Yılbaşı öncesi sezonun öne çıkan mekanlarına, trendlerine göz atıyoruz. Evet, eğlence anlayışımız giderek daha çok gelenekselleşiyor ama yine de her tarza göre ayrı bir seçenek bulmak mümkün
Eylül itibarıyla bize bir şey oldu, sadece canlı müzik de yetmiyor. 2017-2018 trendlerine bakarsak geleneksele dönüyoruz, meyhane, canlı müzik istiyoruz.
Şöyle bir sayalım son zamanlarda hayatımıza giren mekanları, Rana, People, Firuze, Bi Alt Kat, Carbon, Müşkülpesent…
Yılların Cahide’si bile küllerinden doğup yeniden hayatımıza girdi Cahide Müzikhol olarak. Hatta Muazzez Abacı Cahide’de Sezen Aksu şarkılarını söyledi.
Canlı müzik durumları
İstanbul gece hayatında canlı müziğin yükselişini Gizli Kalsın başlattı. Gizli Kalsın bir yandan kendi starlarını yarattı, bir yandan da starların vazgeçilmez mekanı oldu, çünkü samimiydi. Daha sonra kardeş mekanı La Boucherie ile devam etti canlı müzik furyası. Sonra Gizli Kalsın’da parlayan yıldızlar yavaş yavaş başka mekanlara da yayılmaya başladı.
Geçen yıl Cihangir’de Hazine’nin açılışıyla canlı müzik seven kitle Cihangir’e gitmeye başladı. Şimdi cuma akşamı itibarıyla Hazine’ye komşu Bi Alt Kat da açıldı. Bi Alt Kat, Bodrum’da hayatımıza girdi. Bodrum’da sa
Beni son zamanlarda en mutlu eden fikir Hayata Sarıl Derneği ve lokantası.
Toplumda yok sayılan evsiz insanları hayata geri kazandırmayı hedefleyen dernek, Beyoğlu’nda açtığı Hayata Sarıl Lokantası’yla hepimizin desteğini fazlasıyla hak ediyor.
Hayata Sarıl’ın yaratıcısı Ayşe Tükrükçü’nün hikâyesini ilk defa yedi adli konferansta dinledim.
Gaziantepli, gurbetçi bir ailenin kızı, aile içi şiddet ve tacize uğradı, yetiştirme yurdunda büyüdü.
İlk kocası tarafından geneleve satıldı.
Bir müşterisi evlenme teklif edince genelev hayatı bitti.
Altı senelik evliliği son bulunca aylarca sokakta yaşadı.
Tüm bu zorlukların ardından, sokakta yaşayanlara destek olmak için başka derneklerde gönüllü oldu, Taksim’deki evsizlere her gün çorba dağıttı, herkesin “Ayşe Abla” dediği Ayşe Tükrükçü...
Geçen hafta çağdaş sanattan gastronomiye kendi alanlarında önemli birçok yabancı misafiri biz İstanbul’da ağırlarken, Londra’da da İstanbul tanıtımı için son derece önemli bir davet oldu.
En prestijli yayınevlerinden Assouline, Piccadilly’deki Maison Assouline’de bir kitap lansmanına ev sahipliği yaptı.
Bu özel lansman için mağaza bir geceliğine Kapalıçarşı ruhuna büründü, renkli lambalarla aydınlatıldı.
Kitabın adı ‘Bosphorus Private’, Nevbahar Koç ve Andrew Finkel imzalı.
Konuklar arasında Lady Gabriella Windsor, Kent Prens ve Prensesi Michael, Kristina Blahnik, Melissa-Charles von Faber-Castell, Michaela de Pury gibi isimler dikkat çekiyordu.
Davetin ev sahibi Martine ve Prosper Assouline de, projenin gerçekleşmesine neden olan Assouline Türkiye’nin patronu İrem Kınay da, ‘Bosphorus Private’ın yaratıcıları Nevbahar Koç ve Andrew Finkel da haklı olarak gururluydu.
Assouline, Serdar Gülgün imzalı ‘Ottoman Chic’ ve ‘The Grand Bazaar’dan sonra ‘Bosphorus Private’ ile her kütüphaneye yakışacak saklamalık bir kitaba daha imza attı. İstanbul’u yurt dışında daha da çok anlatmamız gereken günlerde yabancılara hediye etmek için de harika bir seçenek.
Tüm emeği geçenleri kutluyorum.
Hayatımın ilk trafik cezasını Uber’de arka koltukta otururken yediğimi daha önce yazmıştım.
O zaman trafik polisleri ve sürücü, cezayı Uber’in ödeyeceğini bana uzun uzun açıklamıştı.
Sonuç, Uber gerçekten de 319 liralık trafik cezasını ödedi.
Daha sonrasında Uber Türkiye Genel Müdürü Neyran Bahadırlı’yla buluşmak istedik, programların yoğunluğundan ancak dün bir araya gelebildik.
Uber’in dünyada da işi kolay değil, birçok ülkede taksiciler ve devletle sorunlar yaşanıyor.
Ama buna rağmen kullanıcıları konforlarından vazgeçmiyor ve Uber’in yaşadığı sorunlara karşı hep birlikte mücadele veriyor.
Örneğin, Londra’da Uber’in lisansının yenilenmemesi üzere bir imza kampanyası başlatıldı ve 1 milyon kişi bu kampanyaya katıldı.
Gelelim Türkiye’deki duruma, taksicilerle arayı düzeltmek için Uber sarı taksi servisinde taksilerden VIP araçlardan aldığı yüzde 20 komisyonun aksine hiç komisyon almıyormuş.
İstanbul, bu hafta Marka Konferansı’na kilitlendi. Marka 2017, 18’inci yılında konuşmacılarıyla da sürprizleriyle de partisiyle de göz doldurdu. İşte öne çıkanlar…
En popüler
Ateş İnce-Serenay Sarıkaya-Ozan Güven: Herkes geçen yıl “Fi”yi konuştu, bu yıl ise devamını konuşuyor. Can Manay rolüyle Ozan Güven bir kez daha herkesi kendine hayran bırakıyor. Dizi ne kadar iyiyse, konuşmaları da o kadar tatlı ve mütevazıydı.
En titiz
Ayşegül Yürekli Şengör: Böyle bir organizasyon nasıl bu kadar kusursuz yapılırın kitabını yazmış. Bakmayın hepimize tatlı tatlı gülüp moral vermesine, aynı zamanda herkes daha çok çalışsın diye tatlı tatlı limitleri zorladı. Bu kadar titiz olmasaydı; Marka, 18 yıldır böyle devam etmezdi zaten. Saygı duymamak mümkün değil. Bir de üşenmedi herkesin tam da bitti, rahatlayalım dediği geceden sonra gençlere özel ücretsiz bir Marka günü daha düzenledi. Bravo!
En ilgi çekici
Marka’da ilk günkü konuğum Soho House’ların yaratıcısı Nick Jones’tu.
Uçaktan iner inmez konferans alanına geldi, “Günün son seansı olduğu için herkes yorulmuştur artık, biraz eğlenceli olsun konuşmamız” dedi. Bol bol bol gülerek başladık ama Nick Jones arada bütün samimiyetiyle Soho House İstanbul’da hatalar yaptıklarını ve bunları düzelteceklerini de anlattı.
Sahneye çıkmayı hiç sevmese de, daha önce bu kadar büyük bir izleyici kitlesinin önüne çıkmayı hiçbir zaman kabul etmese de indiğimizde “Çok eğlendim, çok güzel geçti, yarın gelip 2. bölüm mü yapsak?” bile dedi.
Seanstan hemen sonra Marka konuşmacıları için yapılan özel yemeğe, Soho House bünyesindeki Cecconi’s’e doğru birlikte giderken “İstanbul’dan asla vazgeçmeyeceğimizin herkes farkında değil mi?” diye sordu.
“Arada Soho House İstanbul kapanacak mı acaba?” diye söylentiler çıkıyor dediğimde gözlerini açarak “Over my dead body” (Cesedimi çiğnemeniz lazım) dedi. “Bu benim için onur meselesi, daha önce New York’ta da benzer sorunlar yaşadık, çözdük. Şimdi aynı süreci İstanbul’da yaşıyoruz, bunun için de sadece Türkiye’nin içinde bulunduğu duruma sığınmak doğru değil, bizim de hatalarımız var ve hepsini düzelteceğiz” diye devam
Bugün Marka Konferansı’nın ikinci günü. Sahnede iki konuğum olacak, biri dünyanın en önemli sanat fuarlarından Frieze’in kurucusu Matthew Slotover, diğeri Sanayi 313’ün yaratıcısı Enis Karavil.
Matthew Slotover ve tasarım yazarı ve tarihçisi eşi Emily King’i Hüseyin Çağlayan sayesinde tanıdım.
Bugün Emily King de Marka’da Hüseyin Çağlayan ile konuşacak.
Malum, dünyanın en önemli sanat markalarından biri Frieze.
Londra’da bir kültür-sanat dergisi olarak başladı, şimdi ise her yıl farklı zamanlarda Londra ve New York’ta düzenlenen çok önemli bir sanat fuarı.
Hatta sanat koleksiyonerleri için eserleri Frieze’den almak da artık bir artı değer.
Matthew Frieze etkisini anlatacak, koleksiyonerlerin bir sanat eserini neden Frieze’den almayı tercih ettiklerini, Frieze’in bir ölçü ya da sanatla tanışma aracı olup olmadığı sorularını cevaplayacak.
Son zamanlarda beni en çok gülümseten haber, Napoli pizzasının UNESCO Dünya Kültür Mirası listesine girmesi oldu.
Napoli pizzasının özelliği pizza hamurunun havada çevrilmesiyle ayrı bir teknikle yapılıyor olması.
Pizzanın UNESCO Dünya Kültür Mirası listesine girmesi Napoli’de bol bol pizza yenilerek kutlandı.
Tam da dünyanın en önde gelen restoranlarının yaratıcısı Alan Yau’nun “Pide, aynı pizza gibi bir dünya yemeği olmalı” dediği, “Gastronomi ülkelerin en iyi pazarlama aracı” diye eklediği günlerde.
Alan Yau, Londra’da açtığı Türk pidecisi Yamabahçe ile pideyi uluslararası bir yemek haline getirmeye kararlı.
Eşi Jale Erentok ile birlikte bu konuda son derece titizlikle çalışıyor, en iyi pide için en iyi un, en iyi pastırma peşinde Türkiye’yi geziyor.
Şimdi pizzanın UNESCO Kültür Mirası Listesi’nde yer almasıyla pidenin de neden bu kadar önemli olduğunu daha iyi anlayabiliyoruz.
Türk kahvesi, UNESCO Kültür Mirası Listesi’nde yer alan nadir geleneklerimizden.