Günümüz insanının yaş, cinsiyet, sosyal sınıf gibi faktörlerden bağımsız olarak birleştiği ortak duygusu / korkusu ne olabilir? Bana sanki cevap ‘yalnızlık’ gibi geliyor. Ne kadar kalabalıklar içinde yaşadığımız fark etmiyor. Attığımız her adım biraz ondan kaçmak için ve ne denersek deneyelim fazla da uzağa gidemiyoruz. İçine doğduğumuz aile, kurduğumuz ilişkiler, sevgililer, hiçbiri tam bir deva olamıyor bu derdimize. Aşkı arıyoruz, bulsak / bulduğumuzu sansak güvenemiyoruz, inanamıyoruz, bir türlü bir yere gönül rahatlığıyla ait olamıyoruz. Sanki herkes bize karşı.
Bütün bu koskoca dünyada tek başınalık, çaresizlik, güvensizlik ve korkular, korkular, korkular içinde sıkışıp kalan 30’lu yaşlarında bir genç kadının kendisini iyi etmesini umduğu terapi seanslarında savrulduğu daha da tekinsiz dünyayı anlatan bir oyun; “Fil Rüyası”. Daha önce öykü ve röportaj kitapları yayımlanan, çeşitli dergilerde yazan genç bir yazarın; Günsu Özkarar’ın ilk tiyatro oyunu. Galata Perform’un açtığı yeni metin atölyesinde geliştirilip kaleme alınmış, ilk kez 2022 yılında Yeni Metin Festivali 11 kapsamında okuma tiyatrosu olarak seyirciyle buluşmuş ve Mitos Boyut tarafından basılmış. Şimdi de Bitiyatro ve Meddah ortak yapımı olarak sahneleniyor. Yeri gelmişken, Meddah, Nejat İşler’in adını bundan sonra daha sık duyacağımız (Ümit Ünal’ın 27 Aralık’ta vizyona girecek “Evcilik” filminde de mesela) yapım şirketi. Cem Burçin Bengisu’nun yönettiği “Fil Rüyası”, süpervizör olarak Laçin Ceylan’ın imzasını taşıyor.
Rüya adlı genç kadının gördüğü korkunç (yoksa değil mi?) rüyayla başlıyoruz seanslara. Annesini öldürmüş rüyasında ve bunu kimseye söylemeden kaçmış. “Çünkü annesiyle ilişkisi kötü olanları kabul etmiyor toplum”. Buradan başlayarak ancak annesi ölünce yaşamaya başlayacağını söyleyen Rüya’nın annesiyle, metrobüste tanıyıp hoşlandığı adamla, sadakatiyle hayatta aradığı aileye en yakın canlı olan fillerle ve tabii ki terapistiyle olan ilişki – ilişkisizlik yumağını izliyoruz. Bir yandan da evsiz kalma korkularını. Çünkü o bir İstanbullu ve kontratını yaptığı evden ne zaman çıkarılacağını bilemiyor. Tabii deprem evini başına yıkmazsa.
Rüya’da terapistin de geçmiş travmalarını tetikleyen bir şey var, başa çıkmakta zorlanıyor bu danışanıyla. Bir süre sonra Rüya’nın annesiyle, terapistin teyzesiyle olan ilişkileri iç içe geçiyor ve kimin rüyasını gördükleri bile belirsizleşiyor.
“Fil Rüyası”nın seyirciyi de karakterleriyle beraber sınırları gittikçe silikleşen rüyalar ve gerçekler arasında gezdiren, zaman zaman yolunu kaybettiren bir yapısı var. Bu kaybolma hali arada hikâyeyi takip etme / anlama güçlüğü yaratsa da başarıyla çizilen güvensizlik / tekinsizlik atmosferi seyirciyi de içine alıyor.
Rüya’yı Hülya Köseoğlu’nun, terapisti Arbil Tabur’un oynadığı oyunda metrobüsteki sevgilide çok yetenekli bir oyuncuyla; Onur Sarıaltın’la tanışıyoruz. Sarıaltın aynı zamanda anne ve teyzeyi kuklalar yardımıyla müthiş bir başarıyla canlandırıyor ve Ayten Öğütçü’nün tasarladığı kuklalar oyuna büyük bir renk ve boyut katıyor. Atmosferi belirlemede önemli payı olan ışık tasarımında Murat Kural’ın imzası var.
Noktayı oyunda sıkça tekrarlanan ve bütün karakterlerin – muhtemelen seyircinin de – yakından tanıdığı en baskın hissin dile geldiği cümleyle koyalım: “Bu dünyada aşkı bulmak ne zor, Sen seninkini bulursun, ben benimkini… İşte bu yüzden sanki bu koca dünyada herkes bana karşı.”
Tunca Bengin
İsrail teröründe neredesiniz?
23 Aralık 2024
Abdullah Karakuş
‘Benim teröristim iyi’ çıkmazı
23 Aralık 2024
Hakkı Öcal
Suriye’de barışı önlemenin yolu: YPG’yi korumak
23 Aralık 2024
Eren Aka
Belediyelerin borç tartışması bitmiyor!
23 Aralık 2024
R.Hakan Kırkoğlu
2025 size ne getirecek? Yengeç | Jüpiter ile şans ve bolluk sizinle olacak
23 Aralık 2024