Söylenişinden, kulağınıza gelişinden ya da anlamından ötürü iltimas geçtiğiniz sözcükler vardır hayatta. Duyunca hoşunuza gider, kullanmayı ayrı bir seversiniz. Belki de sıkıldıkça hatırlayıp tekerleme gibi tekrarlamak için ezberleyip biriktirirsiniz. Baturgan öyle yapıyor. Sıkıldığında ‘alıp başını’ bir yere gidemiyor çünkü. Sığındığı liman, onu huzurlu olduğu, neşelendiği, kahkahayla güldüğü anlara döndürecek pusula, sözcükler. Onu ikiziyle aynı şeye güldüğü son sefere götüren “hokkabaz” sözcüğü gibi mesela.
Baturgan, Çağan Irmak’ın “Ayrılış” romanının kapağını kapattığında okurun kalbinde, zihninde kalan iyiliğin, saflığın, sevginin adı. Karşısında, hatta yanı başında ise kötülük var. Doğuştan kötülük. Onun adı da Batuhan. Baturgan ile Batuhan yapışık ikizler. Arka kapakta yazdığı gibi “yarım ayın bir tarafı karanlıkta, bir tarafı aydınlıkta kalan hali gibiler”.
Bir tanesi yan yana olmaktan mutlu, tek derdi herkesin onları olduğu gibi kabul edip seveceği bir köşecik. Diğeri içinse mutluluk demek ayrılmak, bir lanet gibi taşıdığı kardeşinden kopmak demek. Ve bu bile daha mümkün, iki kardeşin tek gövdede iki baş taşıyan halleriyle sevilip kabul edilmelerinden. Kendi babaları etmemiş, sadece para yollayarak yapıyor ‘vazifesini’. Anneleri zaten yok. Bir tek Melek ablaları var, bebekliklerinden beri onlara bakan. Konağın tığ işi kalın perdelerinin ardında, dışarıyı görmeden, dışarısı onları görmeden 17 yıl yaşamışlar. İyilikle kötülük tek bedende, hep yan yana.
Çağan Irmak’ın ilk öykü kitabı “Gözümden Deliler Taştı”yı çok severek okumuştum. Onun için edebiyatın ‘yazmaya heves etmiş bir sinemacı’ denemesi olmadığını da tahmin ediyordum. İlk romanı da çok geçmeden, tam bir yıl sonra yine Doğan Kitap’tan yayımlandı. Okumaya başlarken Osmanlı döneminde geçen bir ‘siyam ikizi’ hikâyesi olduğunu biliyordum bir tek. Bunun bendeki karşılığı okuduğum “başarılı bir ameliyatla ayrıldılar” haberlerinden ibaretti. Tek mutlu sonun ayrılık kabul edildiği bir birliktelik. Bu iki kardeş birbirini kayıtsız şartsız sever mi, birbirinin sohbetinden hoşlanır mı, yoksa sıkılır da bir sussun ister mi diye düşünmemiştim mesela.
Batuhan ile Baturgan’ın hikâyesi ise insan ilişkilerinin bin bir haliyle ilgili düşündürüyor insanı. Hiç kendi kendine, ‘tek başına’ kalamamak ne demek, bu ‘bir yastıkta kocamaya’ mahkûm olduğun kişi senin tam zıttınsa ne olur? Ya da o en kurtulmak istediğin kişi giderse ne kalır geriye? Yan yana durabilmek ve ayrılabilmek üzerine bir sürü soru.
Bir kâğıt kalem çıkarıp not almak ihtiyacı duydum arada sayfaları çevirirken. Baturgan’ın ‘kelam’ları gibi aklımda tutmak istediğim pek çok cümlesi oldu romanın: “… Ama bir hikâyeye tutunabilirlerdi işte. Zaten hikâyeler bunun için vardı. Hayata tutunabilmek için”.
“Ayrılış” da her zaman iyi bir hikâye anlatıcısı olmuş Çağan Irmak’tan okura hayata tutunmak için armağan. Bence yazar olarak bambaşka bir yolculuğu olacak ama sinemasıyla bir ortaklık kuracaksak, izleyicinin olduğu gibi okurun da kalbine dokunuyor diyebilirim. Ve bunu hem çok sade hem çok masalsı bir dille yapıyor. Dönemin İstanbul’unu, ülke atmosferini, toplumunu başarılı tasvirlerle ince ince çizip bir kanaviçe gibi tamamlıyor tabloyu. Kitabını ilk sayfasında “Yan yana durabilenlere” adayarak. Hikâyeye sayfa sayfa eşlik eden makası nasıl kullanacağımızsa bize kalmış.