Brezilya milli takım teknik direktörlüğünün boş koltuğu Jorge Jesus’un dikkatini mi dağıttı, konsantrasyonunu mu bozdu bilinmez; Trabzon’da Crespo’yu göz göre göre iki sarı kartla kaybeden ve son kırk dakikayı 10 kişi oynayan Fenerbahçe Dünya Kupası arasına girdiği gibi döndü:
Yenilerek!..
Trabzonspor gibi güçlü bir takımı şampiyonluk potasına sokup rakiplerini arttırmak da cabası.
Diyecekler ki, “Fenerbahçe’nin şimdilik kaybettiği bir şey yok”… Özenli kulübesinin ve önde basan dominant oyununun çizilen karizmasından başka tabi!
Bina değil ki futbol takımı; “çöküşler” böyle ufak tefek başlar.
Görmezden gelinirse artar. Dikkat Fenerbahçe!
***
Sadece Arjantililere / Fransızlara değil, futbola mahalle maçındaki çocukların kaçan topunu geri şutlayacak kadar dokunmuş ve pazar günü televizyonun başına oturmuş her dünyalıya, nefesini sünger toplayıcısı gibi ciğer patlatmacasına tutturan bir finalle sona erdi Dünya Şampiyonası.
Katar, yeni bir oyun empoze etmedi, yeni yıldızlar üretmedi, Fas dışında yeni bir futbol ülkesi eklemedi ama uluslararası futbol senfonisi kulakları sağır edecek bir kreşendo ile final yaptı. Yankıların uzun süreceği kesin.
Messi, artık Pele ve Maradona ile birlikte futbolun Olimpos’undaki ölümsüzlere katılarak kendi mitolojisini kendi yazdı… Kaçan Arjantin, kovalayan Fransa ile iki teknik direktörün maçın kaderini değil ama gidişatını etkileyen hamleleri, doksan dakika, uzatmalar, penaltılar, Mbappe, Arjantin kalecisi Martinez, oyundan çıkarılan Di Maria bile ayrı ayrı roman konusu olabilir usta kalemlere.
Heyhat!.. Bu muazzam finale taç takacak madalya töreni ise sadece Ters Köşe’de eleştirilmeyi hak etti!..
Sahi… Neydi o çimenlerin üzerine iki
Yaşadığımız gezegenin yeşil sahalarından henüz ayağını kesmemiş ve futbol piramitinin en tepesinde iki adam varsa, biri Ronaldo diğeri Messi.
Bizden Ronaldo’ya “acımamız”, Messi’ye “kızmamız” isteniyor şimdi.
Doğaldır… Futbol epey zamandır popüler kültüre zimmetli bir “maldır”! Sansasyon beklentilerini karşılamak için tekrar tekrar yazılan, eğilip bükülen kurallar, Dünya Kupası gibi trilyonluk bir sosyal olayda duyguları köpürtecek kıvama getirilmeli elbet. Artık her şeyi ezberlenmiş, başarıları kanıksanmış yıldızlara yeni hikayeler gerek.
Neymiş?..
Biri muhteşem kariyerini gözyaşlarıyla tamamlamış Katar’da… Diğeri rakip takımdaki yıldız futbolcuya “aptal” demiş.
Yahu, Allah her futbolcuya Ronaldo’nunki gibi “feci” bir kariyer sonu nasip etsin!..
Böyle bir felaketle karşılaşabilmek için, önce o muhteşem kariyeri edineceksin. Ölümsüzler arasına gireceksin.
Galatasaray, Dünya Kupası arasına girerken lider olmasa bile ucundan yakaladığı psikolojik üstünlüğü, Dostluk Turnuvası’nda cömertçe harcamış ve hovardalığı sürdürecek gibiyse, sebebi takımdaki eksikler kadar Okan Buruk’tur.
Tamam… Oliveira, Mertens, Torreira yokluğunda takımın sinir sistemi narkoz etkisindeydi ama Baran, Berkan ve Mata üçlüsü de yok hükmünde değildi sonuçta. Lakin, Galatasaray teknik direktörü, Fenerbahçe’nin kazandığı rakibine kaybettikten sonra, eksiklerin değil sahaya sürdüğü gençlerin altını çizdi ısrarla. Sanki çok çetin bir yarışın tam da merkezindeki insan değil, U21 hocasıydı. Sanki, “adam değişir oyun değişmezdi” turnuvada Galatasaray.
Jesus’un La Liga temsilcileri ile özel maçları Süper Lig şampiyonluk yarışının bir parçası sayıp, kendini ve takımını tam motivasyonda tutmaya çalışması ve başarması “iyidir”, Okan Buruk’un turnuvaya sezon başı hazırlık maçı gibi yaklaşması “kötüdür” falan
Yine ve ne yazık ki, dehşete düşmemizin sebebi İzmir derbisini “organize suç mahalline çeviren motivasyonun” futbol olduğunu sanmamızdır.
Hep böyle döşedik cehenneme giden yolun taşlarını!
“Bu güzel oyun nasıl cinayet girişimlerine sebep olabilir” romantizmi ve saflığıdır bizi bu hallere düşüren… Bizde bu ense varken daha çok tokat yeriz tribünden.Holiganmış!..
O, suç çağrışımı yapsa da futbola ucundan kenarından tutunan bir sıfat. İzmir’dekiler infaz timi. Tam teçhizat! Ne alakası var bu vampirlerin futbolla? Tıpkı aşk gibi, istediğim şarkıyı söylemedin gibi, vitrinime kartopu attın, ters baktın gibi, futbol bahane!.. Amaç yüreğindeki öfkeyi kusmak ve şiddet üzerinden kariyer yapmak.
Sosyal bir canlı türü olan insanoğlunun, gelişmek, ihtiyaçlarını daha kolay sağlamak için toplumsal yaşamı tercih etmesinden beri ödediği bir bedel bu. Ruh sağlığı bozuk veya şiddete meyilli ilkel türler de aynı toplumun bir parçasıdır ve başka bir şey beceremediklerinden “kariyerlerini” suç üzerinden
Manchester United’ı 12 yıl önce bıraktığı gibi bulacağını sanan Ronaldo’nun sahada değil ekranda patlaması, Süper Ligimizin ilk kadın başkanı Berna Gözbaşı’nın Kayserispor’dan önce “batma noktasına” gelip, pes etmesi ve Dünya Kupası düzenleyen Katar’ın on dolar yevmiye ile “taraftar” istihdam etmesi arasında kesişen bir nokta var mı?
Hem de nasıl...
Gezegenimiz ve üzerinde yaşayanlar tersine doğru hızla değişiyor, futbol da dünyadaki daha dar daha ucuz yerine taşınmak için pılısını pırtısını topluyor. Bilge zihinler üç yıl önce boşuna alarm ziline basmadı “pandemi sonrası hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” diye. Küresel kriz geldi kapıya dayandı işte. Sadece virüs değildi kastettikleri…
O tetikleyiciydi! İnsanlığın değişen davranış kalıplarının, yine varlıklı ülke ve bireyler lehine çalışacağını öngörmüşlerdi asıl. Yoksul ve aç arasındaki mesafenin biraz daha daralacağını kastetmişlerdi. Nitekim öyle oldu. Pandeminin hızlandırdığı ekonomik olumsuz etkiler, tedarik zincirindeki bozulmalar,
Ne var şaşıracak!.. Süper Lig’e 1,5 aylık aradan önce “dört mü atar beş mi” hesapları yapılan lider Fenerbahçe’nin, Kadıköy’de ligin yeni ve mütevazı takımı Giresunspor’a 2-1 kaybetmesi, hayatın doğal akışına uygun, “makul, mantıklı” ve son derece “normaldi”!
Asıl kazansa hayret etmek lazımdı… Çünkü dün Fenerbahçe’nin kötü, uçuk, bozuk, hayatın doğal akışına uygun olmayan bir kopyası vardı Kadıköy’de. Jesus bile temize çekemedi; o kadar yani!
Hani maraton koşan sporcu finiş çizgisinin üzerine bayılır ya… Üç günde bir maçların, Avrupa mücadelesinin yorgunluğu birikti, o çizgiye bir adım kala çıktı Fenerbahçe’de.
İstediği kadar motive etsin, bağırsın, çıldırsın, rotasyon yapsın Jorge Jesus. Fizik veya mental; giren de yorgundu, çıkan da.
Bitmedi… Fenerbahçe orta sahasında son derece uyumsuz Zajc-Arao ikilisi vardı ki, Zajc daha erken çıkarılmasına karşın asıl dökülen Arao’ydu. Niye Crespo ile
Jorge Jesus’un Sivasspor maçında iki sarı kartla oyundan atılıp takımı on kişi bırakan Batshuayi’ye, işaret diliyle yaptığı “zeka eleştirisi”, birikim ve karizmasına saygı duyduğumuz, eğitici/yaratıcı/yönetici kişiliğini öve öve bitiremediğimiz Portekizli futbol bilgesinin ilk “ofsaytıdır” Fenerbahçe’de.
Maçı yaşamasının ve sürekli içinde olmasının bedelini ödemiştir. Ürkütücüdür. Hiç yakışmamıştır.
Olay tazeyken Jesus’un jestini “kafayı çalıştır uyarısı” şeklinde göğüste yumuşatıp Hoca’ya gol pası vermek için alkışlayanlar bile oldu önce! Bekledim… Bir kişi bile Batshuayi’nin hakkını korumadı. Hoca seyri güzel futbol oynatıyor diye hep birlikte “Jesus yellehçisi” olduk galiba…
“Yellehçi” ne mi?.. Urfalı imamdan öğrendim; “yağcı-yalaka”nın yöresel eş anlamlısıymış. Kulağa onlar kadar amiyane gelmediği için kullandım. Sonuçta hepsi aynı uzaklıkta Portekizceye.
Jesus neylerse güzel eylemiyor işte… O