Ege Doğaç Erdoğan

Ege Doğaç Erdoğan

ege.erdogan@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

“Hoşgörü adına, hoşgörüsüzlere hoşgörü göstermeme hakkını talep etmeliyiz” 

-Karl Popper 

Sene 2004, İngiltere’de lisede yatılı okuduğum zamanlar, bir Amerikan okulunda olduğum için ABD’de olup bitenler yakından takip ediliyordu. En çok konuşulan konulardan biri başkanlık seçimleriydi; oğul Bush (George W. Bush) ilk dönemini tamamlamış, ikinci kez başkan seçilmek için Demokrat Parti’den John Kerry ile yarışıyordu. O günlerde eğer Bush tekrar seçilirse İngiltere vatandaşlığına başvuracağım diyen öğretmenlerimiz vardı. Ailesi ABD’de yaşayanlar da Kanada’ya yerleşmekten bahsediyorlardı. 11 Eylül sonrası Bush’un terörizmi bahane ederek otokratik bir yönetim sergilediğinden, “Patriot Act” gibi yasaların bireysel özgürlükleri kısıtladığından yakınıyorlardı. 

Haberin Devamı

Aradan 20 yıl geçti ve fazla muhafazakâr bulunan Bush ailesi bile Trump’a karşı liberallerin sözcüsü oldu. Trump ülkenin fabrika ayarlarıyla oynadıkça, ilericiler ve liberaller için durum dayanılmaz hale büründü. Ocak ayından Mart’a kadar geçen sürede rekor sayıda Amerikalı İngiltere pasaportu almak için başvuruda bulundu. İngiliz hükümeti verilerine göre 3 ayda 1900 kişi İngiliz vatandaşlığına geçmek istedi, son bir seneye bakıldığında bu sayı 6618’e çıkıyor. Üstünde güneş batmayan imparatorluk eski gücünden epey uzak olsa da halen yaşamak için tercih ediliyor. 

İngiltere’nin, daha doğru deyimle Birleşik Krallık’ın dünya üzerindeki gücü olmasa da etkisi şaşırtabilir. AB’den çıktıktan sonra adasına çekilmiş gibi gözükse de Kral Charles 15 ülkenin devlet başkanı pozisyonundadır. Küçük ada ülkelerinin yanı sıra Avustralya, Yeni Zelanda ve Kanada’nın da resmi başkanıdır. 

Geçtiğimiz hafta Charles Kanada’ya bir ziyaret düzenledi. Neredeyse 50 sene sonra ilk kez Kanada parlamentosu açılış konuşmasını bizzat hükümdarın kendisi yaptı. Bu ziyaretin zamanlaması önemlidir. Trump’ın Kanada’yı 51. eyalet yapma hevesinin üzerine toprağını korumak için sefere çıkmış bir kral gördük bir bakıma. Trump karşıtlığı sayesinde sürpriz bir seçim zaferi elde eden başbakan Mark Carney için bu hatırı sayılır bir destekti. Sol/liberal kanada yakınlığıyla bilinen The Guardian gazetesi yazarı Martin Kettle, Charles’ın siyasi görüşünün şimdilik İngiliz halkı tarafından sempatiyle karşılandığını belirten bir yazı kaleme aldı. Ama ya ülke daha sağ/muhafazakar bir görüşe doğru kayarsa ne olacak diye uyarıda bulunmayı da ihmal etmedi. 

Haberin Devamı

Evet, Charles, annesi Elizabeth kadar iyi bir “poker suratı” taşıyamıyor. Netflix’in The Crown dizisini izleyenler bilir, Charles her zaman ailede daha duygusal ve yenilikçi tarafın bir yansıması olmuştur. Kralın ucundan kıyısından olsa da siyasetin içinde gözükmesinin sebebi aslında halkın bu konudaki saklı talebidir. Kanada ve Avustralya artık bağımsız olsalar da içten içe hala Krallık’a manevi bir yakınlık taşımaktadırlar. Trump gibi ciddi bir tehditle karşılaşınca insanlar bir başka anti-demokratik figüre sarıldılar. 

Paradoksal bir şekilde demokratik bağımsız bir Kanada için siyasette tarafsızlık sınırını aşan bir kralın varlığı olumlu olabiliyor. 20. Yüzyılın ortasından son bir kaç sene öncesine kadar zamanın ruhu (Alman düşünür Hegel bunu “zeitgeist” diye tanımlar) liberal demokrasiyi yüceltiyordu. Ancak belki de demokrasi kendi sonunu kendisi getirdi. Bağımsız güçlü kurumlar, halkın kalbine ve zihnine yerleşmiş kuvvetli bir demokrasi kültürü olmadan insanların önüne sandık koymak totaliter bir otokrasiye giden yoldaki ilk adımdır. Neredeyse istisnasız her gün ABD haberlerine baktığımızda Trump ile yargının savaşını görüyoruz. ABD’de demokrasi kültürü ve kurumlar ne kadar kudretli göreceğiz. Bu sadece Amerika için değil tüm insanlığın demokrasiyle imtihanıdır. Böyle giderse Amerikalıların fabrika ayarlarına dönmek için kaçabileceği bir Kanada, İngiltere de kalmayacaktır. Birleşik Krallık milli marşı “Tanrı kralı korusun” sözleriyle başlar. Geldiğimiz absürt nokta şudur: demokrasi için yaşasın monarşi!