Teşekkürler Toni Morrison

11 Ağustos 2019

18 Şubat 1931’de Ohio’ya bağlı Lorain’de dünyaya geldi Toni Morrison. Wofford Ailesi’nin dört çocuğunun ikincisi olarak, Chloe Anthony adıyla. Okul yıllarında arkadaşları Chloe ismini telaffuz etmekte güçlük çekince, ikinci adını kısaltıp kendine Toni demeye başladı. Edebiyatla ilişkisi ailesi sayesinde kuruldu. Hikayelere bayılıyordu; hikaye anlatıcılarına da. Lorain Lisesi’ni dereceyle bitirdikten sonra üniversite öğrenimi için Washington’daki Howard Üniversitesi İngilizce Bölümü’nü tercih etti. Yüksek lisansını Cornell Üniversitesi’nde yaptı. Tez konusu Virgina Woolf ve William Faulkner’dı. Sonrasında Texas Southern Üniversitesi’nde ders verdi. 1957’de İngilizce öğretmenliği için Howard Üniversitesi’ne geri döndü; orada Jamaikalı mimar Harold Morrison ile tanıştı. Evlendiler, iki çocukları oldu. 1964’te eşinden boşanıp, üniversitedeki görevinden ayrılan Morrison, iki küçük çocuğu ile birlikte New York’a taşındı. Random

Yazının Devamı

Gelsin 50 yaşım, hoş gelsin sefa getirsin!

28 Temmuz 2019

Bir süredir epeyce yaklaştığım 50’li yaşları pek merak eder oldum. Özellikle biri canımı sıktığında “Dünkü çocuk değilim, 50 yaşıma geliyorum!!!” cümlesini çok sık kullanıyorum. Sanki 50 yaş, hadsizlik yapanların şöyle bir silkelenmesine neden olabilecek iyi bir mazaretmiş gibi.

Yaşıtlarımın çoğu pek sıcak bakmıyor bu durumuma. Her 50’ye yaklaştığımı vurgulayışımda, benden bir yaş küçük mesletaşım olan yakın bir arkadaşım özellikle, şöyle elinin tersiyle ağzıma bir tane indirmek istiyor. Daha 50’ye var, bu neyin acelesi diye. Acele filan değil aslında. Sahiden çok merak ediyorum, 40’ların gelgitli kabuğundan sıyrılmayı. İtiraf edeyim Duygu Asena’nın “Hayattaki en büyük aşkımı 50 yaşımda yaşadım” gibi bir cümlesi vardır ki o da aklımın bir yerlerinde kıpırdayıp duruyor.

Bu merakı giderecek, fazlasını da verecek çok hoş bir film girdi vizyona geçen hafta. Şilili yönetmen Sebastian Lelio’nun “Gloria Bell”i. Bu bir yeniden çevrim. Lelio ilk “Gloria”yı 2013 yılında çekmiş

Yazının Devamı

924 sayfalık bir rüya

21 Temmuz 2019

İkinci Dünya Savaşı’ndan yeni çıkmış Paris... Alman işgali sona ermiş. Bunu kutlamak için bir araya gelen Paris entelijansiyasının buluşmasıyla açılıyor Simone de Beauvoir’ın Goncourt Ödülü’nü almış romanı “Mandarinler”. 924 sayfalık bir rüya. Hiç uyanmak istemediğim. Son bir haftam onunla geçti. Yıllardır okuma listemde bekler dururdu ama bir türlü fırsat bulamamıştım. Nihayet geçen hafta Alfa Yayınları’ndan çıkan yeni baskısını görünce daha fazla ertelemek istemedim. Meğer nasıl bir edebi lezzetten mahrum bırakmışım kendimi onca yıl.

Kadın kimliğimin oluşmasında mihenk taşı saydığım “İkinci Cins” serisiyle başladı Simone de Beauvoir okumalarım. Genç kızlıktan olgunluk çağına uzanan. İçinde varoluşçu felsefe, feminizm olduğu halde kapaklarında utanç verici seksi kadın fotoğrafları vardı o kitapların. Neyse ki sonra kapaklara Beauvoir’ın fotoğrafları konularak bu kapak rezaletine son verildi. Bertan Onaran’ın nefis çevirisinin tadı ise hâlâ damağımdadır. Denemeler, anılar

Yazının Devamı

O kitapları ben yazdım!

14 Temmuz 2019

Edebiyat tarihinin skandallar kraliçesi olarak bilinse de Proust’a göre Fransa’nın en önemli kadın yazarı. Ayakları üzerinde durabilen, yalnızlığıyla barışık kadınları, onların aşk ve cinsellikle ilgili sorunlarını kaleme alan. Kadın özgürlüğü için verilen mücadelenin en sivri figürlerinden biri: Sidonie Gabrielle Colette! Colette’in 81 yıllık yaşamının ilk 32 yılına denk düşen dönemini anlatan Wash Westmoreland imzalı biyografik film “Colette” bu hafta vizyona girdi.

Colette’in 19 yaşıyla başlıyor film. Güney Fransa’nın taşra kasabalarından Saint Sauveur’de doğan, köylülerin saçlı kız diye çağırdığı, iki örgülü, kırlarda dolaşan böğürtlen toplayan genç bir kız. Bir yıl sonra ünlü eleştirmen ve yazar Willy ile evlenip sığamadığı kasabasından kurtularak hayallerinin şehri Paris’e yerleşiyor.

Willy, seçtiği hayalet yazarlara kendi adıyla roman yazdıran biri. Kendisine yazdığı mektuplardan Colette’in yazı kabiliyetini fark edip bu kez hayalet yazarı olarak Colette’i seçiyor. “Claudine” adında bir romana başlıyor Colette. Öyle bilinçli bir yazarlık değil, maddi sıkıntılarını hafifletmek için kocasına verilmiş bir destek olarak algılıyor bunu. Kitap basılır basılmaz büyük ses getiriyor.

Yazının Devamı

Aşkı öğrenmek için dedeni iyi dinle Ozan!

7 Temmuz 2019

Erol Evgin 50’nci Sanat Yılı Türkiye Turnesi kapsamında ilk konserini çarşamba akşamı Harbiye Açıkhava’da verdi. Konserin izleyicilerinden biri de Evgin’in torunu Ozan’dı

Çarşamba akşamı ilk gençliğimle randevum vardı Açık Hava’da. Yalnız da değildim üstelik. Benim gibi 50’ye merdiven dayayanlar, merdiveni ortalayanlar, şahane 40’larını sürenler... 20-35 yaş grubu... Son olarak da üç sıra ötemde oturan 10 yaşında yakışıklı bir çocuk. Ozan. Senin ne işin var burada? “Dedemi izlemeye geldim” diyor. Erol Evgin’in torunuymuş meğer. Sohbet ediyoruz biraz. Sonra orkestra yerini alıyor.

‘Bir tanem söyle canım’

Sahnedeki barkovizyondan Erol Evgin’in 50 yılı geçiyor. Albümler, konser kayıtları, fotoğraflar, Ses dergisi kapakları... Pürdikkat izliyor Ozan. Ben de.

8 yıl 3 gün süren dev bir aşkın kahramanları, Çiğdem Talu/Melih Kibar ikilisinin “Deli Divane”siyle başlıyor konser. Yaşını başını almış gençliklerimiz Erol Evgin’in dupduru sesiyle sahnede. Hemen ardından “Söyle Canım” başlıyor: “Bir tanem söyle canım, ne dilersen dile benden”... Açık Hava bu ikinci şarkıda gençlerin deyişiyle ‘yıkılıyor’. Aman nasıl bir eşlik etme. Şarkısını söylemek kolay. Sevdiklerinin yüzlerine de

Yazının Devamı

Kim korkar yaşlanmaktan?

30 Haziran 2019

Hayatın akşam vakitleri. Yaş kemale ermiş. Gençlik bir kuş idi uçtu da tutamadım demeler. Aynanın sırlarının dökülmeye başlaması. Geride kalan koltuklar, mevkiler, parlak başarılar. Çok dramatize etmekten yana değilim ama o akşamların dokunaklı bir tarafı da yok değil. İnsanın zamana direnememesinde hafif hüzünlü bir yan var. Panzehiri ise sağlam dostluklar aslında. Bunu bu hafta gösterime giren “Laurel ile Hardy”yi izlerken bir kez daha fark ettim. Dünyanın en iyi komedi ikilisi Stan Laurel ve Oliver Hardy. 80’li yıllardaki çocukluğumun en komik ikonları. Ama ne çok eğlenirdim onları izlerken. Konuşmalarına bayılırdım. Ünlü seslendirme sanatçısı Ferdi Tayfur’un onları seslendirdiğini bilmeden. Galiba da Laurel’i daha çok severdim. Sıska olanı. Daha nahifti, duygusaldı, insanda şefkat uyandırıyordu. Yol arkadaşlıkları da çok hoşuma gidiyordu. İşte az önce sözünü ettiğim film, bu arkadaşlığın son dönemlerinin hikâyesi. Filmin başında 1937 yılındayız. Bütün dünya onların filmlerini izliyor. Birlikte 106 filmde rol almışlar. Zirvedeler. Sinemalarda insanlar gülmekten kırılıyor. Şöhretleri almış başını gidiyor.

Birkaç sahnenin ardından 16 yıl sonraya uzanıyoruz. Yıl 1953. Artık ikisi

Yazının Devamı

Tarkovski şöleni

23 Haziran 2019

14 Haziran’dan bugüne vizyonda Tarkovski rüzgarı esiyor. Sinema tarihinin en önemli yönetmenlerinden Andrei Tarkovski’nin üç yapıtı birden Başka Sinema salonlarında gösterime girdi: “Solaris”, “Stalker” ve “The Mirror”. Şiirsel sinemanın şairi Tarkovski’yi beyazperdede izlemek için büyük fırsat. İnsanın anlam arayışını beyazperdeye en iyi yansıtan yönetmenlerden biri olan Tarkovski’nin sinemasını kavramak ya da hafızamızda temize çekmek için en iyi üç seçim bu filmler.

Felsefi bilimkurgu denince akla gelen ilk filmlerden biri olan “Solaris”te geniş okyanuslarla çevrili bir gezegenin çevresinde bulunan Solaris adlı uzay istasyonunda görevli psikolog Kris Kelvin’e odaklanırız. Kendine ait bilinci olan bir gezegendir Solaris. Ağırladığı ‘dünyalıların’ zihinleriyle oynama, bilinçaltlarını yüzeye çıkarıp ete kemiğe büründürme kudretine sahiptir. Psikolog Kelvin, gizemli yapısını çözmek için gittiği Solaris’te kendisi de açıklayamayacağı birtakım deneyimler yaşar. Ölmüş karısı Hari ile karşılaşmak gibi. Ki bu karşılaşma onu bir vicdan muhasebesine de sürükler. Geçmişiyle yüzleşmek zorunda kalır. Yaşananın ne kadarı gerçek ne kadarı halüsinasyondur, aslında gerçek nedir sorusu dolaşır

Yazının Devamı

Bir büyük yaşam alacaklısı

9 Haziran 2019

Cemal Süreya’nın 83 yaşındaki kız kardeşi Perihan Bakır 15 Haziran’da Everest Yayınları’ndan çıkacak olan ‘Size Nefesimi Bırakıyorum’ isimli kitapta abisini anlattı. Kitabı Bakır’ın kızı Güzin Tanyeri kaleme aldı...

“1931 yılında doğdum. 1937 yılında annem öldü. 1944 yılında Dostoyevski’yi okudum, o gün bugün huzurum yoktur. Biyografim bu kadar” demişti Cemal Süreya, Doğan Hızlan’ın kendisiyle yaptığı bir röportajda. Çok daha fazlasıydı elbet. 1990’da ölümünden sonra onunla ilgili çok sayıda biyografik yazı ve kitap yayımlandı. Ama bunların belki de en özeli 15 Haziran’da Everest Yayınları’ndan çıkacak: “Size Nefesimi Bırakıyorum”. Süreya’nın 83 yaşındaki kız kardeşi Perihan Bakır abisini anlattı, Bakır’ın kızı Güzin Tanyeri kaleme aldı kitabı.

Eş, dost, akraba, yakın arkadaşlar... Hepsi tamam, hepsi bilir bizi. Ama sanırım bizi en iyi bilenler kardeşlerimizdir. Çocukluk hikâyelerimizi, nasıl bir yaşam sürdüğümüzü, yerle yeksan olduğumuz zamanları, havalara uçtuğumuz anları, kimselere gösteremediğimiz kırgınlıklarımızı, zaaflarımızı, hatta bazen anne babalarımıza bile... Sahici hikâyelerimiz onlarda saklıdır. Bu bilgiyle okudum kitabı. Ama öte yandan kardeş kardeşi kayırır, ki bu da

Yazının Devamı