ve
Rusya lideri Vladimir Putin, 2014 Ukrayna Krizi’nden bu yana ülkemize 8’inci ziyaretini gerçekleştirecek. Bu seferki Ukrayna savaşının başlamasından sonra, Putin’in bir NATO ülkesine ilk ziyareti olacak. Bu da bu sütunda Sn. Putin’e 8’inci hitabımız.
Sn. Putin bilmeli ki, bu satırların yazarı, Columbia Üniversitesi Öğretim Üyesi ve BM Genel Sekreteri António Guterres’in Sürdürülebilir Kalkınma Merkezi’ndeki temsilcisi Jeffrey D. Sachs; Amerikan dış politikasının en etkin eleştirmeni Chicago Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. John Mearsheimer; iki yıl önce vefat eden Princeton ve New York Üniversiteleri Rus Araştırmaları Ordinaryüs Profesörü Stephen Cohen ekolü çerçevesinde, Ukrayna’daki krizin de savaşın da sebebinin ABD ve onun güdümündeki NATO olduğuna inanıyor.
Sorumluluğu NATO’ya yüklemek, Putin ve dış ilişkiler-güvenlik ekibini daha sonraki gelişmelerde işledikleri ve işlemekte oldukları hatalarından arındırmak sayılmamalı. Sn. Putin ve ekibi biliyordu ki, 2014 Minsk Protokolü
Kimseden terörle nasıl mücadele edileceği dersi almaya ihtiyacı olmayan bir ülkeyiz. 1978 yılından beri, çantasından ABD yapımı MK3 el bombası çıkan ilk terörist Mahsum Korkmaz’dan bu yana, hemen hemen bütün AB ülkeleri, Rusya’dan Çin’e dostumuz olan, olmayan bütün ülkelerin desteklediği PKK ile mücadelede Türkiye’nin kazandığı deneyim, taktik beceri ve ustalık başka ülkede yok dersem, bunu milli bir övünme saymayın.
Gideon Levy’nin Haaretz isimli İsrail gazetesinde yayımlanan, “Biz onların su kuyularını bile yıkıyoruz” başlıklı makalesini okurken, hiç kimsenin Türkiye’ye 45 yılda böyle bir ayıp, böyle bir insanlık dışı şer, böyle bir kötü ruh, böyle iğrenç bir rezalet atfetmediğini hatırlamamak elde değildi. Levy, zaten güçlü olan kalemini, kendi ülkesinin, kendi güvenlik güçlerinin güya “Filistinli terörü” ile mücadele adına işledikleri “su kuyularını yıkma” kepazeliğini anlatırken belli ki
On ay kadar önce, şu soruyu sordum bu sütunda:
“Soma’daki facianın acı tabloları gözümüzün önündeyken şimdi bunun üstüne, Bartın’ın felaket sahneleri ekleniyor. Bunu önlemenin yolu yok mudur?”
Kömür madenciliğimiz, artık hemen hemen tamamen elektrik üretmek amacıyla yapılıyor. Ülkemiz kömürden elektrik elde etmede dünya ortalamasında: elektriğimizin yüzde 20’si kömürden geliyor. Bu oranı ne kadar arttırırsak, doğal gaza verdiğimiz döviz miktarı da o kadar azalacak. Ancak dünyanın en tehlikeli madencilik alanı olan kömür madenciliğine verdiğimiz kurbanların sayısı da o kadar artacak.
Son 45 yılda grizu patlaması, su baskını ve diğer maden faciaları sonucu 980 maden işçimizi şehit verdik. Son on yılda trafik kazalarında 53 bin kurban verdiğimizi hatırlayarak bu sayıyı önemsemeyecekler olacaktır. Ancak maden facialarının toplumsal vicdanımızda açtığı derin izler, bir ölçüde bu faciaların medyada aldığı dramatik sunumdan, bir ölçüde önlenebilir olduğu halde önlenememesinden
İsrail’de muhafazakârlar, ilk günden beri “ilerici” ve “laik” kesimin elindeki Yüksek Mahkeme’nin “anayasa mahkemesi” olarak görev yaparak yasaları iptal yetkisinden uzun zamandır rahatsızdı. Liberal-laik kesimin de Mahkeme’nin bu hakkının elinden alınmasına sonuna kadar karşı çıkacağı belliydi.
Ama Pazartesi günü, İsrail neredeyse fiilen ortadan ikiye bölündü: Bu yasanın kabul edilmesinin ardından laik-ilerici batı kentleriyle İbranilerin ilk yerleştiği ve Museviliğin tabir yerindeyse anavatanı olan Yahudiye ile Samarya bölgesi (işgal altındaki Batı Şeria bölgesi). Laik subaylar artık askeriyede görev yapmayacak, liberal öğretmenler de artık “gerici” bölgelerde ders vermeyecek. Devlet dairelerinde işlerini terk edenler mi dersiniz?.. Hükümetin güvenlik ve siber projelerindeki ihalelerinden çekilenler mi?.. Hepsi bir tarafa, ordusu “yedek” subaylardan oluşan İsrail’de “askeriyede görev yapmama” tehdidi uygulanırsa, bu, Lübnan ve Suriye ile savaş halinde olan, İran tarafından