İsmail Özcan (Eğitimci/Yazar)
Bir karşılaştırma yapılacak olsa Türkiye’nin dünyada en çok cinayet işlenen ülkeler arasında yer alacağına şüphe yoktur. Bir şeye daha şüphe yoktur: Türkiye çok cinayet işlenen ülke olmasının yanında en ilkel en çağdışı gerekçelerle ve en vahşi yöntemlerle insan yaşamına son verilen ülkeler arasında da yine ilk sıralardadır.
Ülkemizde hemen hemen cinayet işlenmediği gün olmuyor. Kadın, erkek, genç, yaşlı, çocuk, bebek herkes bu cinayetlerin kurbanı olabiliyor. Bu arada her yaştan kadınlarımız; en sık, en haksız ve en vahşi cinayetlere hedef oluyor. Yurdumuzun herhangi bir yerinde neredeyse her gün bir veya birkaç kadın töre cinayetlerine, karşılıksız aşk ve kıskançlık cinayetlerine, kadının tek taraflı ayrılma isteğine tahammülsüzlük cinayetlerine, magandaların tecavüz girişimlerine direnme cinayetlerine kurban gidiyor.
Bu konuda bir örnekten, somut bir olaydan yola çıkarak cinayet analizi yapmanın bile bir anlamı kalmadı. Çünkü ara vermeksizin birbirinden gaddar cinayetler işleniyor. Bir cinayet haberinin ömrü 24 saat dahi olmayabiliyor. Her işlenen cinayet bir öncekini unutturuyor. Kimi caniler bir kişiyi iki kişiyi öldürmekle hızlarını alamıyorlar, katliam yapıyorlar.
Planlı cinayetler
Birçok cinayet, akıllara durgunluk veren, benzerleri daha önce çok az görülmüş veya hiç görülmemiş planlarla, tertiplerle işleniyor. İşlenen cinayetlerin büyük bir bölümü tuzak kurarak, pusuya düşürerek, baskın yaparak kalleşçe, namertçe işleniyor. İşlenen kimi cinayetleri gizlemek, izlerini yok etmek için en az cinayetin kendisi kadar akıl almaz hilelere başvuruluyor.
Kimi cinayetlerin gerekçesi tipik bir feodal zihniyetin aynası gibidir: “Bana yan baktı, işini bitirdim!”, “Oy verdiğim partiye, tuttuğum takıma hakaret etti, çektim vurdum!”, “Trafikte yol istedim, vermedi, bir de tantana yaptı; ben de haddini bildirdim!” Böyle bir sürü dokunulmazlık, sataşılmazlık kibir ve ilkelliği! Diyalog ve uzlaşma kültüründen nasipsizlik, magandalık!
'Yaşama hakkı'
Zamanımızda, “En kutsal insan hakkı nedir?” diye aklı başında kime sorulsa, vereceği cevap, “Yaşama hakkıdır!” olacaktır. Bütün uluslararası sözleşmelerde, insan haklarına ilişkin evrensel bildirilerde tanımlanan 1 numaralı insan hakkı yaşama hakkıdır. Bunun dışında tanımlanan diğer bütün insan hakları yaşama hakkından sonra gelir. Çünkü insanın yaşama hakkı yoksa diğer hakların hiçbir anlamı ve değeri kalmaz.
Şu dünyada insandan ve onun hayatından daha değerli, terazide ondan daha ağır çekecek ne olabilir? İnsan bu evrende her şeyin kendisiyle değer kazandığı varlıktır. Hangi menfaat, hangi sebep böyle bir varlığın hayatına son vermeyi meşrulaştırabilir? Mevlâna ve diğer bütün maneviyat önderlerine göre insanın değeri ve yüceliği, Tanrı'nın onu varlıkların en üstünü ve en onurlusu (eşref-i mahlûkat) olarak yaratmasından kaynaklanır. Bu yüzden hiçbir bilgisi, görgüsü, marifeti, liyakati, statüsü olmayan sıradan bir kimse bile sırf insan olduğu için değerlidir ve hürmete layıktır. Ünlü bilge Sadi, “Dünyanın bütün servetleri, bütün dünyanın saltanatı, haksız yere akıtılan bir damla insan kanına değmez” diyor.
Cevap arayan sorular
Kriminolojideki (suç ve suçlu bilimi) gelişmeler sayesinde polis günümüzdeki cinayetlerin yüzde yüzüne yakınını aydınlatıyor, faillerini yakalayıp adalete teslim ediyor. Fakat bu yeterli değil. Niçin bu kadar çok, bu kadar pervasız cinayet işleniyor? Niçin bu kadar şiddet yaşanıyor? Niçin bu öldürme, yaralama ve diğer şiddet olaylarında failler tam bir namertlik ifadesi olarak kendilerini gizliyorlar? İlgililerin, yetkililerin, psikologların, sosyologların üzerinde düşünüp cevap bulmaları gereken öncelikli soru budur!