Dün Londra’nın Soho bölgesinde sokakta bir kafede oturuyoruz.
Önce duman ve yanık kokusu yükseliyor, sağa sola bakıyoruz, kimse oralı değil.
Herkes içkisini yudumlamaya ve sohbetine devam ediyor.
Biraz sonra karşıdaki binada bir hareketlilik oluyor.
Tam 3 dakika sonra iki dev itfaiye kamyonu geliyor.
Önce karşı binaya bakıyorlar, bir şey bulunamıyor, sonra bizim oturduğumuz binanın çatısında yükselen alevleri görüyoruz.
Biz buz gibi havada sokakta ısıtıcılar altında otururken binanın çatısında yangın çıkmış, itfaiye gelmiş.
Yan masalara dönüp bakıyorum, kimse hâlâ oralı değil, ne hesabı isteyen var, ne içkisini yarım bırakan.
Milano Moda Haftası’nda beni en çok sevindiren haber New York Times’ta çıktı.
Sanayi 313’ün erkek koleksiyonu.
Serena Uziyel’in tasarladığı, Enis Karavil ile birlikte yarattığı Atelier 313 terlik ve çantalar kısa sürede bir dünya markası olma yolunda önemli adımlar attı.
Alex Eagle’dan Bergdorf Goodman’a önemli bütün mağazalara girmeyi başardı.
Sanayi 313’ün yaratıcısı Enis Karavil Marka 2017’de yaptığımız seansta müjdeyi vermişti, erkek koleksiyonunun çıkacağını.
Ama doğrusu koleksiyonun ne kadar harika olduğundan ve Milano Moda Haftası’na yetişeceğinden bahsetmemiştik.
Şimdi New York Times’da Lee Oliveira’nın fotoğraflarıyla koleksiyonu gördükten sonra daha da mutluyum.
Çok kısa zamanda çok büyük yol kat ettiler, gurur duyulacak bir başarı bu.
Tanem Sivar-Edhem Dirvana’nın sevgili köpekleri Django ve Pamuk’un başına gelenleri hepimiz dehşetle okuduk.
Dirvana ailesi gibi doğayla iç içe yaşayan komşuları nasıl olur da köpeklerini katledecek noktaya gelir, hiçbirimiz anlamadık.
Bunu köpeklere yapan biri pekâlâ insanlara da yapabilir dedik.
Bunu yapan cezalandırılmalı, hiçbir suç cezasız kalmamalı diye imzalar bile toplandı.
Neyse ki duyarlı sosyal medya kullanıcılarının gündem yaratması sayesinde, Dirvana ailesine destek yağdı.
Sonraki aşama, Dirvanaların öncülüğünde yeni hayvan hakları yasası tasarısını hayata geçirebilmekti.
Daha sonra olumlu bir adım atıldı, köpekleri zehirleyen komşu tutuklu yargılanmaya başlanıldı.
85 yaşında müthiş bir kadınla tanıştıracağım sizi: Shirley Conran. ‘60’larda “Superwoman” adlı “çocuk da yaparım, kariyer de” içerikli kitabın yazarı, döneminin “Grinin Elli Tonu” olarak değerlendirilen “Lace” adlı erotik ‘bestseller’ romanın yazarı, kadın hakları savunucusu…
Shirley Conran 6 kardeşin en büyüğü. Küçük kardeşlerine bakmış, savaş döneminde ölüm korkusunu yaşamış, kendi deyişiyle başkalarının ölümlerini kendi hayatta kaldığı için suçlulukla izlemiş. Varlıklı ama zor bir babanın kızıymış, annesi Paris’ten haute couture kıyafetlerle onu giydirirken o Londra’nın en iyi okullarından St. Pauls’te ayakları üstünde durmayı bilen bir genç kız olarak büyümüş. Daha sonra ailesi onu zarif ve hamarat bir kadın olması için “finishing school”a göndermiş. İşte o zaman anlamış ki, o asla iyi bir ev kadını olmayacak; çünkü çalışmak istiyor. Bunun üzerine Londra’ya gidip bütün haute couture kıyafetlerini satmış ve kazandığı parayla sanat eğitimi almaya başlamış. Terence Conran’la tanışmış. Conran’la evlenip Conran ondan kendi tasarım işine yardım etmesini isteyince, sanat yerine tasarımla ilgilenmeye başlamış. Bir yandan perdelik kumaş tasarlamış, bir yandan Conran’ın halkla
Her şey harika tasarımcı Sebastian Conran’ın “Annemle tanışmalısın” demesiyle başladı.
Sebastian Conran’ı kendisi gibi tasarımcı olan, Habitat ve Conran Shop’ları yaratan, Londra Tasarım Müzesi’ni kuran Terence Conran’ın oğlu olarak tanıyordum o zamana kadar.
Annesi Shirley Conran’ın aslında daha da ilginç bir hikâyesinin olduğunu bilmiyordum.
Oysa Sebastian Conran annesinin gazeteci ve yazar olmasıyla müthiş gurur duyuyor ve ‘Superwoman’ adlı kitabını heyecanla anlatıyordu.
Shirley Conran ile tanışmadan önce kitaplarını okudum, ‘Superwoman’dan 82 yaşında yazdığı ve sadece Apple Store’da yayınladığı matematik kitabı ‘Money Stuff’a kadar hepsini sırayla.
‘Superwoman’ı 1960’larda yazmış ve kitabın can alıcı sloganı “Hayat dolma yapmak için çok kısa”.
Kitapta sık sık “Kanepenin altını süpüreceğime, üstünde keyif yapmayı tercih ederim” diyor Shirley Conran.
Haksız mı?
Evet, İstanbul gece hayatı hareketlendi ama herkesin gözü orada.
Pazartesi gecesi İstanbul’un uzun zamandır gezip tozmaktan sıkılan güzel insanları Soho House’da bir aradaydı.
Bu, İstanbul gece hayatı için iyiye işaret.
Kimler mi vardı aralarında? Derin Mermerci-Cem Aydın, Aylin-Hakan Saruhan, Tanem Sivar-Edhem Dirvana, Ardan Özmenoğlu, Zeynep İnanoğlu-Cüneyt Özdemir, Hande-Ömer Taviloğlu, Özlem-Gökhan Avcıoğlu, Seda Domaniç-Sinan Sökmen...
Soho House’ların kurucusu Nick Jones, üstünde bir şef önlüğüyle karşıladı davetlileri.
“Aslında planlanmış bir şey değildi, mönüyü görünce mutfağa kendim girmek istedim” dedi.
Toplantılar arasında fırında tavuğun gravy sosuna kadar her şeyi mutfak ekibiyle birlikte yapmış.
“Hep el üstünde tutuluyordum, çok şımartılmıştım! Ama bu, bu işin bir parçası... Boks gibi bir şey, yeniyorsun yeniliyorsun, yumruk atıyorsun yumruk yiyorsun. Rocky’de vardı ya hani, “Önemli olan yediğin yumruğun sertliği değil, tekrar ayağa kalkma çaban” türü yaklaşımlar. Biraz böyle bir durum yaşadım.”
Kendisi böyle özetledi, Ermeni meselesini anlatan filmi ‘Cut’ ile aldığı kötü eleştirileri.
Tam 11 yıl önce ‘Yaşamın Kıyısında’yla Cannes’da yarışmış ve En iyi Senaryo ödülünü almıştı.
Daha sonra ‘In the Fade Of’ (‘Solgun’) adlı yeni filmiyle Cannes Film Festivali’nde ana yarışmada yer aldı, Michael Haneke, François Ozon gibi usta yönetmenlerin filmleriyle yarıştı.
En iyi yönetmen ödülünü Sofia Coppola, en iyi film ödülünü ise ‘The Square’ ile Ruben Östlund aldı.
‘Solgun’, Fatih Akın’a olmasa da başrolü verdiği Diane Kruger’a En iyi Kadın Oyuncu ödülünü getirdi.
Diane Kruger, ödülü kabul ederken başta Fatih Akın’a teşekkür etti.
İstanbul-Londra hattından haberler var gündemimizde. Soho House’un 18 Ocak’ta açılacak orijinal kulübünü ve otelini daha açılmadan gezdik, neler gördük? İstanbul ile ilgili neler oluyor? İngiltere’den İstanbul’a gelecek Blue Man Group gösterisi nasıldı?
Yarın akşam Soho House’ların kurucusu Nick Jones, İstanbul’da küçük bir yemek daveti yapıyor. Öncesinde hazır Londra’ya gitmişken
18 Ocak’ta açılacak Soho House Greek Street’i ve Kettners Townhouse’u gezme şansım oluyor. 40 Greek Street’te yer alan kulüp aslında hikayenin başladığı yer.
Bundan tam 23 yıl önce Nick Jones burada Café Boheme adlı küçük bir restoranla başlıyor. Over the Top adlı ilk restoran girişimindeki başarısızlığını Café Boheme ile atlatıyor.
“Tamamen ayakta kalmak zorunda olduğum için çok çalıştım ve başardım” diyor. Daha sonra ev sahibinin “Diğer katları da tutmak ister misin?” demesiyle yaratıcı insanları bir araya getiren kulüp burada kuruluyor. İki yıldır tadilatta olan kulübün orijinal yeri bu ay tekrar açılıyor. İçindeki işçilik, dekorasyon gerçekten de çok etkileyici. Üstelik eski üyeler alışkanlıklarından vazgeçmek zorunda kalmasın diye tamamen aynı tutulan odalar da var. Hemen yandaki binayı da alıp Kettners