Gezi Parkı protestosu, Türkiye demokrasisi ve modernleşmesi için önemli bir katma değer yarattı.
Toplumsal birlikteliği;
Aktif katılımcı vatandaşlığı;
Türkiye’nin yaratıcı dinamizmini;
Yeni kentli yaratıcı ve katılımcı kültürel kimliği;
Onur siyasetini ve,
Çoğulcu toplumsal yaşam talebini seslendirdi.
Bu nitelikleriyle ismini Türkiye ve dünya tarihine yazdırdı.
Buna karşın, Başbakan Erdoğan ve AK Parti hükümeti, maalesef, bu süreci doğru okuyamadı. Dahası, toplumsal kutuplaşmayı derinleştiren, Türkiye’yi içine kapatan, Batı ile kavgalı “tutucu bir yönetim anlayışı” sergiledi.
Son günlerde, Gezi Parkı protestosuna benzer eylemler, Brezilya’da da yaşanmaya başlandı. Eylemler otobüs biletlerine gelen zam ile başladı ve hızla büyüdü.
Brezilya Devlet Başkanı Dilma Rousseff, Başbakan Erdoğan’ın tam tersi bir tavırla, eylemlere ve eylemcilere yaklaştı: “Gösteriler... demokrasimizin büyüklüğünü gösteriyor... Hükümet değişim isteyen sesleri dinliyor... Eylemlerin boyutu demokrasimizin enerjisini, sokakların güçlü sesini ve halkımızın çağdaşlığını gösteriyor.”
Rousseff’un bu yaklaşımını, Başbakan ilk gün gösterseydi, bugün çok farklı bir noktada olabilirdik.
Türkiye tarihinin birçok döneminde olduğu gibi, Gezi Parkı’nda da, halk, “hükmetme” değil, aksine demokratik yönetime dayalı “liderlik” istedi.
Rızayı sert güce öncül gören, kucaklayıcı, dinleyen bir liderlik anlayışı. Kendi görüşünü, kendi ahlak anlayışını, kendi gücünü emir kipiyle konuşarak, onur kırıcı tavırla empoze eden bir hükmetme değil. Demokrasinin ve birlikte yaşama kültürünün üzerine kurulmuş bir yönetim, bir liderlik anlayışı bugün Başbakan’ın tercihi olmalı.
Gezi Parkı, başta Başbakan olmak üzere, hükümete, muhalefet partilerine ve liderlerine ve de devlet görevlilerine çok büyük dersler verdi.
Bu dersleri şu şekilde sıralayabiliriz:
Türkiye, “katılımcı-müzakereci demokrasi” istiyor; buna hazır.
Türkiye, “aktif, hak ve özgürlüklerine sahip çıkan ve çevreye duyarlı vatandaşlık” istiyor; buna da hazır.
Türkiye, ahlak, değerler, inançlar ekseninde, çoğulcu bir toplumsal yaşam istiyor; buna da hazır.
Türkiye, birbirlerine güvenmeyen cemaatlerden oluşmuş bir toplumsal yaşamı değil, farklılıklar içinde insanların birbirlerine güven duyduğumuz bir toplum olmayı istiyor; buna da hazır.
Gezi Parkı’yla, Taksim Meydanı’yla ve diğer meydanlarla, Türkiye toplum olma yolunda büyük bir adım attı.
Yaratıcılıklarıyla ve yaptıkları onur mücadelesiyle gençlerimiz bunu bize gösterdi.
Onlara saygı duyalım, teşekkür edelim.
Bugünün Türkiye’sini yarına taşımak için kucaklayıcı, rızaya dayanan, eleştiriye ve katılıma açık bir demokratik yönetim ve liderlik anlayışına Türkiye’nin gereksinimi var. Kutuplaşmış değil, aksine birlikte yaşayan; cemaat değil, aksine çoğulcu toplum olan; boyun eğen değil, aksine katılan; pasif değil, aksine aktif vatandaşlığa dayanan bir Türkiye, hem içinde, hem de dışarıya karşı daha güçlü olacaktır.
Başbakan ve AK Parti umarız hükmetmeyi değil liderliği ve demokrasiyi tercih eder.
Artık Gezi Parkı’ndan Çözüm Süreci’ne dönme zamanı.
Gezi Parkı deneyiminden doğru derslerin alınması Çözüm Süreci’nde başarılı olmanın anahtarıdır.