Geçen yıl mart ayında, 102 yaşında hayata veda etti Iris Apfel.
‘Kazara stil ikonu’ diye tanımlıyordu kendini.
102’nci doğum gününü kutlarken bile kitap yazıyordu.
‘Iris Apfel: Renkli: İlham, Etkiler ve Fikirlerden Oluşan Bir Hazine’ başlıklı bu kitap aslında onun mirası niteliğinde.
Iris Apfel türünün belki de tek örneğiydi.
“Dünyanın en yaşlı teenager”ı olarak hatırlanmak istiyordu. Women’s Wear Daily’de çalışmadan önce sanat eğitimi aldı.
Daha sonra 1950’de, 68 yıl evli kaldığı eşi Carl ile birlikte Old World Weavers adlı bir ev tekstili markası kurdu.
Londra’da basın ve medyanın merkezi olan Fleet Street yakınlarında DasDas Box’a gidiyorum, Yas Akdağ’ı izlemek üzere.
Yas Akdağ, Brooklyn’de yaşayan bir indie-pop sanatçısı, söz yazarı ve yapımcı.
Kendi müziğini yazmaya ve üretmeye başlamadan önce klasik piyano ve caz saksafon çalmaya odaklanmış.
Fransız bir anne ve Türk bir babanın çocuğu olarak İngiltere’de büyümüş.
Üniversite eğitimi için Londra’dan New York’a taşınmış.
New York’taki eğitiminde müziğinde her zaman ön planda olan şarkı yazmaya kendini adamış.
Yas’ın pop, rock ve folk gibi sonik dünyaları birleştiren hikaye odaklı şarkıları, günlük yaşamın inceliklerini dürüstlük ve sadelikle detaylandırıyor.
Altın Küreler, Hollywood’un cinsiyet ve yaş ayrımcılığının bittiğini mi müjdeledi?
Los Angeles’taki korkunç yangınlar başlamadan hemen önce gözlerimiz 2025’in ilk Hollywood ödül törenindeydi. Altın Küre Ödülleri’nde bu yılın kazananları orta yaştaki kadınlar oldu. Orta yaşın tanımı da değişti, yaş 35 yolun yarısı kabul edilmiyor artık, 50 yaş üstü kadınlar orta yaş kadını diye kategorize ediliyor.
Bundan çok da uzun süre önce değil, Hollywood’da 40 ile 60 yaş arası kadınların neredeyse tamamen ortadan kaybolduğu bir dönem vardı, hatta bu ‘nadas yılları’ olarak biliniyordu. Meryl Streep ve Judi Dench gibi birkaç istisna dışında mesleğe ara verip daha sonra büyükanne rollerinde yeniden karşımıza çıkıyorlardı. İşte o yüzden bu yıl Altın Kürelerde orta yaştaki kadınların yetenekleri ve stilleriyle kutlandıklarını görmek sevindirici.
Bu yıl, en iyi kadın oyuncu ödüllerinden yedisi 40 yaş üstü kadınlara verildi; bunlar arasında “I’m Still Here” ile Fernanda Torres (59), “True
Yılbaşında aldığım en güzel hediye BKM’nin 30’uncu yılı şerefine yayımladığı ‘Yönetmen Yılmaz Erdoğan: Sinema Benim Çocukluk Arkadaşım’ kitabı oldu.
“2025 bizim için sadece yeni bir yıl değil, BKM’nin 30’uncu yılı! Sanatın ve eğlencenin kalbinde birlikte büyüdük” diyor BKM.
Gerçekten de öyle 1995’te ‘Bir Demet Tiyatro’yla hayatımıza girdi, 30 yıl içinde birçok değerli genç oyuncuyu kazandırdı, Necati Akpınar ve Yılmaz Erdoğan’ın kurduğu, Zümrüt Arol Bekçe’nin büyüttüğü BKM.
Bana göre en önemli sırları, farklı alanlarda yetenekli isimleri bir araya getirerek çok iyi bir ekip kurmaları ve yıllar boyunca ekiplerini aileleri gibi tutmalarıydı.
Yıllar içinde dünya yıldızlarını Türkiye’ye getirdiler, hiç şüphesiz en unutulmazlarından biri ‘Roger Waters - The Wall’ konseriydi.
Birçok filme ve TV dizisine imza attılar, bazılarının galalarında bazılarının yurt dışındaki gösterimlerinde bulunma şansım
Oscarların habercisi kabul edilen, önceki akşam gerçekleşen Altın Kürelerin bu yıl tek bir yıldızı vardı.
Demi Moore, sadece ‘The Substance’daki olağanüstü oyunculuğuyla değil, aynı zamanda son derece içten ve gerçekçi konuşmasıyla da gecenin kazananı oldu.
Demi Moore, bir zamanlar büyük bir Hollywood yıldızı olan, hâlâ muhteşem bir formda olan ve evde egzersiz programı sunan bir kadını Elisabeth Sparkle’ı canlandırıyor.
Elizabeth yaşı nedeniyle işini kaybedeceğini öğrendiğinde, henüz onaylanmamış olan ‘The Substance’ adlı bir gençlik prosedürüyle tanışıyor ve böylece işine de yeniden kavuşuyor.
Demi Moore, Cannes Film Festivali’nde ilk kez gösterilen ve en iyi senaryo ödülünü alan, Coralie Fargeat’ın yazıp yönettiği filmde canlandırdığı karakterin yaşadıklarının aslında kendi kişisel hikâyesine de benzediğini anlatıyor.
“Yirmili yaşlarımda, otuzlu yaşlarımda, kırklı yaşlarımda ve sonrasında kendime karşı yaşadığım acımasızlığa dönüp bakabiliyorum. Bugünün farkı, bu tür şeylerin
Yılın ilk gününde Meghan sosyal medyaya döndü. Şimdi Martha Stewart’ın tahtına göz dikmiş durumda. Peki ama başarılı olabilecek mi?
Yılın ilk günü Meghan sosyal medyaya geri dönüşünü duyurdu. Bu sefer mütevazı bir şekilde sadece ilk ismini kullanmak zorunda kaldı, çünkü İngiliz Kraliyeti, Harry ve Meghan’ın “Sussex” markasını kullanmalarına artık izin vermiyor. Yine de Meghan, elbette Instagram profiline “Sussex Düşesi” ünvanını ekledi. 2 gün içinde 1.1 milyon takipçiye ulaştı, bu rakam Prens Harry ile tanışmadan önce yaptığı yaşam blogu The Tig’in çok ötesinde.
Yine de bir Instagram post’u için kaç kere çekim yapmış olduğu, bu post’un ne kadar editlendiği gibi birçok detay konuşuldu. Zaten hemen arkasından da Meghan bir dijital medya platformunda 15 Ocak’ta başlayacak olan “Meghan’dan Sevgilerle” başlıklı şovunun tanıtımını paylaştı. “Sıradan şeyleri bile güzelleştiririm, yükseltirim” gibi iddialı cümlelerle…
Görünt
Eylül 2022’de İKSV ve Londra Christie’s müzayede evi ‘Istanbul Calling’ başlıklı bir iş birliği yapmıştı.
İKSV’nin 50’nci yılında İKSV Genç Sanatçı Fonu yararına gerçekleştirilen açık artırmada Christie’s ilk defa ana müzayedelerinin içerisinde Türkiye’den bir kurum yararına satış yaptı ve ilk kez Türkiye’den bu kadar büyük bir grup sanatçının eserlerini Frieze haftasında koleksiyonerlerle buluşturdu.
Ayrıca seçkideki 24 eser arasında Beauford Delaney’nin daha önce hiç gün ışığına çıkmamış Gülriz Sururi ve James Baldwin portreleri de yer alıyordu.
Müzayedede en yüksek fiyata satılan eser Beuford Delaney imzalıydı.
Gülriz Sururi koleksiyonundan Zeynep Miraç sayesinde müzayedeye bağışlanan James Baldwin portresi tam 1 milyon 26 bin sterline satıldı.
Bu eserin ve sanatçının yaptığı Gülriz Sururi portresinden elde edilen 189 bin sterlinlik gelirin yüzde 80’i Türkan Saylan’ın Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği’ne, yüzde 20’si ise
Mimar-fotoğraf sanatçısı Ahmet Ertuğ, eserlerinden en çok etkilendiğim sanatçılarımızın başında geliyor.
Mimari gözüyle anıtları, mekânları görüntülediği fotoğrafları da, bu fotoğrafları en kaliteli hâliyle yayımladığı, uluslararası sanat dünyasının da hayranlığını kazanan değerli kitaplarıyla da çok özel ve çok ayrı bir yeri var kendisinin.
Hatırlayacaksınız, Ahmet Ertuğ geçen yıl kişisel sergisi “Taşlara ve Işığa Yolculuk”u, Paris’te Centre des Monuments Nationalaux (Ulusal Anıtlar Merkezi) bünyesindeki Conciergerie’de Fransa Kültür Bakanı Rachida Dati ev sahipliğinde açmıştı.
Aslında Ahmet Ertuğ’un Paris’te Conciergerie’deki ilk sergisi değildi bu.
Daha önce aynı müzede Bizans ve Osmanlı dönemlerine ait mimari fotoğraflarını sergilemişti.
Almanya’da basılan “Through The Eyes of Ahmet Ertuğ: A Journey in Light and Stone” da son sergisiyle eş zamanlı yayımlandı.
Ahmet Ertuğ’un daha önce Ertuğ Kocabıyık Yayınevi’yle yayımladığı kitapları da var.