Fuat Keyman

Fuat Keyman

fkeyman@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

İki soruyla başlayalım. Birinci soru; acaba çözüm süreci başarıyla devam etmeseydi, Gezi Parkı protestosu olabilir miydi?
Benim yanıtım, net bir “Hayır”.
Çünkü, ülkenin bir yanında PKK ile düşük yoğunluklu savaş varken, ölümler ve cenazeler her gün yaşanırken, Gezi Parkı gerçekleşemezdi
Son üç aydır fiili olarak yaşanan çözüm sürecinde, şiddet dışı, ölümün ve cenazenin olmadığı her geçen gün, barış dili güçlendi.
Çözüm süreci, Gezi Parkı’yla birebir ilişkili olmamakla birlikte, yaşadıklarımızın “tarihsel bağlamını” oluşturuyor.
İkinci soru; acaba vesayet rejimi çok zayıflamasaydı, Gezi Parkı protestosu olabilir miydi?
Yanıtım yine, net bir “Hayır”.
Çünkü; askeri vesayet devam etseydi, yaşadıklarımız farklı gelişir, Gezi Parkı darbe kokuları üretmeye başlar, asker açıklama yapar, daha da önemlisi, çocuklarımız, öğrencilerimiz, bizler dahil hiç kimse parka ve meydana gitmezdi.

‘Onur mücadelesi’
Ülkede vesayet rejiminin zayıflaması da, Gezi Parkı’nın tarihsel bağlamını oluşturdu.
Gezi Parkı protestosunun, ne Cumhuriyet Mitingleri ve AK Parti’ye darbe girişimleri, ne de 27 Mayıs darbesiyle bir ilişkisi vardır.
İronik olan, her iki olumlu sürecin taşıyıcı aktörü Başbakan ve AK Parti, bugün, Türkiye’de kutuplaşma sorununu çok derinleştirecek bir söylem ve siyaset izliyorlar.
Başbakan ve ailesine yapılan küfürleri, bazı kamu mallarına yapılan zararı, başörtülü bir anne ve çocuğuna yapılanları, net ve amasız kınıyoruz.
Bununla birlikte, altını çizerek vurgulayalım;
Gezi Parkı protestosu, ülkemizde, demokrasinin olgunlaşması, farklı kimliklerimiz içinde birlikte yaşama kültürünün güçlenmesi, toplumsal kutuplaşma sorunun çözümü, yaratıcılığın ortaya çıkması ve en önemlisi, gençlerimizden kentli olmayı ve siyaseti öğrenme olasılığını ortaya çıkartan bir fırsattı.
Ama, maalesef, başta Başbakan ve AK Parti, bu fırsatı göremedi.
Aksine;
Arap Baharı’nda meydanlardaki gençlere “Onur Mücadelesi yapan gençlik” olarak yaklaşılırken, bizim gençlerimize, “Çapulcular, Ayyaşlar, Ahlak ve Aile Terbiyesi görmemişler” v.b. aşağılayıcı kodlamalarla yaklaşıldı.
Polisin aşırı şiddetiyle yaşamlar kaybedildi, ciddi yaralanmalar oldu, bedenleri ilaçlı suyla yıkandı.
Gezi Parkı gençleri, çoğunluğu şiddete başvurmadan, “Onur Mücadelesi” yaptılar.
“Piyano Konserleri”, “Duran İnsanlar”, v.b. yaratıcı eylemlerle, “Biz Çapulcu Değiliz” dediler.
Çoğumuz, çocuklarımıza, öğrencilerimize yapılan polis şiddetinden ve aşağılayıcı kodlamalardan çok rahatsız olduğumuz için sokaklara çıktık, Gezi Parkı’na gittik.
Bir anneden, bir babadan, bir hocadan, bir öğretmenden, herhalde başka tür bir davranış beklenemezdi.
Çocuklarımıza ve öğrencilerimize saygımız, “Yeter artık” demeyi gerektirirdi.
Gezi Parkı ülkemiz için, demokrasi ve birlikte yaşamak için çok büyük bir fırsattı.
Çözüm süreci ve vesayet rejimine karşı mücadele gibi çok olumlu ve cesaret verici adımları atan Başbakan ve AK Parti, bugün, bu fırsatın kaçmasında baş rolü oynuyorlar.

Bu süreç bitmeli
Başbakan, konuşmalarıyla, mitingleriyle, polis şiddetini ve aşırı gaz kullanımını bir kelimeyle geçiştiren tavrıyla, dahası, gençlere, ailelere, akademisyenlere, sanatçılara, doktorlara, avukatlara, daha bir sürü kesime dönük onur kırıcı yaklaşımıyla, Türkiye’yi aşırı kutuplaşmaya, hatta bölünmeye doğru sürükleyen bir tavır içinde. Eli sopaları insanları görüyoruz.
Sayın Başbakan, lütfen, yapmayın, bu süreç bitmeli; kutuplaşmadan çıkıyoruz derken, bölünme ve çatışma riskiyle karşılaşmayalım.
Yanı başımızda Suriye krizi ve Irak sorunu varken, bölgesel ve küresel güvenlik riskleri artarken, bir kesimi ötekileştirici ve incitici bir siyaset anlayışı izlemeyelim.
Gezi Parkı’nı doğru okuyalım.