Fenerbahçe için gerçekten maceralı bir maç oldu. Mersin İdmanyurdu ve Trabzonspor galibiyetleri ile yeniden yarışın içine dönen sarı-lacivertliler deyim yerindeyse az daha “çayda” boğuluyordu. Bunun nedeni ne sahadaki oyuncuların performansı, ne de yorgunluklarıydı...
Teknik Direktör Aykut Kocaman’ın doğru rotasyon düşüncesi, ancak yanlış tercihleri ve Kasımpaşa’nın erken skor avantajını yakalayarak büyük direniş göstermesi maçı Fenerbahçe adına korku filmine çevirdi. Haftalardır takımın soluduğu havadan uzak olan, yavaş yavaş bavulunu toplayan Stoch’un ilk 11’de yer buluşu, Mehmet Topal’ın sıfır üretkenlikle soyunma odasının yolunu tutuşu, ilk dakikada geriye düşmenin şoku, Emre’nin tüm çalışkanlığına rağmen takımı yönlendirmedeki tutukluğu Fenerbahçe’yi krize soktu. Ancak yine de adımlarını şaşırmadan, oyundan düşmeden, heyecanını ve isteğini kaybetmeden yürüdü Fenerbahçe... Yürümekle kalmadı, uzun süredir görmediğimiz şekilde koştu, savaştı... Herkes yardımlaştı, çalıştı... Tüm takım sorumluluğu paylaştı. Tribünlerin de itici gücü eklenince maçı geri döndürdü...
Dün gözümüzü okşayan en önemli olay, yıldız olmamalarına rağmen gerçek bir emek kahramanı olan Dirk Kuyt ve
Yazıya sondan başlayalım; ligin ikinci yarısında büyük hayal kırıklıkları yaşayan Fenerbahçe belki rüyasında bile göremeyeceği bir sonuca imza attı Trabzon’da...
Üst üste gittiği Mersin ve BATE Borisov deplasmanlarında hem fizik, hem de mental açıdan yıpranan sarı-lacivertli ekibin liderin dokuz puan gerisinde çıktığı bu maçta böylesine bir performans göstermesini alkışlamak gerek. Takımda hem disiplin ve ciddiyet, hem coşku ve ihtiras vardı. Evet, hiç kimse ayağına top beklemiyordu... Oyuna katılıyor, üzerine düşenin fazlasını yapmaya çalışıyordu... Geçen sezonki Trabzonspor maçından bu yana ortalıkta görünmeyen Cristian şehrin havasını ve suyunu sevmiş olacak ki yine futbolun bütün güzelliklerini ortaya koyuyordu. Hem orta alandaki ortaklarını, hem de ileri uçtaki arkadaşlarını rahatlattı. Emre ve Mehmet Topal o kadar organize ve rahatlardı ki maçın seyrini istedikleri gibi yönlendirdiler. Savunmada Egemen dikkati ve çevikliği ile ilk kez bu kadar güven verdi. Kısacası Fenerbahçe’de işini yapmayan tek kişi yoktu. Trabzonspor orta sahasının da fazla tehditkar olmaması ekmeklerine yağ sürdü.
Teknik Direktör Kocaman bile o kadar akıllı ve yerinde değişiklikler yaptı ki kış
Fenerbahçe karşısında o kadar etkisiz ve verimsiz bir Mersin buldu ki tek kelime ile yürüye yürüye maçı kazandı. Hücum etmeyi hiç düşünmeyen, rakibin stoperlerine pres yapmaya bile gerek görmeyen, oyunu sürekli sahasında kabul eden ev sahibi önünde Fenerbahçe bilindik ayağa pas oyunu ile mücadelenin mutlak hakimiydi, belki de çok farklı kazanacağı bir doksan dakikayı tek golle bitirdi.
Kuyt-Mehmet Topal değişikliğine kadar bu sezonun en etkili Fenerbahçe’sini izledik. Buradan Kuyt’ın çok iyi oynadığı izlenimi çıkmasın. Sorun, Teknik Direktör Kocaman’ın sahanın en kötü ismini kenara alırken tüm taşları yerinden oynatması. Kuyt’ın yerine Topuz’u koymak varken, Fenerbahçe’nin hocası, maça sol kanatta başlayan Sow’u sağ kanada, Emre’yi forvet arkasına, Topal’ı Meireles’in yanına koydu. Bu yanlış 70. dakikaya kadar sahanın her yerini kullanmaya çalışan takımı bir anda frenledi. Kocaman’ın Cristian aşkı, asla kenar oyuncusu olmayan Kuyt ve Sow gibi isimleri ısrarla bu bölgelerde kullanması takımı resmen dizginliyor. Bu kadar istekli Sow ve Emre’ye rağmen kadro temelindeki zayıflık Fenerbahçe’nin geleceği adına kesin hükümler vermeyi engelliyor.
Fenerbahçe mutlaka bir gün rayına
Kadıköy’de dün gece konuşulması gereken iki isim vardı... Biri Emre Belözoğlu, diğeri malumunuz Aykut Kocaman...
Emre’den başlayalım; Bir insan altı ayda ne kadar değişebilir? Yıllarca kazanmanın coşkusunu, kaybetmenin hüznünü ve öfkesini doruklarda yaşamış Emre’yi hayretler içinde izledik.
Durulmuş, dinlenmiş, sanki demini almıştı. Son derece doymuş ve olgun bir performans sergiledi, çıkana kadar sahanın en iyisiydi. Gösterişsiz ama istekli, sakin ve etkili bir oyunla hepimizi büyüledi. Belli ki Emre sadece ayakları, kafası, meşin top becerisi ile değil, kişiliği ile de büyük sporcu olmak istiyor.
Gelelim gecenin diğer kahramanına (!) Aykut Kocaman’a...
Elinde iki tane gerçek sol bek varken, son yarım saati Caner gibi çakma bir sol bekle oynayan...
Attığı gole rağmen iki antrenmanla Webo’yu sahaya süren, Semih’i ısrarla görmezden gelen...
Haftalardır takıma gram katkısı olmayan Cristian ve Kuyt’ı ilk 11’in demirbaşları yapan... Volkan’ın performansı her geçen gün biraz daha düşerken buna seyirci kalan...
Fenerbahçe, Gaziantep’te kazanmasına kazandı ama ortada gerçekten rahatsız edici bir tablo var...
İnsan sormadan edemiyor... Bu oyuncular böyle bir oyun (!) için mi transfer edildi? Aykut Kocaman böyle savruk ve dağınık futbol için mi hâlâ teknik direktörlük yapıyor?
Bu kadar yanlış içinde alınan bu galibiyet inanın büyük piyango...
Fenerbahçe’nin ilk 45 dakikaları çöpe atma huyu dün gece de devam etti. Cristian yine papatya falı gibi performans gösterdiği forvet arkasındaydı. Sahi bu bölge için şu an ideal isim olan Salih’in günahı neydi?
Fizik gücü dibe vurmuş Kuyt ısrarcılığı devam etti. Sow’un isteği, arzusu iyi de, fantezi goller atma arzusunun yarattığı bencilliği birçok pozisyonu başlamadan bitirdi. Oyuncular istekli gözükse de sorumluluk alan fazla ismin olmaması, yardımlaşma problemi kısır bir takım ortaya çıkardı.
Soyunma odasına giderken gelen şok gol Kocaman’ı uyandırmış olmalı ki, ikinci yarıda Semih’e hak ettiği formayı vererek çarkın dişlilerini biraz olsun hareketlendirdi. Gaziantepspor’un skor avantajı elindeyken yakaladığı kontratak fırsatlarında daha akıllı ve ciddi olamaması da büyük şanstı. Sow’un şans golü, ardından Semih’in füzesi günü
Karabük maçı sonrası “Bu görevi devam ettirecek gücü kendimde bulamıyorum” çıkışıyla havul atan Aykut Kocaman’ın geri dönüşü sonrası kaç Fenerbahçeli ikinci yarıda takımın ayağa kalkacağını tahmin ediyordu dersiniz? Tabii ki çok az...
Sadece oyuncularının verdiği sözle her şeyi sineye çeken, karakteri ile hiç de özdeşmeyen bir tavır sergileyen Kocaman’ın yapabilecekleri sınırlıydı... Herkes hocasından çok oyuncuların üzerindeki formaya güveniyordu... Fenerbahçe böyle dibe vuruşları daha önce de yaşamış ancak kendi kendine iyileşmeyi başarmıştı... Tekniğe, taktiğe gerek duymadan... O forma rakipleri ile bir şekilde kapışmıştı. Ama dün bu en güvenilir silahın da tutukluk yaptığı gördük... Böyle olunca hüzün kaçınılmaz oldu...
28 gün sonra seyircisinin karşısına çıkan takım eskisinden daha kötüydü... Koca bir ilk yarı rölanti tempo, şuursuz futbol ve sıfır yardımlaşmanın karşılığı tek pozisyon yoktu. Yanlış oyuncu tercihleri de işin çabası... Amatör kümede bile kendi evinde 2-0 geriye düşen bir hoca devreyi beklemeden oyuncu değişikliğine gider, ancak Kocaman büyük bir sabırla takımı seyretti. Galiba mucize bekledi. Elazığspor iki farkı yeterli görüp rakip kaleye gitmeyi
Fenerbahçe’nin ilk yarı fotoğrafını çektiğinizde ilk göze batan ayrıntı takımın kuruluşundaki hatalar zinciri... Sezon başında kadroya katılan Dirk Kuyt, Raul Meireles, Mehmet Topal, Milos Krasiç, Hasan Ali, Egemen gibi isimler herkesi heyecanlandırdı, kimse transferdeki yanlış adımlara sesini çıkarmadı...
Oysa ortada ciddi bir aidiyet sorunu vardı. Özellikle yabancıların verdiği katkı Fenerbahçelilik aidiyetini hiçbir şekilde karşılamadı. Sürekli eleştirilse de saha içindeki isyankarlığı ile çoğu maçta takımı ateşleyen Emre Belözoğlu’nun yerini yerliler de dolduramayınca, Aykut hocanın hesapları sadece kağıt üzerinde kaldı... Tüm bunlara bir de Alex de Souza krizi eklendi ve takımın kimyası tamamen bozuldu...
Yönetimin, Aykut Kocaman’ı tek adamlığa itmesi, saha içi ve dışını tamamen hocanın inisiyatifine terketmesi, işler kötüye giderken yol gösterici tek kişinin ortalıkta görünmemesi 17 hafta sonunda 27 puanın rakiplere gitmesine yol açtı. Avrupa ve Türkiye Kupası’ndaki olumlu tablo bile halının altındaki kirleri gizlemeye yetmedi. Ve işler Kocaman’ın istifasına kadar geldi.
Fenerbahçe’de artık tüm yanlışları “mazlum ve mağdur” pozisyonuyla geçiştirmek mümkün değildir.
İşte size göreve geldiği günden bu yana 20’ye yakın transfer yapan Aykut Kocaman’ın Fenerbahçe’si...
* Temposu, fizik gücü bırakın Avrupa standartlarını Türkiye’nin bile çok altında bir takım...
* Yıllarca iç sahayı rakiplerine dar eden ancak şimdilerde Kadıköy’de sürekli üç ihtimalli maçlar oynayan bir takım...
* Duran toplar dışında pozisyon üretebilecek bir futbol zekası olmayan bir takım...
* Kocaman öncesi ilk yarım saat rakiplerini ceza alanından çıkarmayan artık tek pozisyon dahi üretemeyen bir takım...
Kısacası Kocaman’ın Barcelona gibi oynama hayalleri, antrenör takımı kurma planları, taraftara dağıttığı pembe umutlar (!) dün gece itibarıyla noktalanmıştır. 1001 gece masalları son bulmuştur. Fenerbahçe, “feda” diyen Beşiktaş’ın bile gerisinde kalmıştır... Gerisi teferruattır...
Bundan sonra ne transfer yaparsanız yapın, isterseniz Alex ile Emre’yi geri çağırın... Hepsi boş... Harç bitti, yapı paydos... Aziz Yıldırım yönetiminin soğukkanlılık ve akılcılıkla dürüst bir değerlendirme yaparak yeni bir strateji belirlemesi, çatışmasız ve tutarlı bir geleceğe karar vermesi gerekiyor. Bu gelecek sadece Kocaman’ın gitmesiyle olur mu? Belki ama yetmez!