Sabah yazarı Sevilay Yükselir, A Haber’de Başbakan’a sordu:
“Güneydoğu’da bölge halkının ciddi bir kısmı PKK’ya destek veriyor. Örgütü ayakta tutan bu destek kesilmeden sorun nasıl çözülecek?”
Başbakan, yine medyayı suçladı.
Basının terör örgütünün propagandasına alet olmak yerine hükümetle beraber çalışması gerektiğini söyledi.
Olağanüstü hali kaldırdıklarından, TRT Şeş’i kurduklarından, üniversitelere Kürtçe bölüm açtıklarından söz etti.
Bakanlarının, vekillerinin bölgede çalıştığını anlattı.
“350 bin ton yardım kolisi dağıttık,” dedi.
“Batman” düşkünü değilim. Lakin “Joker” olduğunu söyleyen bir saldırgan filmin gala gecesini kana bulayınca, “Kara Şövalye’nin Yükselişi”ni merak edip gittim.
Doğrusu, filmin özendirici olduğu söylenen şiddet sahnelerinden çok, o şiddeti meşrulaştırmakta kullandığı ideolojik ambalajı daha çok ilgimi çekti.
* * *
Biz Robin Hood nesliyiz.
Zenginden alıp fakire verenleri severiz.
Kralın gözünde “haydut”tur Hood; biz “kahraman” deriz.
Saraya başkaldırır, yol kesip haraç alır, alkışlarız.
Pek az bilinir; ama Silahlı Kuvvetler’in “muhtıra” verme huyu, tarihimizin ilk dürüst seçiminin yapıldığı gece başlamıştır.
Yani darbecilik, demokrasiyle yaşıttır.
Ben bunun öyküsünü Orhan Birgit’ten dinlemiştim:
1950’nin 14 Mayıs’ında, yani Demokrat Parti’nin kahir çoğunlukla CHP’yi devirdiği gece, Ulus gazetesinin telefonu çalmış.
Arayan Ordu Komutanı Kurtcebe Noyan’mış.
Gazetedeki CHP parti müfettişi Sadi Irmak’ı istemiş telefona... Aynen şunu söylemiş:
“Eğer Cumhurbaşkanı (İsmet İnönü) yeşil ışık yakarsa, seçimlere komünistlerin hile karıştırdığı iddiasıyla müdahale edebiliriz. Paşa’nın emirlerini bekliyoruz.”
Son Hitit kralının heykeli, Hatay yakınlarında bulundu. 3 bin yaşındaki bu bukleli saçlı, sakallı kralın bir elinde mızrak var, bir elinde başak...
Yani halkına “Hem üret, hem savaş” diyor.
Kralın asıl çarpıcı yeri ise gözleri...
Özel taştan yapılma, kocaman, kara gözler bunlar...
Dehşetle açılmışlar.
İnsan, bunca kudretli bir kralı onca dehşete düşüren şeyin ne olduğunu merak ediyor.
Ben, en kötü ihtimali düşündüm:
Çankaya sırtlarından uzun bir cadde geçer. Caddenin bir yanı Cumhurbaşkanlığı Köşkü, öbür yanı Başbakanlık konutudur.
Bu iki komşu binanın sakinleri, Ankara’nın siyasi tarihi boyunca anlaşmazlıklar yaşamışlardır.
Atatürk ile İnönü...
Bayar ile Menderes...
Özal ile Akbulut...
Demirel ile Çiller...
Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü ve Gül’ün Basın Danışmanı Ahmet Sever’in dünkü Vatan’da Ruşen Çakır’a verdiği demeçle bu listeye yeni bir ikili, resmen dahil oldu:
Londra Olimpiyatları’nın açılışını izlerken, İngilizlerin gösteri sanatlarındaki dehasına, koreografi ve reji ustalığına bir kez daha şapka çıkardım.
Hayal güçlerine, özgüvenlerine, vefakârlıklarına, mizah duygularına, tarih algılarına da...
İnsanlığa şunu söylediler:
“Tarih boyu size çok şey kattık: Sizi tarım toplumundan, sanayi çağına çıkarttık. Hayallerinizi biz kurduk, şiirlerinizi, masallarınızı biz yazdık. Filmlerimizi izleyip şarkılarımızı dinlediniz. O yüzden hepiniz biraz İngilizsiniz.”
Bu iddialı mesajı öyle sevimli bir görkem içinde sundular ki, ayrı kıtalarda şovu izleyenler rahatsız olmak şöyle dursun, kendilerini anlatılan tarihçenin içinde bulup mutlu oldular.
* * *
Neyinle övünüyorsan, biraz da o’sundur.
Ocak 1978 Terörün Türkiye’yi yakmaya başladığı dönemde, Ankara Cumhuriyet Savcı Yardımcısı Doğan Öz, soruşturduğu bazı olaylarda “kontrgerilla”nın izini buldu. İlk kez bir savcı, örgütün adını vererek bir hazırlık raporu yazdı:
“Şiddet olayları, ‘anarşik eylemler’ diye nitelendirilecek kadar basit değildir. Amaç, demokrasi umudunu yok etmek, faşist düzeni yürürlüğe koymaktır. Bu sonuca ulaşmada CIA, Kontrgerilla gibi gizli örgütlerin yönlendirmesi vardır. Bunlar, devlet aygıtını geniş ölçüde kendi amaçlarına uygun şekle dönüştürerek, demokrasi düşmanı akımları iktidar yapmayı öngörmüşlerdir” dedi ve adres verdi:
“Kontrgerilla, Genelkurmay Harp Dairesi’ne bağlıdır. Sivil güvenlik güçleri içinde de MİT elemanları ve 1. Şube görevlileri kullanılmaktadır. Bu çalışmalar, MHP ve kadrolarınca yönetilmektedir.”
* * *
24 Mart 1978
Rapordan 2 ay sonra Savcı Öz, Ankara’da öldürüldü.
Bir süre sonra İbrahim Çiftçi yakalandı. 3 savcı önünde suçunu ikrar etti. Saldırıyı ayrıntısıyla anlattı. Talimatı Ülkü Ocakları’ndan aldığını söyledi. Bahçelievler katliamından da aranıyordu.
Güneydoğu’dan yeni dönen bir milletvekili ile görüştüm:
“Yeni Kürt komşumuz hayırlı olsun” dedi.
Suriye sınırında özerk bir Kürt bölgesi oluşuyor ve Irak sınırındaki Kürt bölgesiyle, “Kürt Yüksek Konseyi” otoritesi altında birlikte hareket ediyor.
“Büyük Kürdistan” hayali canlanıyor.
Ve tabii Ankara’da tüyler diken diken oluyor.
Başbakan’ın danışmanı Yalçın Akdoğan da “PKK’nın süreçte aktif rol oynayacağı” gerçeğini teslim ediyor.
Yıllarca Baas rejimi altında kendine sığınak bulmuş PKK’nın, ilk fırsatta sınıra bayrak çekeceğini, Ankara’nın öngörmemiş olması mümkün mü?