Altyapı yetersizliği ve her yaz daha da fahiş hale gelen fiyatlarını sürekli konuşsak da Bodrum her yıl daha da değerli bir marka haline geliyor. Global markalar da yerli markalar da uluslararası isimler de bu yaz Bodrum’a akın etti. İşte sezonun kapanış haftasında bu yazın mini bir özeti
En büyük sürpriz: Bobo by The Stay
Bu yazın en şaşırtıcı mekânıydı. Birçok uluslararası markanın Bodrum’da açılmasının heyecanla beklendiği bir yazda yerli bir markanın son 3 ayda karar verip sezona yetiştirdiği bir mekânın bu kadar başarılı olmasını kimse beklemiyordu. Muzaffer Yıldırım, Bebek Otel by the Stay’in başarısını da arkasına alarak plajıyla da Dragon’dan Paraliaki’ye restoranları ve DJ Salça’nın müzikleriyle eski Nupera günlerini de hatırlatan çok konuşulan bir yer yarattı. Sankai by Nagaya’dan 7 Mehmet’e pop-upları da sevildi. Böylece The Stay Grubu, Alaçatı’dan sonra Bodrum’u da kısa sürede fethetti.
En iyi fine dining restoran: Ayla
Forbes yazarı Ann Abel, “Aret Sahakyan’ın Türk gastronomisine aşk mektubu” diye
Tam beş yıl önce Eylül ayında İstanbul’un önde gelen koleksiyonerleri, sanatçıları, sanat galerisi sahipleri ile yerli ve yabancı basından isimlerle Söğütlüçeşme hızlı tren istasyonunda buluşmuş, hep birlikte Eskişehir’e gitmiştik.
Odunpazarı Modern Müze’nin (OMM) açılışı için.
Bu sayede hem Eskişehir’i hem de UNESCO Dünya Kültür Mirası geçici listesinde yer alan Odunpazarı evlerini de görme şansımız olmuştu.
OMM, Avrupa Müzecilik Ödülleri ve 18. Uluslararası Müzecilik ve Kültürel Miras Ödülleri gibi birçok ödüle layık görüldü, sanat dünyasının en prestijli yayınlarından ARTnews tarafından ‘Son 100 Yılın En İyi 25 Müze Binası’ arasına seçildi.
Tabii hiçbir şey tesadüf eseri olmuyor.
Bu başarı, müzenin kurucusu, koleksiyoner Erol Tabanca’nın vizyonu ve Kengo Kuma gibi uluslararası başarılara sahip, çok değerli bir mimarla çalışmasının sonucu.
Kengo Kuma gibi usta bir mimarın Eskişehir’de bir proje yapmış olması önemli.
Geçen hafta Scorpios Bodrum’da Londra’dan gelen uluslararası bir çağdaş sanat kitlesi vardı.
Bu kitleyi bir araya getiren Random International’ın ‘When Tomorrow Comes’ (‘Yarın Geldiğinde’) başlıklı sergisinin açılışı ve sanatçı konuşmasıydı.
Random International, Londra ve Stockholm’de çalışmalarını sürdüren bir Alman ikili.
‘Yarın Geldiğinde’ başlıklı çalışma, teknolojiyi insan algısı ve etkileşimiyle harmanlayan etkileşimli bir dijital heykel yaratmak için özel bir izleme sistemi ve sürükleyici algoritma içeriyor.
‘Yarın Geldiğinde’ kitabının 3 setlik 150 sınırlı imzalı baskısı da satışa sunuluyor.
“Rain Room” (Yağmur Odası) ve prömiyerini 2022’deki Art Basel Miami’de yaptıkları “Living Room” (Oturma Odası) gibi eserleriyle tanınıyorlar.
Aynı zamanda insan ve makine arasındaki koreografiyi sergileyen, koreograf Wayne McGregor işbirliğiyle yaptıkları “No One Is An Island” (Hiç Kimse Bir Ada Değil) çalışmalarıyla da öne çıkıyorlar.
Şu anda Amsterdam’daki
Sicilya’da batan 56 metrelik yelkenli kazasında hayatını kaybeden İngiliz teknoloji milyarderi Mike Lynch’ten geriye bir Hollywood filmini aratmayacak trajik bir hikâye ve komplo teorileri kaldı
İngiltere’nin Bill Gates’i olarak tanınıyordu Mike Lynch. Teknoloji alanındaki başarılarından dolayı 2006’da Kraliçe Elizabeth’den OBE kraliyet nişanını almaya hak kazanmış, BBC’den British Library’ye İngiltere’nin saygın kurumlarının yönetim kurullarında görev almış, hatta David Cameron’a başbakanlığı sırasında teknoloji danışmanlığı da yapmıştı.
Aslında müthiş bir başarı öyküsü Mike Lynch’in hayatı. Hemşire bir anne ve itfaiye görevlisi bir babanın oğlu olarak doğuyor ve kısa sürede üstün yeteneği sayesinde burslar alarak sonunda Cambridge Üniversitesi’nde bilgisayar mühendisliği ve yapay zekâ üzerine eğitim alıyor. İlk şirketini 1980’lerin sonunda doktora eğitimi alırken kuruyor. Lynett Systems Ltd, 2 bin 500 dolarlık bir krediyle finanse edildi ve Atari ST için sentezleyiciler ve bir örnekleyici dâhil
Şehirlerin görsel kaderini sadece mimarlar değil, mimari projelere karar verenler de belirliyor.
Biliyoruz büyük mimarların bile çoğu projeleri hayata geçirilemiyor.
Hatta birçok büyük mimar bu nedenle ileri yaşlara kadar proje mimarı olarak adlandırılıyor.
Peki ama efsane mimarların tüm projeleri hayata geçebilseydi şehirler ne kadar farklı olurdu hiç düşündünüz mü?
Hiç şüphesiz şimdikinden çok daha iyi olacağı tartışılmaz.
Organik mimarinin yaratıcısı, Amerikalı efsane mimar Frank Lloyd Wright’ın çizdiği ama hayata geçirilemeyen projeleri geçen yıl yeniden gündeme gelmişti.
Frank Lloyd Wright’ın tasarladığı 1000’den fazla yapının yarısından fazlası, 1959’da 91 yaşında öldüğünde inşa edilmemişti veya daha da kötüsü yıkılmıştı.
Tam 11 yıl önce bir New York seyahatinde izledim Fuerza Bruta’yı.
İşte o zaman sırf bu gösteriyi izlemek için bile 11 saat uçulur dedim.
Yüksek tavanlı karanlık bir salondasınız.
Bangır bangır techno çalıyor.
Arada salona sis basılıyor, göz gözü görmüyor.
Girişte rengârenk tüplerde shot’lar satılıyor.
Sanırsınız, bir rave partisindesiniz.
Oysa Buenos Aires’den çıkan bir Broadway oyunu bu olan.
Susan Wojcicki, YouTube’un önceki CEO’suydu, Google’ın ilk çalışanlarındandı. Hatta Google, Wojcicki’nin evinin garajında kuruldu. İşte 56 yaşında hayatını kaybeden Susan Wojcicki’nin hikâyesi…
Bu hafta Mark Zuckerberg, eşi Priscilla Chan’in heykelini Daniel Arsham’a yaptırdığını belgeleriyle paylaştı. Jeff Bezos nişanlısı Lauren Sanchez ile birlikte Vatikan’da Papa’yı ziyaret etti, yine fotoğrafları sosyal medyada yayınladı. Ama bu hafta global teknoloji dünyasının gündeminde başka bir isim, Susan Wojcicki vardı. Kendisi, YouTube’un önceki CEO’suydu. Google’ın ilk çalışanlarındandı, hatta Sergey Brin ve Larry Page, Google’ı 1998’de Wojcicki’nin Kaliforniya Menlo Park’taki evinin garajında kurmuştu, Wojcicki’den garajı kiralayarak. 1999 yılında 16 numaralı Google çalışanı ve ilk Google pazarlama müdürü olarak işe alındı. AdSense ve Google Analytics’ten Google Kitaplar ve Google Görseller’e kadar her konuda çalıştı. 2006 yılında Google’ın aylık 2 buçuk milyar izleyiciye ulaşan
Paris 2024’te spor alanında istediğimiz başarıyı elde edemedik, sporcularımızın da izleyicilerimizin de morali çok bozuldu.
Kaybetmeye katlanamayıp erken dönenler, finale çıkamayınca finali izlemeye gerek duymayan izleyiciler, tribünlerde boş kalan koltuklar, kapanış töreninde sporcularımızın tek tük kalması şaşırtıcıydı.
Sonuçta bu, dev bir spor organizasyonuydu, kazanmak da kaybetmek de vardı, ama kaybedince bu kadar bozulan bizden başka bir ülke olmadı sanırım.
Ne de olsa, spor ‘ya hep, ya hiç’ değildi, o anda kazananı da kaybedeni de alkışlayabilmek gerekiyordu.
Bana göre Paris 2024’ün kazanan Türk markası bir sporcu ya da spor takımı değil, bir e-ticaret markası, Trendyol oldu.
Peki ama neden?
Öncelikle Trendyol, sadece Türkiye Milli Olimpiyat Komitesi’yle değil, 130 yıllık Uluslararası Olimpiyat Komitesi (IOC) ile yaptığı işbirliğiyle hem Olimpiyatlara ve sporculara destek oldu, hem de bir Türk markasının resmi olarak Paris 2024’te yer alması önemliydi.