“Her millet bilsin ki, ister bizim iyiliğimizi, ister kötülüğümüzü istesin, özgürlüğün yaşaması ve başarısı için her türlü bedeli ödeyeceğiz.” John F. Kennedy
Hiç düşündünüz mü Büyük İskender nasıl oldu da fetihlerine devam ederken geride bıraktığı topraklar hala onun kontrolünde kaldı? Sonuçta sayıca çok daha fazla olan halk, istese garnizondaki askerleri alaşağı edebilirdi. Bunu tarihteki tüm imparatorluklar, devletler için söyleyebiliriz. Bahsettiğimiz olgu güç ve gücün biçimidir.
Uluslararası İlişkiler teorilerinde güç ikiye ayrılır: Sert güç ve yumuşak güç. Silah zoruyla ya da ekonomik baskıyla birine bir şey yaptırmak sert güç örneğidir. Fiziksel ya da ekonomik bir baskı unsuru olmadan karşınızdakine etki etmek ise yumuşak güçtür. Amerikalı siyaset bilimci Joseph Rye 1990’ların başında yumuşak güç kavramını literatüre kazandırmıştır. Robert Keohane ile uluslararası liberalizmin fikir babalarındandır. Rye, 2004’de yayımlanan “Yumuşak Güç” kitabında şu tanımlamayı yapar:
“Bir ülke, dünya siyasetinde istediği sonuçları, onun değerlerine hayran olan, onu örnek alan, onun refah ve açıklık seviyesine talip olan diğer ülkelerin onu takip etmek istemesiyle elde edebilir. Bu anlamda sadece askeri güç veya ekonomik yaptırım tehdidiyle değil, dünya siyasetinde gündem oluşturmak ve başkalarının ilgisini çekmek de önemlidir.”
Sonuç olarak şu ortaya çıkıyor: sert güç tek başına insanları kontrol edemez, yumuşak güç ile desteklenmesi gerekir.
Büyük İskender fethettiği Pers topraklarında Pers kültürünü benimsemiş, Mısır’da Mısır tanrılarını onore etmiştir; ayak bastığı topraklarda Helen kültürü uzun yıllar yerel geleneklerle beraber kalıcı hale gelmiştir. Sert güç olarak disiplinli ordusunun ve isyancıları idam ettirmesinin yanısıra, yumuşak güç olarak yerel halkın kalbine ve zihnine sirayet edebilmiştir. Osmanlı İmparatorluğu da yumuşak güç sayesinde yüzyıllarca ayakta kalabilmiştir. Tersine örnek olarak Moğollar muazzam hızda çok büyük fetihler gerçekleştirmiş olsalar da bu kısa soluklu olmuştur zira geride kültürel bir miras bırakamamışlardır.
ABD artık ne hür ne de hür dünyanın lideri
Yakın tarihe gelecek olursak 20. Yüzyılın ortalarından beri ABD’nin yumuşak gücü çok iyi kullandığını söyleyebiliriz. Hollywood filmlerinden televizyon dizilerine, araba markalarından süt tozuna kadar kültürel emperyalizmi başarılı bir şekilde kullanmışlardır. Siyaseten ise kendilerini hür dünyanın lideri olarak konumlandırarak ağızlarından demokrasi ve özgürlük sözcüklerini düşürmemişlerdir. Dünyaya “Amerikan rüyası” ihraç etme vaadiyle etkili bir propaganda yapmışlardır. Yumuşak güç, İstanbul ve Ankara’daki caddelere “Kennedy” adı verilmesidir. Kendi çıkarları için olsa bile hep bir kılıf bulmuştur Amerikalılar. Şahin denebilecek baba ve oğul Bush’lar Körfez Savaşları’nı önce Kuveyt sonra Irak halkını kurtarma operasyonları olarak lanse etmişlerdir. Taa ki Trump’a kadar.
Trump’ın başkanlığında ABD artık yumuşak gücü tamamen terk etmiş gözüküyor. Kennedy 1961’de yazının başında alıntı yaptığım konuşmayı yapmışken, Trump tehditler yağdırarak, “Önce Amerika” diyerek göreve başladı. Dünyaya milyarlarca dolar yardım dağıtan USAID kurumunu lağvetmek için uğraşıyor. Gazze planı sanki bir devlet adamı değil, açgözlü bir müteahhit tarafından düşünülmüş niteliktedir. İsrail’in olmayan bir toprak parçasını İsrail bize verecek demesi uluslararası hukuku ayaklar altına almaktır.
Çocukken, İyiler ve Kötüler (Laff-A-Lympics) çizgi filmini çok severek izlerdim. Başta Kötüler hile yaparak öne geçerler, tam kazanacak gibi olduklarında İyiler bir şekilde galip gelirlerdi. Bu çizgi filmin de yapımcısı ABD’li Hanna-Barbera idi. Ne kadar ironik değil mi… Netice itibariyle, ABD artık hür dünyanın lideri niteliğini hem özde hem de sözde kaybetmiştir. Bu durum dünya için, hepimiz için kaygı vericidir. Ancak unutmamalıyız ki iyilik bir şekilde her zaman kazanacaktır.