Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın merakla beklenen basın toplantısında açıkladığı kararlar, “önemli konularda ihtiyatlı adımlar” olarak nitelenebilir.
Kürt sorununu ilgilendiren kararlara bakıldığında, hükümetin, “egemenlik” konusunda temkinli olduğu, PKK-BDP cephesiyle egemenliğin paylaşılması sonucu hatta izlenimi doğuracak karar ve söylemden uzak durduğu söylenebilir.
Özerklik yok
Başbakan Erdoğan’ın açıkladığı pakette Avrupa Konseyi Yerel Yönetimler Şartı’na Türkiye’nin koyduğu şerhlerin kaldırılmasına yer verilmemesi ve devlet okullarının anadilde eğitime kapalı tutulması bunu gösteriyor.
Stratejik nitelikle olan bu alanların paket dışında bırakılması temkinli hareket edildiğinin önemli kanıtı. Hükümet, BDP-PKK’nın “özerklik” beklentisine yanıt vermeyerek üniter yapı ve egemenlik konusunda hassas olduğunu ilân etmiş oldu
Bazı derslerin Türkçe olması koşuluyla anadilde (Kürtçe) eğitime özel okullarda Milli Eğitim Bakanlığı kontrolünde olanak tanınması, propaganda serbestliği getirilmesi, eş başkanlığın yasallaştırılması, ilkokullarda andın kaldırılması, köy isimlerinin geri getirilmesi -PKK-BDP cephesinin yetersiz bulacağı- ancak reddedemeyeceği önemli kararlar.
Dönemin Dışişleri Bakanı Abdullah Gül ile ABD Dışişleri Bakanı Colin Powell 2 Nisan 2003’te görüştü. Bu görüşmede varılan anlaşmada Türkiye’nin ABD’ye PKK konusunda önemli ödünler verdiği öne sürülmüştü. Ancak anlaşma metninde PKK konusunun hiç yer almadığı görüldü.
1 Mart tezkeresi Türk-Amerikan ilişkilerinde önemli kırılma noktalarından birini oluşturdu. ABD’nin Irak’ı işgal amacıyla Türkiye’ye 80 bin ABD askeri, 250 savaş uçağı konuşlandırma, havaalanları ve limanlardan yararlanma taleplerinin uzun müzakereler sonucunda Ankara’nın istekleri ve koşulları yönünde daraltılmasından sonra Meclis’e sevk edilen 1 Mart 2003 tezkeresi reddedilmişti.
Bu süreçte 1 Mart tezkeresi öncesi ve sonrasında Türk-Amerikan yetkilileri arasında yürütülen müzakeler ve yapılan gizli anlaşmalar 10 yıl boyunca tartışmalara konu oldu. 1 Mart tezkeresinin reddedilmesinen sonra Türkiye, ABD harekâtının başladığı 20 Mart 2003’te hava sahasını açmış ve savaş devam ederken, Türkiye ile ABD arasında bazı anlaşmalar imzalanmıştı.
Bunlar arasında en çok tartışılan, dönemin Dışişleri Bakanı Abdullah Gül ile ABD Dışişleri Bakanı Colin Powell arasında imzalanan “gizli” anlaşma oldu. Bu
Suriye’de Esad rejiminin kimyasal silah kullandığına ilişkin iddialar üzerine, uluslararası toplumun Şam üzerindeki baskıları giderek arttı.
Bu baskılara bir süre direnç gösteren Şam yönetimi, nihayet Birleşmiş Milletler heyetinin kimyasal silah kullanılması sonucu çoğu çocuk toplu ölümlerin görüldüğü Guta bölgesinde inceleme yapmasına izin verdi.
Esad rejimi, operasyonlarda savaş uçağı ve nihayet kimyasal silahlar da kullanmak suretiyle Bosna’daki katliamları da aşan uygulamalar yapmakla suçlanıyor. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde Rusya’nın karşı durması nedeniyle Esad rejimine yönelik karar bugüne kadar çıkarılamadı. Ancak Guta bölgesindeki katliamdan sonra Rusya’nın da bu bölgede inceleme yapılması görüşüne destek vermesi, Esad’ı daha da yalnızlaştırdı.
Türkiye ise başından beri Esad’ın insanlık ve savaş suçu işlediğini; uluslararası toplumun bu duruma seyirci kalamayacağını savunuyor ve hatta Kosova modelinin de bir alternatif olabileceğini zaman zaman dillendiriyor. Gelinen bu aşamada Türkiye’nin yaklaşımını netleştirmek amacıyla Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’yla konuştum.
“Müeyyidesiz kalmamalı”
Davutoğlu, Türkiye’nin konumunu şöyle özetledi:
Cemil Çiçek
Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç’ın AK Parti için yeniden yargılama yolunun açık olduğunu belirtmesinden sonra, dava süresince partinin avukatlığını yürüten TBMM Başkanı Cemil Çiçek de konuyu değerlendirdi.
Kapatılma davasının görüldüğü 2008 yılında Başbakan Yardımcısı ve öncesinde de Adalet Bakanı olan Cemil Çiçek, hukukçu kimliğiyle partinin savunmasını hazırlamış ve Anayasa Mahkemesi’nin karar öncesi oturumunda 7 saat aralıksız savunma yapmıştı.
Ergenekon davasında mahkemenin Genelkurmay Başkanlığı tarafından açılan sitelerin kara propaganda amacıyla yayın yaptığına hükmetmesiyle, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın talimatıyla yeniden yargılama başvurusu için harekete geçen Ak Parti’nin hukukçu kurmayları, Anayasa Mahkemesi’nin verdiği “laiklik karşıtı faaliyetlerin odağı” hükmünün kaldırılmasını hedefliyor.
‘Ağır ve haksız bir yük’
Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç, Fikret Bila’ya konuştu.
Başbakan Tayyip Erdoğan, AK Parti’nin kapatılma davasının yeniden görülmesi için Anayasa Mahkemesi’ne başvurmaya hazırlandıklarını açıklamıştı. Erdoğan, partinin hukukçularının yeniden yargılama başvurusu hazırlıklarını tamamlamak üzere olduklarını da duyurmuştu.
Anayasa Mahkemesi, AK Parti’nin kapatılması istemiyle açılan davayı 31 Temmuz 2006’de karara bağlamış, 5’e karşı 6 oyla partinin laiklik karşıtı faaliyetlerin odağı olduğuna hükmetmişti. Yüksek Mahkeme, partiye yapılan hazine yardımının kesilmesi cezası da vermişti.
AK Parti’nin hukukçu kurmayları davaya sunulan delillerin Genelkurmay tarafından açılan internet sitelerindeki haberlerden alındığını, bu sitelerin ise kara propaganda amacıyla açıldığının Ergenekon davası kararıyla tespit edildiğini öne sürerek yargılanmanın yenilenmesi başvurusunda bulunacaklar.
Kapatma davasının yeniden görülmesi konusundaki hukuki çerçeveyi öğrenmek amacıyla dün Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç’la görüştüm.
Kılıç, şu bilgiyi verdi:
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan bayram boyunca gözlerden uzaktaydı. Başbakan’ı izlemekle görevli meslektaşlarımız son güne kadar onu bulamadılar.
Başbakan Erdoğan ortada görünmeyince, İstanbul yakınlarında dinlendiğinden gizlice tedavi gördüğüne kadar birçok iddia basına yansıdı.
Ancak Türkmenistan’a gitmeden bir gün önce Bodrum’da bir teknede Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar ve bazı bürokratlarla birlikte görüntülendi. Bürokratlardan birinin elinde birtakım harita, proje, çizim benzeri kâğıtlar da vardı. Başbakan Erdoğan ve Bakan Bayraktar spor giyimliyken, bürokratların takım elbiseli ve kravatlı olmaları dikkat çekiciydi.
Yarı resmi bir görüntü veren teknede neler konuşulduğu da merak uyandırdı.
Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar’la dün bu konuyu konuştum.
Bayraktar, “Tekne gezisi gibi göründüğüne bakmayın” dedi, “Başbakan çağırdı, ekibimi alarak gittim; kıyı denetimi yaptık, daha önceki denetimlerle ilgili bilgi sunduk ve yeni kıyı projemizi konuştuk.”
Meclis Başkanı Çicek, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Necdet Özel’in, Ergenekon davasında müebbet hapse mahkum edilen eski Genelkurmay Başkanı Başbuğ için gösterdiği çabayı Milliyet’e anlattı.
Genelkurmay eski Başkanı emekli Orgeneral İlker Başbuğ’un Genelkurmay Başkanı Necdet Özel’e “Sessizliğiniz sürecek mi?” diye sorarak gönderdiği siteme yanıtları dün yansıtmıştım. Genelkurmay Başkanı Özel cephesinden gelen yanıt, “Hiç susmadık ki” başlığı altında... Gelen yanıtların ortak noktası Genelkurmay Başkanı’nın devlet katında başta İlker Paşa olmak üzere komutanlarla ilgili terörist suçlamasına karşı çıktığı, kabul edilemez bulduğu, tutuklu yargılanmalarına itiraz ettiği ve bu sorunun çözülmesi için her gün mesai harcadığıydı. Tutuklu komutanlara zarar verir, yargıyı etkilemeye çalışmakla suçlanır düşüncesiyle bu konuda kamuoyuna açıklama yapmayı uygun bir yöntem olarak görmediği ve söyleyeceklerini her fırsatta ikili görüşmelerle devletin en üst makamlarına aktardığı vurgulanıyordu.
‘Özel’in çaba gösterdiğine şahidim’
TBMM Başkanı Cemil Çiçek’le dün yaptığım görüşmede bu konu da gündeme geldi. Çiçek, Genelkurmay Başkanı Necdet Özel’in bu sorunun çözülmesi için
İstanbul Özel Yetkili 13. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından müebbet hapis cezası verilen eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’un Hürriyet’e gönderdiği mektup, kararın hukuki eleştirisinin yanı sıra Genelkurmay Başkanı Necdet Özel’e de sitem yolluyordu.
İlker Paşa, Necdet Paşa’ya soruyordu:
“Bugün Genelkurmay Başkanlığı makamında oturan komutan, verilen bu kabul edilemez karar karşısında kurumsal sorumluluğu gereği olarak, Sn. Başbakan’ın da kabul etmeyerek tepki gösterdiği bu konuda devam eden sessizliği sürdürecek midir?”
İlker Paşa’nın böyle suçlayıcı bir soru sorması ve bunu kamuoyuna açık bir şekilde yapmasının Necdet Paşa için çok üzücü olduğunu söylemeye gerek yok. Necdet Paşa’nın bu soruya yanıtının ne olduğunu öğrenmeye çalıştım. Hem askeri hem de sivil çevrelerle yaptığım temaslar sonucunda aldığım yanıtları özetlersem, Necdet Özel Paşa açısından yanıtın, “Hiç susmadık ki” olduğunu söyleyebilirim.
Aldığım yanıtlardan biri şu oldu: “Genelkurmay Başkanı’nın kamuoyuna açıklama yapmamış olması, sustuğu anlamına gelmez. Dışarıdan sessiz görünebilir ama hemen her gün bu konuya mesai ayırmış ve yetkili muhataplarıyla yaptığı resmi ikili görüşmelerde de İlker Paşa başta