Bülent Akarcalı - 1980 yılında Devlet Planlama Müsteşarı olan Turgut Özal’a “İhracatımız nasıl 20 milyar dolara çıkar” başlıklı 65 sayfalık bir rapor verdiğimde ihracat dediğimiz rakam 2.9 milyar dolardı. Aslında biz uzun yıllar dışarıya mal satmamıştık. İhracat demek, önce yurt dışında pazar ve müşteri aramak, ürünlerin dünya piyasasında fiyatlarını takip edebilmek demektir. Oysa vatandaşın, 1984‘e kadar yurt dışına ancak 3 yılda bir çıkma hakkı vardı. Çoğu işletmenin telefonu yoktu. Telefon almak 10-15 yıllık bekleme süresi gerekiyor ve yurt içi yurt dışı görüşmeler bir santralden geçip numaranızı yazdırıp saatlerce bekleyip sıranız geldikten sonra, o da eğer karşı tarafta ki muhatabınız o saatte yerinde ise gerçekleşebiliyordu.
Biz satmıyorduk, onlar gelip kendi şart ve fiyatlarıyla ürünlerimizi sağın alıyorlardı!
2000 yılına geldiğimizde ancak 28 milyar dolara çıkabilmiştik.
Gücümüz
Şu anda, ülkemiz, dış ticarette başarılı olmasını sağlayacak alt ve üst yapı ihtiyaçlarını Batı ülkeleriyle kıyaslayacak düzeyde gerçekleştirmiştir. Kara-Demir, Deniz ve Hava Yolu taşımacılığı, hava ve deniz limanları, yol şebekesi, gelişmiş iletişim sistemi, dünya ile bütünleşmiş bankacılık sistemi vs.
Bu alt ve üst yapı sayesinde ihracatı destekleyecek miktar ve çeşitliliğe sahip ciddi bir üretim gücü de oluşmuştur. Yalnız 350’ye yakın Organize Sanayi Bölgesi’nde 55.000 kadar ciddi büyüklükte fabrika üretim yapmaktadır. Buralarda kapalı imalat alanı 10.000 m2 altında olan tesis sayısı çok azdır. Buna karşın 200.000 m2 kadar olanı ise az değildir. OSB’ler dışında var olan on binlerce tesis, irili ufaklı imalathaneler, genellikle açık hava da üretim yapan tarım, madencilik sektörü. Kaç milyon m2 olduğunu hesaplayamadığımız seracılık (çiçek ve sebze üretimi) ülkemizin üretim zincirinin halkalarıdır.
Kıyaslama
Kıyaslama yapınca, örneğin Yunanistan (40 milyar dolar kadar) ve Romanya (60 milyar kadar) dahil tüm Balkan ülkelerinin ihracatı bir Türkiye etmemektedir. Aynı şekilde tüm Arap ülkelerinin petrol ile doğal ve sıvı gaz dışında ki ihracat toplamı da Türkiye’nin sınai ürün ihracatından azdır.
Nüfusu 145 milyon olan Rusya’da benzer durumdadır. Savunma sanayi ürünleri, petrol, doğal gaz, orman ürünleri ve madencilik dışında ihraç edebildiği sınai ürün tutarı Türkiye’ninkinden çok düşüktür.
Hatta, bilmeyenlere çok iddialı gelecek bir kıyaslama yaparsam, Avusturya’nın doğusundan, Çin’e kadar olan ülkeler arasında ürün çeşitliliği açısından, 1,3 milyar nüfusa sahip Hindistan dahil, Türkiye ürettiği çeşit kadar çeşitte sınai üretim yapan ikinci ülke yoktur.
Tabii ki bizim hedefimiz AB’nin büyük ülkeleriyle kıyaslanabilir olmaktır. O yolda olduğumuza da inanmaktayım.
Darboğazımız
Ülkemizin lojistik alt yapısı yeterli olmasına karşın, Avrupa pazarlarına erişmek için öncelikle geçmek zorunda kaldığımız özellikle Bulgaristan geçişlerinin kolaylaştırılması ve tıkanıkların giderilmesi en öncelikli konumuz olması gerekir.
Bunun yanında, orta vadede Edirne’yi Bulgaristan, Romanya ve Macaristan’dan geçecek bir otoyol ve hızlı tren yoluyla Avrupa’ya bağlama çalışmalarına başlamamız şarttır.
Kuzey Avrupa Yolu diyebileceğimiz bu otoyolun Türkiye’nin de katılacağı AB finansmanıyla gerçekleşmesi mümkündür. Böyle bir yolun yapımına Bulgaristan-Romanya-Macaristan yanında Çekya, Slovakya, Polonya, Almanya ve Baltık Ülkeleri de destek verecektir. Ukrayna’yı da karadan orta Avrupa’ya ve Türkiye bağlayacak Kuzey Avrupa Oto ve Demir Yollarını, bu ülkelerde ki turistlerin ülkemize gelişlerini de kolaylaştıracaktır.
Güzergâh üzerinde kısman var olan otoyol parçalarıyla bütünleşeceği için maliyeti ve inşaat süresi makul düzeyde olacaktır.
Standart ve kalite
Dış satımı artıracaksak her şeyden önce bunun ithalattan daha kolay olmasını sağlamak gerekir. Mevcut durumda ithalat fazlasıyla kolaydır. Örneğin ithalatta ciddi kalite denetimi yoktur. Çok nitelikli bir Türkiye Standartlar Enstitümüz olmasına karşın ithal ürünlerin kalitesini tespit edecek zorunlu standart denetimi yoktur.
İç ve dış piyasada satılan ürünlerin belirli bir kalitede olması ve o ürünle ilgili TSE standardının ithalatta, ihracatta ve iç piyasada zorunlu olması gerekir.
TSE’nin bin bir emekle geliştirdiği 37.520 standart var. Ancak uygulanması zorunlu olan sayı 541’i geçmiyor. Uygulanmasını istemeyen kendi üreticilerimiz!
Sonuçta ucuz diye çöp ithal ediyor, çöp kullanıyor ve çöp yani düşük kaliteli olduğu için düşük katma değerli mal üretiyor ve ihraç ediyoruz.
Zorunlu standart uygulaması olmayınca ithal ürünlerin kalitesini denetleyemiyoruz.
Bizzat şahit olduğum bir örneği vermek isterim; standardı zorunlu olsa 80.000 darbeye dayanması gerekecek bir ürün yerine 2000 darbeye dayanabilen Çin ürünü ithal ediyoruz.
Aklı başında kaliteli mal üretmek isteyen yerli üretici kalitesiz ucuz ürünler rekabet edemeyince üretimden çekiliyor. O çekilince de kalitesiz, standart dışı üretim yapan piyasaya hâkim oluyor.
Ekonomide kötü para iyi parayı kovar derler.
Sanayide de bunu görüyoruz kalitesiz mal ucuz olduğu için kaliteliyi kovuyor!
İhracattan sorumlu olan ticaret ama kaliteden sorumlu olan ise Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı’dır. Her iki bakanlığın tam bir eşgüdüm ve uyum içinde çalışması başarılı ihracatın yolunu daha da açacaktır.
Yerinde karar
İhracatta layık olduğumuz hedeflere ulaşmak için ithalatımızın yapısına ve ürünlerin kalitesine dikkat şarttır. Kalitesiz ithal ürünlerle kaliteli ihracat yapamayız. Bu arada eski “Made in Turkey” yerine “Made in Türkiye” kullanma kararı yerinde olmuştur. Hedefimize ne kısa sürede Türk Malı’nın kalite ve güven ifade ettiği algısını da yerleştirmemiz gerekir. İthalat ve yerli üretimde uygulanacak ciddi kalite kontrolü ile bunu başarabilir ve ihraç ürünlerimize “Made in Turkey altına Means Trust” yani Türk Malı Güven Demektir mesajını eklemek yerinde olacaktır.