Marion Sendker - Berlin-Ortadoğu Podcast’i Kurucu/Sunucu - marionsendker@gmail.com
Almanya’da resmi olarak yeni bir hükümet var. Fakat yeni koalisyonu oluşturan sosyal demokrat SPD, Yeşiller ve liberal FDP, tam bir “birlik hükümeti” gibi görünmüyor. İşin temelinde yatan ana sebep aslında, yeni Alman dış politikasının yeni bir planı olmaması. Başbakanlık'taki SPD ile Dışişleri Bakanlığı'ndaki Yeşiller arasında açık bir anlaşmazlık var. Ayrıca SPD, Dışişleri Bakanlığı üzerinde hak iddia ediyor bir anlamda. Örneğin yeni Dışişleri Bakanı Baerbock, çok etkin bir duruş sergilemezken, SPD parlamento grup lideri kamuoyuna açık bir şekilde, Alman dış politikasının “özellikle Başbakanlıktan”, yani Yeşiller değil SPD tarafından yönlendirildiğini söyledi. Hükümette durum böyle olunca Almanca’da bir deyim akla geliyor: “İki kişi tartışırsa, üçüncüsü sevinir” denir genellikle. Buradaki “üçüncü” Türkiye de olabilir. Buradan yola çıkarsak, AB mülteci anlaşmasının, Yeşiller'in sona erdirmek istemesine rağmen, SPD desteklediği için devam edeceğini beklemek yanlış olmaz.
Siyaset bir tiyatrodur
Elbette siyasette unutulmaması gereken en önemli nokta, siyasetin “bir tiyatro“ olduğudur. Bakanların ve cumhurbaşkanlarının başkaları tarafından yazılmış metinleri sundukları bir sahne var. Ayrıca bir de kulis var. Anlaşmaların yapıldığı yer orası, çünkü yönetmenlerin bulunduğu yer de orası. Sahnede olanlar, seçmenler ve medya içinken, sahne arkasında olanlar tamamen devletler için. Bu noktada verilebilecek bir başka örnek de silah satışları. Yeşiller Türkiye’ye yapılacak satışların dondurulmasını istiyor. Berlin de aslında sıkı bir silah kontrol yasası planlıyor. Fakat tüm bunlar yine sahne şovunun bir parçası gibi görünüyor. Çünkü silah satışının sadece çatışma bölgelerinde önlenmesi beklenir, halbuki Türkiye bir çatışma bölgesi değil ve dolayısıyla Türkiye’ye silah satışının dondurulması da sahne şovuna yönelik bir siyaset adımı olarak öne çıkıyor.
'Türkiye'nin elinde'
Alman siyasi sahnesinde, Almanya'da yeni hükümetin Türkiye'ye yönelik tavrının daha sert olacağı söyleniyor. Yeni Alman liderliği insan haklarına, demokrasiye, çeşitliliğe ve feminizme öncelik vereceğini belirtiyor. Öyle ki, Türkiye bu konuda kendini geliştirmezse, Alman hükümeti hem Türkiye’ye AB konularında verdiği desteği kesecek, hem de genel olarak iş birligini azaltacak gibi görünüyor. Ama sahnede!
Bu tutum, koalisyon anlaşmasına da yansıdı. Türkiye'deki iç siyasi gelişmelerin "endişe verici" olduğu vurgulanırken, bu söylemin gerekçesi olarak yine, “insan, kadın ve azınlık hakları“ndan bahsedildi. Yine sahnede Berlin'dekiler umursamaz bir tavırla “Artık her şey Türkiye'nin elinde” diyor. Bunun, Almanya’da önde gelen Alman-Türkler de dahil, Türkiye’yi eleştiren herkesi tatmin edecek kadar zekice bir cümle olmasına rağmen, aynı zamanda sorumluluktan kaçınan korkak bir cümle olarak da görülmesi gerekir. Ayrıca, bu duruşun Almanya'da Türkiye karşıtlığını körüklemesi de muhtemel. Avrupa Konseyi tarafından yakın zamanda yapılan bir araştırmaya göre, ankete katılanların yüzde 41'i Türkiye'yi rakip veya düşman olarak görüyor.
Ne olacak?
Ancak bunların hepsi tiyatronun bir parçası. Söz konusu endişeler ve “atılacak adımların” nasıl sonuçlar doğuracağından henüz bahsedilmiyor. Türkiye’ye yönelik somut politikaları sorulduğunda, hükümet sadece Avrupa Konseyi’nin başlattığı ihlal prosedürünü desteklediğini hatırlatmakla yetindi. Ancak kapalı kapılar ardında, hükümetin işlerin bu noktaya gelmesini istemediği söyleniyor. Bu da dürüst bir yaklaşım olmaktan ziyade saptırma manevraları gibi görünüyor. Almanya kulislerinden edindiğim bilgilere göre, Alman hükümetinin Türkiye ile ilgili olumsuz gündemi lafta kalacak. Bu açıdan Türkiye, Almanya’daki değişen retoriğin onu caydırmasına izin vermemeli ve şu Alman deyimini her zaman hatırlamalıdır: laf çok ama icraat yok.