Trump’ın 5 Kasım’da seçimleri kazanıp ABD’ye yeniden başkan olması ihtimali arttıkça, medyada ve siyasal çevrelerde “ABD sonrası dönem” hakkında yorumlar, demeçler de artmaya başladı. 2003 yılında, o zamanki başkan George W. Bush zamanında ifade edilmeye başlanan, ABD’nin müttefiklerine sağladığı güvenlik desteğinden hasımlarının da yararlandığı, buna engel olmak için, Amerikan üslerinin boşaltılması ve birliklerin geri çekilmesi fikri, her ne kadar süre giden NATO’nun doğuya doğru genişlemesi fikriyle çelişse de hala gündemde.
Trump, kaybettiği 2020 seçimleri öncesi geri çekilme fikrini çok daha ayrıntılı olarak ortaya atmış, takvimler vermiş ve “Avrupalı ortaklarımız asalak tavırlarını terk ederek NATO paylarını arttırmazlarsa, Putin’e ‘Gel bunlara ne istiyorsan yap’ diyeceğim” diyerek, 1947’den beri devam eden Pax Americana (Amerikan Barışı) isimli güvenlik şemsiyesini kaldıracağını ilan etmişti.
Seçimleri Biden kazandı. ABD’nin Ukrayna üzerinden Rusya
Bütün Avrupa dillerinde atasözü veya deyim olarak ortak bir söylem vardır. Aslı Antakyalı Roma generali olan Germanicus Caesar’ın bir şiirinden gelir: Tavada kızartılmaktan kurtulmak için çabalarken, ateşe düşmek. Tam olarak “yağmurdan kaçarken doluya tutulmak” anlamında bir beceriksizlik, çaresizlik, köşeye kıstırılmışlık ifadesi...
Şu sırada bu ifade, en uygun yerini, 152 gün sonra sandık başına gidecek ABD’li seçmenlerin çaresizliğinde buluyor. Adaylardan biri Başkan Biden. Kimine göre bunak, kimine göre daima çok başarılı siyasetçilerin gölgesinde “ikinci adam” rolü oynadığı için beceriksizliği gizli kalmış birisi, kimine göre de Trump’ın kazanmasını önlemek isteyen Amerikalı seçmenin çaresizlikle tercih etmek zorunda kaldığı kişi. Diğeri Trump... Artık tescilli bir “suçlu.” Suçlu olduğu şey, “ağır hapis cezası gerektiren cürüm” değil ama vergi kayıtlarında sahtecilik, 4 yıla kadar hapisle cezalandırılabilir.
Yok hayır! İç siyasal hançer söylemine değil, uluslararası hançerleme önerilerine dair bir gözlemi sunmak istiyorum.
Gün geçmiyor ki, akademik bir omurgası (henüz) olmayan jeopolitik analiz alanında uzmanlığını ilan etmiş bir kişi, kendisi gibi kerameti kendinden menkul bir internet sitesinde (örneğin, Brussels Signal: brusselssignal.eu veya National Interest: nationalinterest.org) “Rusya dağılıyor,” “Çin çöküyor” diye başlayan ve ABD yönetimine bu süreci hızlandırması için neler yapması gerektiğini anlatan bir yazı çıkmasın.
Bu arada, eskilerin Rüşvet-i kelâm (lip service-göstermelik saygı) dedikleri türden, Türkiye’ye bir ucundan tutup, bir hançer uzatıyorlar ki, anlıyorsunuz Türkiye onların gözünde hala Osmanlı’yı yıkıp, onun yerine kurdukları söz dinleyen bir ülke olsa gerek: Türkiye bu hançeri alıp, önce Putin’i, sonra Şi’yi sırtından vursun. Bu zevatın gözünde çok zor olmasa gerek, ulusların uluslara, ittifaklara ihaneti.
Bu
Bazen sizin siyasi kararlarınız, onların asıl konusu olan halka şaka gibi gelir; dertlerine derman olmaz, günlük yaşamlarında hiçbir anlam taşımaz.
Birleşmiş Milletler’in 193 üyesinden 143’nün “tanıdığı” Filistin Devleti’ni 3 ülke daha, İspanya, İrlanda ve Norveç de tanımış oldu. Oldu da ne oldu? İsrail, bu ülkeleri tehdit etmiş, “Filistin’i tanımak şu anda Hamas’ı ödüllendirmektir” demişti. Peki bu üç ülke Hamas’ı ödüllendirdiyse, bunun “Hamas bizi temsil ediyor” diyen Gazzelilere ne yararı oldu?
İsrail bu 3 ülkenin kararı açıklandıkça, kendisi tarafından Güvenli Bölge ilan edilmiş olan Refah’a art arda bombaladı ve haftalardır Biden’dan bilmem hangi AB ülkesinin liderine kadar bütün Batı’nın “Girme!” dediği Gazze’ye tanklarını soktu.
Gazze Kasabı Netanyahu, dünyayla alay edercesine, 43 kişinin can verdiği çadırların yakılmasının “trajik bir hata” olduğunu söyledi. Bu konuşmayı yaparken, suratında iyice yer eden şeytani
Hafta sonu binlerce, hatta on binlerce İsrailli, Gazze’ye doğru yürüyüşler yaptı, yardım götüren konvoyları durdurdu, yardım kutularını parçaladı.
Bu sözüm-ona protesto hareketi yeni değil. Küçük gruplar, aylardır yardım konvoylarının önünü kesiyordu. Ancak protestocular artık cesaretlenmiş görünüyor; kamyonları durdurmakla kalmıyor, kapılarını açıyor ve içindekileri parçalıyor. Kan, serum, ilaç ve gıda maddeleri yollara saçılıyor, toplansa bile kızgın Ortadoğu güneşi altında birkaç saatte tümü kullanılamaz hale gelmiş oluyor.
Gazze de Batı Şeria gibi İsrail işgali altında, yasadışı yerleşime açılmış ve köktendinci Yahudiler, “kitabın emrini,” yani Yehova’nın bütün Filistin Yahudi toprağı olursa, ancak o zaman vaat edilen diğer topraklara (örneğin ta Kayseri-Erzurum hattına kadar, Fırat ile Dicle’nin arasına) yerleşmeye izin vereceği inancını yerine getirmek üzere harekete geçmişlerdi. 1970’te başlayan Batı Şeria ve Gazze işgalinde on binlerce Arap evlerinden,
TRT’nin İngilizce kanalı TRT-World, geçen hafta çok yararlı bir hizmet yaptı; program yapımcısı Paul Salvatori ile Chicago Üniversitesi’nde görev yapan Amerikalı siyaset bilimi profesörü John J. Mearsheimer’ın İsrail’in Filistin konusunu nasıl çözümsüz bir sorun haline getirdiğine ilişkin mülakatını altyazılı olarak yayınladı. (Keşke bu program seslendirilse ve TRT’nin diğer haber kanallarında da yayınlansa.)
İsrail’in Filistin açmazını anlattıktan sonra, Prof. Mearsheimer, “Şimdi bana bu sorun nasıl çözülecek diye sorarsanız, cevabım şu olacak: Bilmiyorum. Çünkü İsrail ile onun müttefikleri ABD ve Avrupa ülkeleri bir çözüm yolu öneremiyorlar,” dedi. Prof. Mearsheimer, Amerikan bilim ve medya dünyasında, ülkesinin İsrail’e sağladığı kayıtsız-şartsız desteği kınayan az kişilerden biri. “Uluslararası Politikada Yalan Gerçeği”, “İsrail Lobisi ve Amerikan Dış Politikası” ve “Büyük Güç Siyasetinin Trajedisi” isimli kitapları
Acaba iki ABD ve iki Biden mı var? Yoksa biz hayal mi görüyoruz? Yoksa Biden, sadece Amerikalı gençleri ve Demokratları değil, aynı zamanda tüm dünyayı kör ve sersem mi sanıyor?
Önce “İsrail’e, ölçüsüz saldırılarda kullandığı için 900 kiloluk bombaları vermiyoruz” dediler; ama 200 kiloluk bombaların verilmeye devam edildiği anlaşıldı. Sonra bizzat Biden, “İsrail’e silah sevkiyatını durduruyoruz çünkü bizim silahlarımızı sivil halkı öldürmekte kullanıyorlar” dedi; daha bu demecin mürekkebi kurumadan Beyaz Saray sözcüsü, “İsrail’in soykırımı yaptığının kanıtı yok” diye açıklama yaptı.
Bu açıklamanın yapıldığı salonda TRT Washington Muhabiri Ali Artmaz, CNN-Türk temsilcisi Yunus Paksoy ve diğer Türk gazeteci kardeşlerimiz bulunmasalar, o uygar dünyanın icabında aleme insanlık dersi veren medyasının temsilcileri, sözcüye “Sizin ölçülerinize göre kaç sivilin öldürülmesi soykırımı sayılmak için yeterli?” diye
İkinci uzay adamımız Tuva Cihangir Atasever’in uzay yolculuğu takvimi ve programı açıklandı. 8 Haziran’da gerçekleştirilecek, 1.5 saat sürecek bilim misyonu çerçevesinde Atasever, 7 bilimsel deney yapacak. TÜRKSAT 6A uydusu da aynı tarihlerde fırlatılacak.
Sanayi ve Teknoloji Bakanı Mehmet Fatih Kacır, Türkiye’nin astronotları Alper Gezeravcı ve Atasever ile ortak bir toplantıda detayları açıkladı. Havacılık ve uzay çalışmalarının ayrıntılarına vakıf olmayan bizler için, “Uzayda İnsülin Kalemi Testi” veya “akıllı ve aktif bir giyilebilir iyonize radyasyon dozimetresi” ile yapılacak radyoloji ve kanser araştırmalarında, çalışanların ne kadar iyonize radyasyona maruz kaldıklarının anlık olarak tespit edilmesinin neden önemli olduğunu anlamak zordur. Ancak bir uzay aracının fırlatılması, mürettebat ve pilotların bu sıradaki deneyiminden tutun, dünyadaki 10 uydu üreticisinden birisi olmanın ve yakında kendi uydusunu kendi aracıyla uzaya göndermenin hazırlığına kadar, ülkemizin ve ulusumuzun önünde açılan yeni