Sosyoloji biliminin 15 kurucusu vardır, Emile Durkheim (1858–1917) da onlardan biridir. 1897’de yazdığı, “Bir Sosyoloji Çalışması: İntihar” isimli eserinde, 4 tür kendi canına kıyma dürtüsü sayar (bencil, fedakâr, anomik ve kaderci); bunlardan ikincisini şöyle açıklar:
“Bir grubun hedef ve inançları ile dolup, taşan; kendisinden vaz geçerek bu inanç için fedakârlık yaptığı inancıyla karakterize edilen intiharlar.”
Durkheim’a göre bu tarz canına kıyma eylemi, “toplum adına bireysel fedakarlıkların toplumsal değerinin yüksek olduğu” toplumlarda daha sık görülür; örneğin bireyin toplum adına, askerlik hizmetinde, kendinden vaz geçmesinin beklendiği durumlarda, bireyin topluma aşırı bağlı olduğu ortamlarda bu davranış olağan sayılır.
ABD Hava Kuvvetleri’nin Texas’ta San Antonio karargahında, yazılım geliştirme mühendisi olarak görevli olan 25 yaşındaki Aaron Bushnell, geçtiğimiz Pazar günü, öğle saatlerinde, Washington’daki İsrail Büyükelçiliği
Uluslararası Adalet Divanı (UAD) oturumlarını sürdürüyor. Bu oturumlardan herhangi birisinin yapıldığı herhangi bir gün, İsrail ordusu, Başbakan Netanyahu’nun emriyle, ortalama 100 Filistinli öldürmeye devam ediyor.
Bu satırların yazarı, insanoğlunun fıtraten iyi olduğuna, uluslararası iş birliği ve Birleşmiş Milletler, UAD ve benzeri kurumların, sonunda insanoğlunun içindeki iyiliğin galip gelmesini sağlayacağına inancı, hatta imanı olmasa, UAD’ın bir tür komedi, ABD’nin ve İngiltere’nin suç ortaklığıyla İsrail’in, gözümüzün içine baka-baka, suçların en ağırını, Alman ve Japon faşistlerinin soykırımlarından daha beterini işlediğini yazmak o kadar kolay ki. “Daha beter” illa sayıyla ölçülmemeli. Almanya diktatörü Hitler’in 5 milyon Yahudi ve Romanı, Japon imparatoru Hirohito’nun 6 milyon Çinli, Endonezyalı, Koreli, Filipinli ve batılı savaş esirini öldürdüğünü hatırlayınca, belki Batılılara en az 10 bini çocuk, 30 bin Filistinlinin öldürülmüş olması
Donald Trump’ın seçilmeden önce ABD ve onun müttefiklerinin dış ilişkilerine verdiği zararı dikkate alırsak, başkan seçilirse dünyanın içine düşeceği kargaşayı tahmin etmek çok kolay. Ortada NATO filan kalmaz; 3. Dünya Savaşı, Putin, Şi Cinpin ve Ali Hamaney’in keyfine ve zamanlamasına kalır.
Çok mu karamsar? Ama öyle. Trump dünyanın en büyük, zengin ve çok askeri, casusu ve nükleer füzesi olan ülkede 4 yıl başkanlık yaptı; şu anda görevdeki başkan ve hayatta olan eski başkanlarla her gün aynı istihbarat raporunu alıyor. Yani durduk yerde, hapishane bahçesinde yürüyüş yaparken düşüp ölüveren Aleksey Navalni’nin ölümüne dair her şeyi biliyor olsa gerek. Belki, bütün muhalif ve kendine göre vatan haini asker-sivil herkesi ortadan kaldıran Rusya rejimi ve onun şu andaki lideri Vladimir Putin’in kime, nasıl emir verdiğini, cinayetin nasıl ve kimlerce planlanıp icra edildiğini ABD tarafı henüz tamamen bilmiyorsa bile, ABD’nin eski-yeni başkanı, bakanı, istihbarat
Rusya’da, geçen Cuma günü, 19 yıllık hapis cezasını çekmekte olduğu Kutup Bölgesi’nde, Yamal yarımadasındaki cezaevinin bahçesinde yere yığılarak ölen “muhalefet lideri” Aleksey Navalni “olayı” dünyayı uzun süre konuşturacaktır.
Bilinmesi gereken ancak gerekli verilerin ortaya çıkartılması şu anda hemen hemen imkansız gibi görünen, Navalni’nin, Rus savcıların iddia ettiği gibi, “CIA tarafından finanse edilen bir Neo-Nazi” hareketi lideri olduğu tezidir. Rusya’da biraz hukuk ve maliye eğitimi görmüş olan Navalni, 2010 yılında Yale Üniversitesi’nin bir programı çerçevesinde ABD’de 6 ay bulundu. Dönüşünde, daha önce kurduğu Narod (Halk) Partisi’ni kapattı, yerine Yolsuzlukla Mücadele Vakfı (FBK) isimli bir örgüt kurdu. Bu örgütün alanı, Narod gibi Rus milliyetçiliği değil, komünizm sonrası kurulan ve başına eski komünist liderlerin getirildiği, dev kamu kurumlarının malını-mülkünü ve faaliyet alanını
NATO, Donald Trump başkan olduğu sırada, onun baskısıyla, üyelerin savunma bütçelerini yüzde 2 artırmalarını kararlaştırmıştı. Bu, NATO’nun Doğu Avrupalı yeni üyeleri ile ulusal savunmada dışa bağımlılıktan kurtulmaya çalışan Türkiye için kolaydı. Ancak Korona salgınının orta yerinde milli bütçeler, ulusal gelirler daralırken Batı Avrupa ülkeleri için bu neredeyse imkansızdı.
ABD, istediği gibi dolar basan, vergi gelirlerinin neredeyse yarısını doğruca dev silah ve savaş uçağı, roket, bomba imalatçısı dev şirketlere aktaran bir ülke (Bu arada milletvekilleri ve senatörlerin bu silah sanayiinin ortağı olduklarını da hatırlayalım); arzu ettiği an savunma harcamalarını istediği gibi artırır veya artırmış görünür. Bunu da Kongre’nin birkaç komisyonunun, birkaç üyesinden başka kimse bilmez, bilemez.
ABD’nin 2024 savunma bütçesi 842 milyar dolar olarak açıklandı. Bu, geçen yıla göre yüzde 5 daha fazla. Ancak, bütçe komisyonu, iki yıl önceki reel harcamaların 877 milyar dolar olarak
Yunan gazeteleri bir yandan ABD’nin malum düşünce (!) kuruluşları diğer yandan, aylarca “Türkiye’ye F-16 uçakları verilmesin!” diye tepindi. Buna engel olamayınca şimdi ortaya bir “Yunanistan ve Türkiye ile F-16 ve F-35 savaş uçaklarının satışına ilişkin üçlü anlaşma” söylentisi attılar; bunun uygulanmasını sağlamak için var güçleriyle yırtınıyorlar.
Güya, Türkiye’ye yeni F-16 savaş uçağı satışı ile mevcutların güncellenmesi için gerekli kitlerin verilmesi, kimine göre 2, kimine göre 3 şarta bağlıymış. Kabaca, bu çevreler, uçakların Türkiye’nin Yunanistan’a (kime göre PYD-YPG’ye) karşı kullanılmaması şartına bağlı olduğunu veya ‘olması gerektiğini’ savunuyorlar.
Yunan Kathimerini gazetesi, ABD Dışişleri Bakanlığı’nın Temsilciler Meclisi ve Senato’nun ilgili 4 komitesine gizli bir mektup gönderdiğini, Türkiye ile yapılan anlaşmanın kamuoyuna açıklanmayan bir bölümü olduğunu, bu bölümde Yunan adaları
Her siyasal parti, ülkesini yönetmek isteyen siyasetçiler tarafından kurulur. Her siyasetçinin, partisinin iktidara gelmesini ve orada kalmasını istemek en tabii hakkıdır. Ancak siyasetçilerden beklenen, gerektiğinde işi başaramadığını anlaması, zamanı geldiğinde görevi rakip partilere bırakması ya da en azından erken seçim kararı almasıdır.
İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, bu genel kuralın istisnalarından biridir. Onun derdi iktidarda kalmaktır, başbakan olmanın ego tatmin eden nimetlerinden istifade etmek, (mahkemelerde görülmekte olan davalara göre) bu nimetlerin maddi taraflarından da olduğunca keseyi doldurmaktır. Bu ifade bana değil, Haaretz gazetesine (ve 20’ye yakın batı medyasına) aittir. Haaretz başyazarı bununla da bırakmıyor, “Netanyahu, siyaseten mahvedilmelidir; yoksa İsrail mahvolacak” diye devam ediyor (shorturl.at/arJQS).
Bunun maddi şartları hazır. Terörle mücadele iddiasındaki bir hükumetin birinci görevi, Hamas’ın elindeki 136 rehinenin serbest bırakılmasını sağlamaktır. Hamas bunun için ateşkes ve Gazze’deki İsrail işgal
Biden, bakabildiğince sert bakışlarla ve elinden geldiğince ekşimiş bir yüz ifadesiyle “Amerikalılara zarar veren bedelini öder” diyor. Başkan’dan habersiz kanser ameliyatı olan Savunma Bakanı, “Bu daha başlangıç! Devamı gelecek” diyor. Ama İran ile bağlantılı milislerin Ürdün’deki bir üste, ABD’li 3 personeli öldürdüğü saldırıya Washington’ın misillemesi, aralarında sivillerin de olduğu 16 kişinin ölmesine rağmen, beklendiği gibi sınırlı oldu.
Hatta, Trumpçı eski subaylar ve sivil uzmanların iddiasına göre, bu misilleme, Katar üzerinden İran’a haber uçurulan bir tür danışıklı dövüştü. ABD Merkez Kuvvetleri Komutanlığı’nın (CENTCOM), 85’ten fazla hedefe B-1 uçaklarıyla saldırı düzenlendiğini açıkladığı andan itibaren, Fox haber kanalını dolduran uzmanlar, ABD misillemesinin geç kaldığından hedeflerin karşı tarafa gerçekten zarar vermeyecek şekilde seçildiğine kadar, bir anlamda harekatın boyutunu küçümseyen ama diğer açıdan