“Evlendik mutluyuz” yazılı araba tamponlarının modası geçiyor galiba...
Yeni moda arabalar, nikâh salonunda değil, mahkeme kapısında bekliyor ve tamponunda “Boşandık, mutluyuz” yazıyor.
* * *
Türkiye İstatistik Kurumu’nun dün açıkladığı rakamlar, boşanma artış hızının, evlilik hızını geçtiğini ortaya koyuyor.
Yani evlenenden çok boşananımız var artık...
Oysa aynı İstatistik Kurumu, Türklerin yüzde 60’tan fazlasının kendini “mutlu“ hissettiğini, yüzde 70’ten fazlasının geleceğe “umutla“ baktığını açıklamamış mıydı?
Bu yüzdeleri doldurabilecek kadar mutluluk ve umut var mı buralarda hakikaten?
*(Herkese gönder)
Onlar “delete” tuşunu kullandılar bilgisayarların... Yani “Sil”diler, yazdıklarımızı, bilgisayarlarımızdan...
Bizse önceki gün ulaştık “sil”inenlere...
“Download” komutuyla indirdik “yasak kitap”ı, internet okyanusundan küçük havuzlarımıza...
Özlemişiz yasak yayın bulundurmanın ürpertici tadını; okumanın, saklamanın, paylaşmanın eşsiz iştahını...
Merakla okuduk lanetlenen satırları...
Eşe dosta haber ettik; tavsiye linkler verdik.
Milliyet’in 60. yılı için hazırlanan kitabın Yayın Koordinatörü sevgili Tahir Özyurtseven, geçen yıl arayıp “Son 60 yıla damgasını vuran manşetler arasına senin PKK-ABD temasıyla ilgili haberi de aldık” dediğinde çok sevinmiştim.
Meslek kariyerimde önemli bir haberdi çünkü...
Dün Taraf gazetesinde yayımlanan WikiLeaks belgelerini okuyunca, haberin Washington’da da ciddi etki yarattığını öğrenmiş oldum.
Amerikalı diplomatlar haberin çıktığı günün sabahından başlayarak neredeyse panik halinde merkeze raporlar yazmış, Dışişleri nezdinde girişimler yapmışlar.
Belgelerde benden “Anti-Amerikan haberlerin kanalı olan köşe yazarı” olarak bahsedilmesine üzüldüm diyemem.
Ya tersini söyleseydi?
Zonguldak Emniyet Müdür Yardımcısı, kadınların “ilgi çekmek için” intihara kalkıştıklarını söylemiş.
Tipik bir “kadın ne der, erkek ne anlar” vakası...
Diyelim ki öyle...
Peki canları pahasına ilgimizi çekmek istedikleri şey ne ola ki?
* * *
Bir örnek olaydan gidelim:
Türkiye’de “kadın intiharları” denince akla Batman gelir.
Fazıl Say’ı Bilkent Senfoni Orkestrası ile yeni bestesi “İstanbul Senfonisi”nin Ankara’daki ilk seslendirilişinde dinledik.
Hemen önümüzde Ahmet Say oturuyordu.
Fazıl’ı dinlerken gözüm ondaydı. Eser bittiğinde herkes ayakta alkışlarken o sessizce oturdu. Neler hissettiğini, bir onu yakından tanıyanlar bilebilirdi; belki bir de benim gibi yeni çıkardığı hatıralarını okuyanlar... (“Ağaçlar Çiçekteydi”, Evrensel, Şubat 2011)
* * *
“Fazıl”, meğer Fazıl Say’ın dedesinin adıymış.
Matematikçi Fazıl Bey ile felsefe öğretmeni Nüzhet Hanım, 1940’ların çoğu aydın ailesi gibi, daha Ahmet doğmadan eve bir Alman piyanosu almışlar.
Ahmet Say, savaş yıllarında Yahudi bir “matmazel”den piyano dersleri alarak büyümüş. Annesi, ilerde ünlü bir piyanist olacağını düşlüyormuş. Babası ise “İki bilinmeyenli denklem çözemeyen, Thomas Moore’dan, Voltaire’den habersiz bir çocuk piyanist olamaz” diyormuş.
Tarihe pek düşkün olmadığımızdan, her yaşadığımız tatsızlığın başına bir “tarihimizde ilk kez” mührü vurmaktan çekinmiyoruz. Oysa öyle mümbit bir tarih ki bizimkisi, neredeyse yaşanmadık şey kalmamış.
“Basılmamış kitaba baskın” da öyle... İlk değil yani... Hatırlatalım:
Muzır neşriyat
Haziran 1933...
Babıali’de Sinan matbaasının sahibi Sinan Bey’in kapısı çalındı. Kapıda CHP memuru Kâzım ve Ali beyler vardı. Sordular:
“-Sen bir kitap basıyormuşsun.”
İçişleri Bakanımızın tabiriyle “Amerika’dan daha özgür Türk basını”nın bir mensubusunuz ve hâlâ tutuklanmadınız mı?
Bir eziklik hissediyor olmalısınız.
“Her araştırmacı gazetecinin yolu bir gün Zincirlikuyu ya da Silivri’ye düşecektir” ilkesini bilerek sıranızı bekliyorsunuzdur.
Boş durmayın; hazırlanın!
Aşağıdaki kılavuz, 2011 Türkiye’si için, son dönemin tecrübelerinden süzülerek hazırlanmıştır:
* * *
- Bir defa, hep aynı saatte işe gidip gelmeyin ve aynı yolu kullanmayın. Sıkça güzergâh değiştirin. Allah muhafaza!
Tanrının şanslı kuluymuş: Bir kez daha ölüler ülkesinin hududundan döndü İbrahim Tatlıses...
Beynine yönelen kurşunun milimetrik sapması sayesinde, tam anlamıyla, “kılpayı” kurtuldu.
Onun feryat gibi çınlayan sesini bir daha öyle duyamayabiliriz belki, ama kendisi yaşayacak; belli...
Ömrü bol olsun!
* * *
Burada ecelin defedilişi kadar etkileyici bir şey daha var:
Tatlıses’in ölüm provası...