Üç hafta önce Kanal D’de ekrana gelmeye başlayan “İnci Taneleri” dizisi, her üç hafta da tüm kategorilerde birinci olarak reyting tablolarını değiştirdi. Aslında şaşılacak bir durum değil. Çünkü başrolde, Mükremin Çıtır karakterinden bugüne filmleriyle, tiyatro oyunlarıyla seyircinin kapısını, kalbini hep açık tuttuğu Yılmaz Erdoğan var. Onun canlandırdığı Azem Hoca karakterini mutlulukla buyur ettiler evlerine. Hazar Ergüçlü her ne kadar Dilber dansı ile sosyal medyada büyük yankı uyandırsa da yine seyircinin sevdiği oyunculardan, ona da ‘hoş geldin’ dedi tv izleyicisi. Dilber de girdi salona. Esasen dizinin oyuncu kadrosundaki pek çok isim tv seyircisinin yabancılık çekmediği, başarılı isimler olduğu için “İnci Taneleri” ekrandaki dizi yarışında daha ilk haftalarda ipi göğüsledi. Ama tek başına kastla olmadı bu. Bir de senaryo gerçeği var.
“İnci Taneleri”nin konusuyla başlayalım. Dizi, eşi ve iki çocuğuyla mutlu bir aile hayatı süren edebiyat öğretmeni Azem
Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Nuri Ersoy, geçtiğimiz çarşamba günü, AKM Tiyatro Salonu’nda 2023 yılı turizm verilerini değerlendirdi. 2024 öngörülerini basın mensuplarıyla paylaştı. Bakanın açıkladığı veriler gösteriyor ki, 2023 genel olarak turizm sektöründe rekorlara imza attığımız bir yıl oldu. 2022 yılında 51,4 milyon ziyaretçiyle pandemi öncesi rakamlar yakalanırken 2023 yılını 56,7 milyon ziyaretçiyle kapattık. Bu da yüzde 10’luk bir artışa denk geliyor. Ziyaretçi sayılarına göre en fazla turist aldığımız ülke Rusya. Onu Almanya ve İngiltere takip ediyor. 2023’te turistlerin geceleme sayılarına baktığımızda pandemi öncesi rakamlara dönmüş olduğumuzu görüyoruz.
Peki turist bir günde ne kadar harcama yapıyor? 2017’de 700 dolar, 2022’de 905 dolar, 2023’te ise 950 dolar. Toplam gelir 2022 yılında 46,5 milyar olarak kaydedilmiş. 2023 yılında ise 54,3 milyar dolar elde ederek bir turizm rekoru kırılmış. Bakan Ersoy, 2024 yılı gelir hedefinin 60 milyar dolar olduğunu söyledi. Bakan Ersoy, ABD’de
Sinema Yazarları Derneği (SİYAD) üyelerinin oylarıyla seçilen 2023 yılında sinema salonlarında ve dijital platformlarda gösterilen en iyi uluslararası filmler, geçtiğimiz perşembe günü açıklandı. Vizyon filmleri içerisinde ilk sırayı Fransız yönetmen Justine Triet’nin geçen yıl Cannes Film Festivali’nde büyük ödül Altın Palmiye’yi kazanan ve şimdi de en iyi film dalında Oscar adayı olan “Bir Düşüşün Anatomisi” (Anatomie d’une chute) aldı. Eğer SİYAD jürisinde olsaydım benim oyum da bu filme olurdu. Zira geçen yıl izlediğim en iyi filmdi “Bir Düşüşün Anatomisi”. Nefes kesen bir mahkeme filmi. Psikolojik derinliği olan bir aile draması.
Başarılı Alman yazar Sandra Voyter, Londra’da tanışıp evlendiği kocası Samuel’in isteğiyle, izole bir yaşamı kabul edip Fransa Alpleri’nde bir dağ evine taşınıyor. Oğulları görme engelli Daniel burada büyüyor. Bir gün Daniel, evin önünde babasının cesediyle karşılaşıyor. Tam da Samuel’in çalışma odasının altındaki
Halide Edib, Şükûfe Nihal, Şair Nigâr, Leylâ Saz, Fatma Aliye, Nezihe Muhiddin, Mihri Müşfik, Celile Hikmet, Suat Derviş… Bu olağanüstü kadınları hepimiz biliriz. Tanzimat sonrası dönemin reformları sayesinde sosyal hayatta, edebiyat ve sanatta yerlerini almış, zamanla tarihe mal olmuş öncü kadınlardır onlar. Aynı kuşağa mensup Melek Celâl adını ise çoğumuz bilmiyorduk. Ne zaman ki 26 Aralık 2023’te Sakıp Sabancı Müzesi, “Unutulmuş Bir Cumhuriyet Kadını” isimli sergiyi açtı, işte o zaman bütün yönleriyle tanıma imkânı bulduk Melek Celâl’i. SSM müdürü Nazan Ölçer’in, sanat tarihine bir nevi yeni yıl hediyesiydi bu sergi. Güçlü, dirayetli bir kadın, tarihin derinliklerinde kaybolmuş bir başka güçlü, dirayetli kadına elini uzattı ve onu gün ışığına çıkardı. Ressam, heykeltıraş, sanat tarihçi ve yazar Melek Celâl’i…
Oğluyla ilişkisi
Melek, köklü bir ailenin kızı. Konak eğitiminden geçiyor. Eve gelen öğretmenlerden
Perşembe akşamüstü buradaki işlerini yarım bırakıp yola revan oldu Ayla Algan. Yeni yılın ilk günlerinde, 86 yaşında, koltuğunda senaryo okurken… Kalktı gitti. Gittiği yerde ihtimal Beklan Algan açmıştır kapıyı neşeyle, özlemle. Yanında da Muhsin Ertuğrul vardır, kim bilebilir ki? Bu birden geliveren ‘erken’ ölüm, her ölüm gibi. Daha toprağa verilmeden yazarak kaldırmak cenazeyi. Saygıyla anarak. Kelimelerle uğurlamak. Benim yas tutma şeklim de bu.
Aklıma ilk gelen “Ah Güzel İstanbul” oldu. Senaryosunu Ayşe Şasa ve Safa Önal’ın yazdığı, yönetmenliğini Atıf Yılmaz’ın yaptığı, 1962 yapımı Türk sineması klasiği. Dijital ortamda buldum filmi. Siyah beyaz akmaya başladı Ayla Algan’ın şiir gibi oynadığı sahneler. Karikatürize edilmiş tipine rağmen, karakterinin hakkını fazlasıyla veriyor Ayla Algan. Erken dönem iyi oyunculuk dersi bir tür. Gözleri, mimikleri, hüznü, neşesi, beden diliyle Ayşe’yi unutulmaz kılıyor. Yanına Sadri Alışık’ın oyunculuğunu da eklersek, birlikte yaptıkları esaslı bir tango aslında.
Film Sadri
Bugün 31 Aralık. Yılın son günü. Her sene olduğu gibi ‘Nasıl da çabuk geçti’ dediğimiz, ‘Giden ömürdendir’ diyerek biraz hüzünlendiğimiz. Ama kaçınılmaz olarak da yeni bir yıla girmenin tatlı telaşına düştüğümüz. Akşamı beklediğimiz. Sıcacık aile sofralarında yerini alacak kuruyemişler, bir yılbaşı klasiği olarak tombala çıkacak ortaya. Kızarmış bir tavuk ya da hindi. Bir bölümümüz de dışarıda kutlayacağız yeni yılı. Benim gibi hazır aile sofrasına oturacaklar için, uzun bir tatil günü. Ve ben yine aynı şeyi yapacağım. Yılbaşı, Noel filmleri seyredeceğim. Kasım ayından beri yaptığım gibi. Kasım gibi dijital kanallarda bir Noel filmi furyası başlıyor. Neredeyse hepsini seyrediyorum. Bu konuda oldukça iddialıyım. Niye? Çok iyi filmler mi bunlar? Hayır, değil! Hatta birbirinin aynı vasat senaryolar, hiç tanınmamış oyuncular ve sıradan oyunculuklar… İyi de neden bu filmleri, âdeta filmden filme koşan bir festival izleyicisi gibi takip ediyorum?
Mutlu son
İlk nedeni yeni yıl temalı görsel zenginlikleri.
Mustafa Kemal Atatürk, 11 Ekim 1925’te tarihe geçen konuşmasında şöyle der: “Bütün cihan işitsin ki efendiler, artık İzmir hiçbir kirli ayağın üzerine basamayacağı çok mukaddes bir topraktır.” Bu hafta çarşamba günü, Milliyet gazetesi ve Milliyet Sanat dergisi olarak o çok mukaddes topraklardaydık. Aylardır yürüttüğümüz çalışmaların sonucunda Cumhuriyetimizin 100. yılını İzmirlilerle birlikte, muhteşem bir konser eşliğinde kutladık. İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin bize tahsis ettiği, Türkiye’nin en iyi konser salonlarından olan Ahmed Adnan Saygun Sanat Merkezi’nin sahnesinde, Mey Diageo sponsorluğunda “Atatürk’ü Anlamak” isimli konferans konserde, Atatürk’ü İzmirlilerle birlikte, müzik sevgisi ve müzik reformu üzerinden andık.
Sanat yönetmenliğini Milliyet Sanat dergisine 20 yıldan uzun bir süredir müzik yazıları yazan Kemal Küçük’ün üstlendiği “Atatürk’ü Anlamak” adlı konserde, Cihat
İki çocuğum, bir de kızım var. Erkek adamın erkek çocuğu olur. Hiç erkek doğurmadın, bütün mirasınızı damatlar yiyecek. Ataerkil toplumlarda yaygın ifadeler bunlar. Kız çocuğun çocuktan sayılmaması, erkeklik hatta kadınlık nişanesinin erkek çocuk sahibi olmayı gerektirmesi. Üstelik bunlar kadının meseleleri kabul edilir. Yanlış (!) spermin sorumlusu o olmadığı hâlde, fatura kadına kesilir. O, kocasına bir erkek evlat verememiştir.
Kadın, kadın olmakla ilgili maruz kaldığı onlarca haksızlık yetmezmiş gibi dünyaya getirdiği çocuğun cinsiyeti üzerinden bir de psikolojik şiddete uğrar. Eksikli görülür. Defolu. Artık devir değişti, gerçeği herkes biliyor diyebilecek durumda değiliz. Hâlâ birçok kadın ‘erkek çocuk sahibi olma’ stresi yaşıyor evliliğinde. Bizde ve dünyanın farklı coğrafyalarında.
Amjad Al Rasheed’in ilk uzun metrajlı filmi “Inshallah a Boy / İnşallah Erkek Olur” konuya miras meselesini odağına alarak, kadın olmakla ilgili yan hikâyeleri de kullanıp son derece vurucu bir yorum getiriyor. Bu yıl Cannes Film