Sinema meraklılarının heyecanla beklediği Filmekimi dün başladı, 13 Ekim Pazar gününe kadar devam ediyor.
Bugün, Filmekimi için yaptığım tamamen kişisel listemi sizinle paylaşıyorum.
1. Acı ve Zafer: Pedro Almodovar’ın son filminde başrollerde Antonio Banderas ve Penelope Cruz var. Usta yönetmenin kendi yaşamından esinlenerek senaryosunu yazıp yönettiği filmde, Almodovar rolü Banderas’a 2019 Cannes En İyi Erkek Oyuncu ödülünü de kazandırdı.
2. Roger Waters: Us + Them: Pink Floyd’un kurucularından Roger Waters’ın ‘The Wall’ filminde de birlikte çalıştığı yönetmen Sean Evans’la ikinci projesi. Roger Waters’ın ‘Us + Them’ başlıklı 2017-2018 Avrupa turnesi sırasında Amsterdam’da çekilen filmde, Pink Floyd albümlerinden ve son albümü ‘Is This The Life We Really Want?’dan şarkıların canlı performansları yer alıyor. Müziğin yanı sıra insan hakları, özgürlük ve sevgi mesajlarıyla da dikkat çekiyor.
3. The Laundromat: Steven Soderbergh’in son filmi. Başrollerinde Meryl Streep, Gary Oldman,
İstanbul Moda Haftası, resmi adıyla Mercedes Benz Fashion Week Istanbul sektör için çok önemli bir etkinlik.İstanbul Moda Haftası, resmi adıyla Mercedes Benz Fashion Week Istanbul sektör için çok önemli bir etkinlik.
Üstelik İstanbul’da moda haftasının 10. yılı aynı zamanda.Moda haftaları dünyanın hiçbir yerinde eğlence olarak görülmüyor.Aksine, büyük bir sektör organizasyonu olarak görülüyor, tamamen moda basını, blogger’ları ve satın almacılara yönelik yapılıyor.Ön sırada ünlü davetliler de oluyor, daha fazla dikkat çekebilmek, daha fazla haber değeri sağlamak için.
Ama onun dışında sektörle ilgisiz kimse süslenip püslenip boy göstermeye gelmiyor.İşte biraz da bu yüzden New York, Londra, Milano, Paris moda haftaları ne olursa olsun ertelenmiyor, iptal edilmiyor.
Çünkü herkes sektörün eğlenceden çok daha öte olduğunu kabul etmiş durumda.Umalım, bizde de öyle olsun, İstanbul Moda Haftası da sektörle gerçekten ilgili kişileri bir araya getirebilsin,
Hafta sonunun en sevindirici haberi Financial Times’ın How To Spend It ekindeydi. Emma Crichton-Miller imzalı yazıda, İstanbul’un çağdaş sanat merkezi haline gelme süreci son derece detaylı bir şekilde anlatılıyordu.
İstanbul’da çağdaş sanata destek veren Koç, Sabancı, Eczacıbaşı ailelerinden de söz edilen yazıda her şeye rağmen İstanbul’un hayırseverlerin çabaları, girişimci galeriler ve sanatçılar sayesinde çağdaş sanat için önemli bir merkez haline gelmeyi başarmasının altı çiziliyor.
Emma Crichton-Miller, yazısında İstanbul’da geçen ay gerçekleşen kültür sanat etkinliklerine de geniş yer verdi.
Peki ama hangileri?
Michelin rehberinde 3 yıldız almak her şefin hayali, her “fine dining” restoranın amacı. Peki ama artık neden şefler Michelin rehberinde yer almak istemiyor, hatta Michelin değerlendirmelerine karşı.Dünya değişiyor, eskiden ödül almak sevindirici bir şeydi, şimdi ise ödül almanın stresi giderek daha da ağır basıyor.Dünya değişiyor, eskiden ödül almak sevindirici bir şeydi, şimdi ise ödül almanın stresi giderek daha da ağır basıyor.Hatırlarsınız, yıllar önce Michelin yıldızını kaybedeceğini düşündüğü için 3 yıldızlı Fransız şef Bernard Loiseau intihar etmişti.
Rivayete göre, ölümünden önce restoranını ziyaret eden Michelin müfettişleri, kendisine bir yıldızını kaybedeceğini söylemişlerdi ve şef bunu gururuna yedirememişti. Daha sonra ölümünün ardından eşinin devam ettirdiği restoranı 3 Michelin yıldızı almış ve bunu uzun yıllar korumayı başardı.Michelin rehberi de Fransız şefin intiharıyla hiçbir bağlantısı olmadığını tekrarlamak zorunda kaldı. Sadece incelemek için Bernard Loiseau’nun restoranına
’99 depremini daha dün gibi net hatırlıyorum.
Hepimizin üzerinde farklı bir etkisi olmuştu, hayatın aslında çok da anlık olduğu konusuyla bizi yüzleştirmişti.
Asla dediğim hiçbir şey için aslında o kadar da katı olmamak gerektiğini öğretmişti bana.
Büyük konuşmamak gerektiğini, hayatta her şeyin olabileceğini göstermişti.
İşte o zamanlar deprem konusunda önlemleri hepimiz hatmetmiştik.
Aradan dile kolay tam 20 yıl geçti.
Önceki gün bir kez daha anladık, bu 20 yılda aslında almamız gereken dersi hiç de almamışız.
Başka şeylere odaklanmışız, doğal afetler karşısında aslında hepimizin ne kadar çaresiz olduğunu unutmuşuz.
Son zamanlarda okuduğum en sevindirici haber dünya çapında Dr. Oz diye tanınan Mehmet Öz’ün internet sitesinde paylaştığı Brittany Leitner imzalı.
“Günde kaç adım atmalısınız, yeni bir araştırmaya göre sandığınızdan daha az” başlıklı yazıda son yıllarda bize dikte edilen 10 bin adımın fazla olduğu belirtiliyor.
Brigham ve Women’s Hopital’in araştırmasına göre günde 4400-5900 adım atanlar daha uzun ve sağlıklı yaşıyor.
Hatta 10 bin adımın ilk nereden çıktığı da belli değil diyorlar.
1965’te Japonya’da Manpo-kei adlı bir pedometre satışa çıkmış ve Manpo-kei Japoncada 10 bin adım sayar demekmiş, sırf bu yüzden 10 bin adım efsanesinin çıktığı sanılıyor.
Şimdi 7500 adım 10 bin adımın yerine geçebilir de diyorlar, ama doğrusu 7500 adım atanların günde 4400-5900 adım atanlardan daha uzun ya da sağlıklı yaşadığı konusunda kanıtlanmış bir araştırma yok.
Bu durumda sağlıklı yaşam uzmanlarının yıllardır 10 bin adım diye diye bizi bitirdiği, sürekli adım sayar hale getirdiği bu günlerde daha sevindirici bir haber olamazdı.
Cuma akşamı yağmura rağmen İstanbulluları durduramayan iki program vardı: Biri Harbiye Açıkhava Tiyatrosu’ndaki Tarkan konseri, diğeri Soho House İstanbul’daki Scorpios partisi.
Terastan içeri alınan partide kapalı alanda bir Scorpios yaratıldı.
Müzikler de yemekler de Mikonos’u aratmadı.
Cumartesi akşamı ise Scorpios şefleri ve ekibi Cecconi’s mutfağını ele geçirdi ve her masada tanıdık isimler vardı.
Yemek sonrası kulüpte partiye geçildi ve cuma gecesinden de daha da kalabalık, daha da eğlenceliydi.
Bu hafta sonu en çok gördüğümüz Scorpios müdavimleri ise Eda Taşpınar ve Şeyma Subaşı oldu.
Gece hayatında kadın yöneticiler
Bir dönem “Sex and The City” dizisi kadınların ilişkilere bakışını ne kadar etkilediyse şimdi de “Fleabag” en az o kadar etkiliyor. Phoebe Waller-Bridge’in yazıp oynadığı “Fleabag”in tiyatro oyununu Londra’da canlı izledim. İşte “Fleabag”in bana düşündürdükleri…
Sex and The City”den beri ilk defa bir TV dizisi böyle bir fenomene dönüştü. 1990’ların sonunu, 2000’lerin başını belirleyen, kadınları özgürleştirdiği iddia edilen “Sex and The City”nin tahtına şimdi “Fleabag” oturdu. Phoebe Waller-Bridge’in yazıp oynadığı “Fleabag” sadece bir TV dizisi değil, aynı zamanda 1 saatlik tek kişilik bir tiyatro oyunu.
2013 Edinburgh Fringe’te ilk kez sergilenen oyunu bu hafta Londra’da Wyndham Tiyatrosu’nda son gününde izleme imkanım oldu. Biletler satışa çıktığı anda tükendiği için son anda bilet bulmam bile bir mucizeydi. Gerçi bu kadar astronomik fiyatlara biletlerin hemen tükenmesi de tuhaf. Oyun başladığı anda “Fleabag” çılgınlığı daha