Marka Konferansı’nın hazırlıkları son hızla devam ediyor. 13 Aralık’ta Soho House’ların kurucusu ve CEO’su Nick Jones ile Marka sahnesinde olacağız. Öncesinde bakın neler konuşuyoruz... “Her yeni şehre gittiğimizde, şehrin insanlarını anlamaya ve onları mutlu etmeye çalışıyoruz, her şeyi olduğundan daha da iyi hale getirmek için çalışıyoruz, gerekirse değişiklikler de yapıyoruz. Hata yapmaya korkmamak gerekiyor, yenilikler denemek gerekiyor. Yenilikler denediğinizde iyi sonuçlar elde edemiyorsanız her zaman değiştirebilirsiniz. Biz de üyelerimizin isteklerini dinleyip onların beklentilerini karşılamak için çalışıyoruz. 2018 için çok planımız var” diye başlıyor anlatmaya.
Sırada Amsterdam, Brooklyn, Hong Kong var
Konu İstanbul’a geliyor ister istemez... “Soho House İstanbul, Soho House ailesinin çok önemli bir parçası. En büyük kulüplerimizden biri, harika üyelerimiz var. İstanbul bizim için çok önemli, burada olmaktan mutluyuz. Gelecekte de burada olacağız” diyor son derece kendinden ve İstanbul’dan emin. Malum şu anda dünya çapında tam 18 Soho House var. “Yaratıcı insanları bir araya getiren 18 ayrı kulübü olan ilk dünya çapında kulübüz. İstanbullu üyelerimiz de bu global ağın
Marka Konferansı’na sayılı günler kala Londra Tasarım Müzesi’nde müzenin direktörü Deyan Sudjic ile buluşuyorum.
Deyan Sudjic daha önce İstanbul Modern’den İstanbul Tasarım Bienali’ne birçok sevdiğimiz kurum ve sergiye katkıda bulunmuş, hatta ilk İstanbul Tasarım Bienali’nin temasını da belirlemiş.
İstanbul’u tek kelimeyle anlatmak için ‘kusurluluk’ temasını seçmiş.
Nedenini ise şöyle açıklıyor, “Kusursuzluk çok sıkıcı, insanları, şehirleri, kusurlar ilginç kılar.”
İstanbul’u çok iyi biliyor Deyan Sudjic, yine de müthiş bir tevazuyla “En son 2 yıl önce geldim, 2 yıldır gelemediğim için yeterince hâkim değilim İstanbul’a” diyor.
Oysa, benim diyen çok kişiden çok daha hâkim olduğu kesin.
‘Şehirlerin Dili’ adlı bir kitap da yazmış Deyan Sudjic.
Kitapta İstanbul’dan ve AKM’den uzun uzun söz ediyor.
Lady Gaga, David Beckham, Salma Hayek Pinault, Donatella Versace, Tom Ford, Ralph Lauren, Gigi Hadid, Kate Beckinsale, Kate Moss, Lara Stone, Karlie Kloss, Marilyn Manson, Mario Testino, Nadja Swarovski, Naomi Campbell, Skepta, Stella Tennant, Net-a-Porter’in kurucusu olarak tanıdığımız İngiliz Moda Konseyi Başkanı Natalie Massenet, Fransız Vogue’dan sonra kendi dergisi CR Book’u çıkaran Carine Roitfeld, Vogue İngiltere Yayın Yönetmeni Alexandra Shulman...
“Modanın kraliyet ailesi burada” diyorlardı, haklılar, en iyi modeller de, fotoğrafçılar da, moda tasarımcıları da buradaydı.
Hatırlarsınız, İngiliz Moda Ödülleri geçen yıl itibarıyla adındaki ‘İngiliz’i çıkarıp daha uluslararası bir boyuta geçti, bunun için de Amerikan moda dünyasının önemli isimlerini Londra’daki törende bir araya getirdi.
Tom Ford’dan Lady Gaga’ya birçok isim vardı.
Geçen yıl durum böyleydi, gelelim bu yılki duruma.
Bu yılın yıldızı Rita Ora’ydı, töreni Jack Whitehall ve Karlie Kloss sundu.
Azzedine Alaia anıldı, Türkiye’den Hadise izleyiciler arasındaydı.
Genç sanatçıların işlerinin ünlü koleksiyonerler tarafından satın alınması önemli.
Sadece koleksiyonerlerin gençlere destek olma isteği nedeniyle değil, sanatçıların gelecek vaat ettiğini göstermesi bakımından da değer taşıyor.
Genç sanatçılarımızın ilk şansı Mamut Art Project’ti, işlerini koleksiyonerlere ulaştırabilmek için iyi bir fırsattı.
Şimdi genç sanatçılar için yeni bir fırsat daha var: BASE.
BASE, bir sanat buluşması.
Türkiye’nin dört bir yanından Güzel Sanatlar Fakülteleri’nin 2017 mezunları arasından uluslararası bir jüri tarafından seçilmiş 116 eseri ve tam 108 yeni mezun genç sanatçıyı bir araya getirecek.
BASE’de seçilecek en başarılı 4 genç sanatçıya 1 yıl boyunca İstanbul’da bir stüdyo kurulacak ve yıl boyunca çalışabilmeleri amacıyla stüdyo masrafları ödenecek, üretime devam etmelerine destek olunacak.
BASE seçici kurulunda alanında çok değerli isimler var.
Marka 2017’nin konuşmacılarından; Wagamama, Hakkasan markalarının yaratıcısı Alan Yau, yeni teknoloji platformu Softchow’la yemek teknolojisine geçişini anlatacak
Geçen pazar Marka Konferansı’nın hazırlıkları vesilesiyle B.J. Cunningham’ın Alan Yau’yla yapacağı “Restorancılıktan Yemek Teknolojisine Geçiş” seansının provasına konuk oldum. Alan Yau; Hakkasan, Wagamama, Park Chinois gibi restoranların yaratıcısı.
Şimdi Londra’da yeni açtığı Yamabahçe adlı pop-up pideci ile pideyi dünyaya yayıyor. Yamabahçe açılır açılmaz dolup taşmaya başladı, Yamabahçe’deki lahmacunu bırakın Londra’yı İstanbul’da hiçbir yerde yiyemezsiniz. Tatbak’la yarışacak ayarda.
Gastronominin bir ülkeyi pazarlamada en etkili araç olduğunu düşünüyor Alan Yau. Bunun için de Yamabahçe ile büyük bir misyonu var.
Restorancılık hikayesi son derece ilginç başlıyor. Babası şef olduğu için restoran sektörünü iyi biliyor ve çok zor olduğu için nefret ediyor başta, yemek yemeyi çok sevse de. Sonra iyi bir restoran konsepti yaratmak istiyor, fast food ilgisini çekiyor. Kentucky Fried Chicken’ın bir yöneticisinin mentörlüğünde önce Hong Kong’a gidiyor, McDonald’s’ta çalışıyor 1988’de; Hong Kong McDonald’s en çok ciro yapan
Gülse Birsel’in benim hayatımda çok özel bir yeri var.
Üniversiteden mezun olduğumda ilk iş görüşmesine gittiğim ve birlikte çalıştığım ilk genel yayın yönetmeni.
Daha sonra rahmetli Ercan Arıklı beni Aktüel’e transfer ederken “Herkesi böyle kandırıyor, kanma” dediğinde iyice aklımı karıştırmış ve şahane Bazaar kızlarıyla vedalaşırken Aktüel’de beni nelerin beklediği konusunda iyice uyarmıştı.
Sonuç, Aktüel de, Gülse Birsel yönetiminde Harper’s Bazaar da benim için üniversiteden daha eğitici okullar oldu.
Onlar sayesinde işin mutfağını da vitrinini de en iyilerinden öğrenme şansım oldu.
Bu hafta Gülse Birsel’in senaryosunu yazdığı, Ozan Açıktan’ın yönettiği ‘Aile Arasında’ için gerçekten de aile arasında bir özel gösterim yaptı.
Çok sevdiğim gazeteciler bu gösterime katıldı, sonrasında da Gülse ile birlikte fotoğraflar çekerek ‘Basının Güzel Kızları’ Whatsapp grubumuzda paylaştı. Ben orada olamadım, ama kalbim ordaydı. Şimdi filmi izlemek için sabırsızlanıyorum.
Basının en zor beğenen kadınları bile bu kadar beğendiyse, bu kadar güldüyse demek ki tamamdır, olmuştur.
Her yıl programını heyecanla beklediğim Marka Konferansı bu yıl benim için ayrı bir heyecan kaynağı.
Çünkü bu yıl katılımcılar arasında ben de varım.
13-14 Aralık’ta Hilton Bomonti’de gerçekleşecek organizasyonda alanlarının önde gelen isimlerinden Nick Jones, Matthew Slotover ve Enis Karavil ile sahnede röportaj yapacağım.
Size biraz içeriden bilgi vereyim.
Hazırlıklar son hızla devam ediyor, ardı ardına toplantılar yapılıyor, her detay ince ince düşünülüyor.
Ayşegül Yürekli Şengör’ün Marka’yı 18 yıldır nasıl zirvede tuttuğunu bu kez yakından deneyimleme şansı buluyorum.
İçerik bizim işimiz fakat sahnede olmak karşındaki insanla birebir röportaj yapmaya ya da bilgisayar başında çalışmaya benzemiyor.
İşte çalışan kadının dramı!
18 yaşından beri ehliyetim var ama cumartesi akşamı hayatımın ilk trafik cezasını yedim.
Hem de araba kullanmadan, sadece bir araç içinde arka koltukta otururken!
İnönü Stadı’nın önünde araba durduruluyor.
Olağan bir trafik polis kontrolü derken, polis şoförün telefonunu istiyor, telefondaki Uber aplikasyonuna bakıp 4000 liralık trafik cezası yazıyor.
Bunu yazarken de şoföre soruyor, “Sen Ubercilerin Whatsapp grubunda yok musun?”
“Gruptaki şoförler bizim burada kontrol yaptığımızı yazmıştı, neden bu yoldan geldin?” diye şoförü azarlıyor.
Üstüne ben daha hiçbir şey soramadan ehliyetimi isteyip bana da 292 liralık bir trafik cezası yazıyor!