Beşiktaş Teknik Direktörü Abdullah Avcı’nın geçtiğimiz haftalarda yaptığı basın toplantısında, “Doğru oyuncu, akıllı para” şeklinde bir cümlesi vardı, çok hoşuma gitti.
Bu cümlenin altını doldurmak gerekirse, geçmişe dönük transferlerle ilgili mesajlar içeriyor. Yani, transferde izlenen ‘onu da alalım, bunu da alalım’ politikasının yanlış olduğuna işaret ediyor bence...Bu anlamda o kadar çok örnek var ki, hangisini yazsak? Örneğin Mitroviç, büyük umutlarla getirildi, üstelik ödenen para da az-buz değil, 6.5 milyon euro! Oynadığı maç sayısı, bir elin parmaklarını geçmez!
Eee önüne geleni alırsanız, olacağı da budur. Hocanın dediği gibi, ‘doğru oyuncuyu’ bulacaksınız arkadaş! Beşiktaş, transferde sessizliğini koruyor, bırakın almayı, elindeki oyuncular da başka ülkelere yelken açıyor.
Adriano, tecrübeli ve de klas bir oyuncuydu, o da gitti, Kartal’da solda sıkıntı arttı. Efendim, Vida’nın partneri şu an yok ama takımda var. Roco, ne güne duruyor arkadaş? Biliyorum ki, Abdullah Avcı ile
Çocukluk yıllarımızda yaşadığımız kentte boş arsalar, parklar çoğunluktaydı. O dönemlerde öyle bugünün futbol topları yoktu, plastik topların peşinde koşuştururduk. Boş arsayı bulduğumuz anda, taşlardan kale yaparak, akşama kadar meşin yuvarlakla haşır-neşir olurduk.
Bizim dönemin insanları anımsar, futbolcular o irili-ufaklı boş arsalardan, ya da parklardan çıkardı. Dönüyoruz bugüne, malumunuz İstanbul mega kent... Öyle boş arsa bulmak ne mümkün? O arsalar yerini devasa gökdelenlere bıraktı. Çocuklarımızın meşin yuvarlağa olan tutkuları hiç değişmedi, onlar da fırsat buldukça caddelere taşıyorlar, trafiği yoğun olmayan yerlerde top oynamaya çalışıyorlar.
Bizler şanslı bir jenerasyonduk... Elbette nüfusun giderek artması, doğal olarak yapılaşmayı da beraberinde getirdi. Efendim, Nazım Paksoy iş adamı... Kendisi Galatasaray Divan Kurulu üyesi... Öyle ki, divanın en kıdemli üyesi... Yıllardır tanırım, Beyoğlusporlular Derneği’nde ne zaman karşılaşsak futbol üzerine hoş sohbetler yaparız. Nazım Ağabey’e takılmadan duramam. Hiç kızmaz,
Bizim kulvarın üç büyükleri, yeni sezon için start alırken, kamp çalışmalarını iç hatlarda gerçekleştirmelerine ilk kez tanıklık ettik.
Anımsayın, geçtiğimiz yıllarda sadece üç büyükler değil, diğer takımlarımız da sezon hazırlıkları için Avrupa ülkelerini tercih ediyorlardı. Dememiz o ki; ekonomik kriz, bu düşünceyi de şimdilik rafa kaldırdı. Eeee gün ‘kemer sıkma’ günüdür! Kişisel olarak, bu tercihin doğru olduğuna inanıyorum. Neticede Avrupa ülkelerinde yapılan kampların ekonomik boyutu da var. Rakamları bilemem ama kulüplerin kasasından para çıktığını biliyoruz, neticede iç hatlarda kamp yapmanın ekonomiye mutlaka katkısı olacaktır.
Örnek tesis Topuk Yaylası
Galatasaray Florya’da, Beşiktaş Riva’da, Fenerbahçe ise Topuk Yaylası’nda işbaşı yaptı. İklim şartları malum, hava sıcaklıkları mevsim normallerinin üzerinde seyrediyor. Buna bir de nem oranlarının yüksek olduğunu eklersek, Aslan ve Kartal’ın çalışma ortamının sıkıntılı olduğunu görürüz. Fenerbahçe ise iki rakibinden farklı bir ortamda... Topuk Yaylası’nda hava sıcaklığı 22 derece... Geceleri de ısı bir hayli düşüyor. Dememiz o ki Topuk Yaylası bu anlamda biçilmiş kaftan.
Eski başkan Aziz Yıldırım, Topuk Yaylası’ndaki
Oğuzhan Özyakup’daki bu inanılmaz düşüşü, anlamakta zorlanıyorum. Futbol kumaşını tartışmaya açacak halimiz yok. Biliç döneminde Kartal’ın vazgeçilmeziydi, bu performansı Şenol Güneş’le adeta ikiye katladı, iki şampiyonlukta katkıları asla unutulmaz...
Ne olduysa, şu son iki yılda oldu, gözden düştü, tartışılır hale geldi! Nedendir, niyedir, sosyal yaşamını da fazla bilemiyoruz. Artı, özel hayat kulvarı da ilgi alanıma hiç girmiyor.
Hani yaşlandı desek hiç değil, 26 yaşında... En olgun çağında performansını bir tık yukarı götürmesi gerekirken, o tersine gidiyor iki sezondur!
Beşiktaş’ta Güneş’ten bayrağı Abdullah Avcı teslim aldı. Dileriz bu değişim, Oğuzhan Özyakup’a pozitif yansımalar yapar, eski başarılı günlerine döner.
Kaldı ki Abdullah Avcı, hem iyi teknik direktördür hem de insan olarak pozitiftir, güzel adamdır. Avcı, performans düşüklüğü yaşayan oyuncuları, kazanma adına şans verir, kestirip atmaz. Dememiz o ki, Avcı, Oğuzhan için “son şans”tır, bunu da iyi kullanmak zorundadır. Her ne kadar üç yıllık sözleşmesi olsa da eski günlerine dönemediği taktirde, ayrılık kaçınılmazdır!
Tıpkı taraftar gibi bizler de o eski başarılı Oğuzhan Özyakup’u özlüyoruz, kulübede
Gökhan Keskin’i efsane kadrodan tanırım. Yıllarca top oynadı, üst üste şampiyon olan kadronun değişmeziydi.
Futbolu bıraktıktan sonra bağlarımızı hiç koparmadık, ya ben, ya o arar, sohbetler eder, zaman tüneline girer, eski günlerimizi anarız.
Efsane kadro dedik, o kadroda kim varsa, hepsiyle gönül bağımız var. Onlarla sıkı dostluklarımız hız kesmeden devam ediyor. Onlar bizim gençlik yıllarımızın oyuncuları, o dönemler bir başkaydı. Dostluk, samimiyet, güven, saygı, sevgi bizim önceliklerimiz idi. İster inanın, ister inanmayın, muhabirlik dönemimde pek ender kayıt cihazı kullandım dersem abartmış olmam.
Diyeceksiniz ki, peki gazetecilik? İşte burada durun... Bu dostluklar, asıl işimizi yapmamıza asla engel değildi. Doğru haber mi (-ki yalan yazmayı asla beceremem), kimsenin gözünün yaşına bakmam gazeteme yansıtırdım. Yani ‘iş başka, dostluk başka’ misali...
Lafı uzatmadan, asıl konumuz olan Gökhan Keskin kardeşimizin yeniden Kartal Yuvası’na dönüş yapmasına dümen kıralım.
Abdullah Avcı’dan sonra, yönetimin Gökhan Keskin kararı sabaha kadar doğrudur, bravo... Bu dönüş, bir dizi yetkililerle donatıldı. Avcı’nın eli-kolu, gözü-kulağı olacak. Maçlarda sahada yerini alacak,
Şu transfer sezonu yok mu, oldum olası, hep uykularımı kaçırmıştır! Bırakın kaçırmasını bir kenara, uykuya hasret kalmışımdır hep! Benzetme yerindeyse 7/24 çalıştığım dönemler çoğunluktadır. Yazılı ve görsel medyada sürekli ‘papatya’ falları açılır, yüzlerce isim gündeme gelir, bir bakmışsınız ki, elde var sıfır!
Benim tarzım farklıydı, gelmesi garanti ‘baba’ isimlere yelken açardım, yazılan-çizilenlere yan gözümle şöyle bakar, geçerdim! Yine de gazetecilik refleksiyle o hayali isimleri soruşturmayı ihmal etmezdim, ‘ne olur, ne olmaz’ misali! 46 yıllık mesleki yaşantımda, atladığım isimler oldu elbet, ne var ki 12’den vurduğum atlatma oyuncular çoğunluktaydı, arşivler yalan söylemez...
Şimdilerde farklı mı? Hayır... Öyle isimler geçiyor ki, ağzım bir karış açık kalıyor! Yahu arkadaş, kulüplerin kasası tam-takır, kıpırdayacak halleri yok! Hele üç büyükler aman Allah! Borç almış başını gidiyor, ödemeler 3-4 ay geriden geliyor, yönetimler sıcak para bulma adına çalmadık kapı bırakmıyorlar!
Böylesi bir tabloda öyle astronomik rakamlarla kaliteli yabancı almak, hayallerin en büyüğüdür. Artı yine bu ortamda satmadan alamazsanız, UEFA adamın tepesine biner, Edirne’den dışarı
2020 Avrupa Şampiyonası grup elemelerinde Fransa’yı deviren ve müthiş bir hava yakalayan A Milli Takımımız, eski teknik adamlar arasında da büyük ilgi gördü. Mustafa Denizli, Lucescu, Abdullah Avcı ve Ersun Yanal, bu yeni jenerasyonun gelecek adına umut verdiğini söylediler, valla yerden-göğe kadar haklılar, biz de katılıyoruz...
‘Yiğidi öldüreceğiz, ama hakkını da vereceğiz”... Kimdir bu yiğit, elbette Lucescu ve ekibidir... Lucescu, Tayfur Havutçu, Kerem Yavaş ve Carlo’nun bu havuzun oluşmasındaki katkılarını asla inkar edemeyiz... Temeli onlar attı, Şenol Güneş hocamız, o kadroya dokunuşlar yaptı, yeni isimleri ilave etti. Mert, Dorukhan ve Güven’i ekledi. İzlanda yenilgisi elbette hoş değil, nehirleri geçtik, gittik çayda boğulduk!
“Teker kırıldıktan sonra, yol gösteren çok olur” deyişine karşıyım. Gollere bakın, onlar atmadı, kendi hatalarımızdan yedik! Dorukhan’ın attığı gol, üzerinde çok çalışılmış, belli. Haaa şunu söyleyebilirsiniz, Güneş acaba Ozan’ın yerine Yusuf’la başlayabilir miydi? Nitekim Yusuf’un oyuna girmesiyle, topu üçüncü bölgeye taşıdık. Dememiz o ki sonradan açıldık, açılmasına da puan getirecek golü bir türlü bulamadık!
Mumla arandılar
Bırakın
İzlanda’yı bizim kadar yakından kimse tanıyamaz, bize çok çektirdi, çookkk! Adamların fizik güçleri, boyları-posları inanılmaz, hele bir duran toplardan yarattıkları tehlikeler var ki, rakibin yüreğini ağzına getirir alimallah! Böylesi donanımlara sahip, takıma ancak topu yerden ve ayağa oynarsanız kafa tutabilirsiniz! Nitekim 21’de Ragnar Sigurdsson attığı gol tipik bir İzlanda üretimidir.
Elbette gurubumuzun favorisi, son dünya şampiyonu Fransa’yı devirmemiz müthiş bir başarıydı. Bu oyunun tüm kurallarını o maçta uyguladık, ürettik, attık, bir o kadar da kaçırdık. Doğal olarak aynı başarıyı, aynı futbolu İzlanda maçında da bekledik, ama bazen evdeki hesap, deplasmana uymuyor, hele rakip İzlanda’ysa! Buna bir de Cengiz ve Mahmut’un yokluğunu eklersek skora şaşırmamak gerekir.
***
Nitekim, koca ilk yarıda bırakın rakip cezalanına girmeyi, sahamızdan çıkmakta bile zorlandık! İki gol yedik, Mert bir o kadar da kurtardı, aklımız başımıza geldi, ofansa çıkmaya başladık. Nitekim bunun karşılığını da 40’da Dorukhan’ın harika kafa golüyle aldık, rakibin baskısına biraz olsun son verirken, umutlandık. Dorukhan’ın golüne kadar, rakibe sahanın hiç bir yerine kafa tutamadık,