Değerli okurlarım bu günler çok dikkatli ve itinalı düşünme ve yazma günleri. Bu günlerde sapla samanı karıştırırsak bu kaosun içinden çıkmak mümkün olmaz. Öyleyse bazı sorular üzerinde duralım:
1. Milli İrade dilediğini yapabilir mi? Hayır, “milli irade” dediğimiz, ve genelde halkın çoğunluğu ile ölçülen, “irade” dilediğini yapamaz. Örneğin Amerika’da iş milli iradeye bırakılmış olsa idi belki bugün Afrika kökenli Amerikalılar hala ayrımcılığa uğruyor olacaklardı, esir olarak yaşayacaklardı. Bu konu ne yazık ki başlangıcında bir iç savaş ile aşılmıştır. Amerikada zenciler, Kuzey-Güney iç savaşı sonucunda özgür olabilmişlerdir. Çağımızda milli irade ancak evrensel hukuk kurallarının ve demokrasinin evrensel kurallarının çizdiği hudutlar dahilinde dilediğini yapabilir. Çoğunluk, insan haklarına, temel hak ve özgürlüklere karşı yasalar yapamaz. Yaparsa onun adı, hükümet seçimle gelmiş olsa bile, demokrasi değil dikta olur.
2. Seçimle milletvekili olmuş kişilerin, kanunla getirilmiş milletvekili olmayı engelleyen şartlara ve sınırlamalara uymadıkları ortaya çıkarsa, onları seçen “irade” bu yasaların dikkate alınmamasını gerektirir mi? Hayır, yasaları yapan Parlamento, yani
Değerli okurlarım, geçen Cumartesi günkü yazımda, Hatip Dicle konusunu ele almış, olayda YSK hakimlerinin yasanın emredici hükmünü uyguladıklarını... Belirli suçlardan hüküm giymiş kişilerin milletvekili olmasının yasalarımızla yasaklanmış olduğunu... Yasaların da milli iradenin tek temsilcisi olan Parlamento tarafından yapıldığını... Parlamento iradesi ile eldeki yasalar değiştirilmedikçe hakimlere yasayı değiştirip farklı uygulama hakkı verilemiyeceğini... Çozümün hakimlerin değil, Büyük Millet Meclisinin, yani Siyasilerin elinde olduğunu yazmıştım.
Parlamentonun yaptığı yasalar 70 milyonun iradesini temsil etmektedir. Hatip Dicle’ye oy verenler de kendisine, bu yasaların çizdiği sınırlar içinde milletvekili olması için oy vermişlerdir. Bu konuda, “Efendim onu seçen 10 binlerce kişinin iradesi ne olacak?!” diye bir dayatmaya girişilmemelidir. O zaman, “O anayasayı ve yasaları yapan, 70 milyon kişinin iradesi ne olacak?” sorusunun cevabını da verebilmek gerekir.
Şimdi gelelim KCK ve Ergenekon/Balyoz sanığı milletvekillerinin durumlarına. Onlarla ilgili durum Hatip Dicle’ninkinden farklı. Onların Milletvekili olmaları ile ilgili hiçbir sorun yok. Mahkum olmaları halinde
Değerli okurlarım, bir taraftan iktidar partisi diğer taraftan BDP hemen hemen aynı şikayeti dile getiriyorlar. Belki diyeceksiniz ki artık iktidar partisinin hakimlerden şikayeti azaldı, hatta durdu. Seçim öncesinde yspılan yasa değişiklikleri ile, hakim ve savcı tayinlerini yapan HSYK seçimlerini Adalet Bakanlığı’nın hazırladığı listeler kazandıktan sonra yapılan tüm atamalar büyük oranda iktidarı tatmin etti, hatta coşturdu. Hakim atamaları ve seçimleri ile ilgili olarak bir iktidar bakanının, “Yüce Allahım verdikçe veriyorsun!” coşkusunu demokrasi tarihimizde ilk defa bu dönemde duyduk!
Ama düne kadar iktidar partisi ağızlarından duyduğumuz şikayet, “Bu tayin edilmiş hakimlerin, halk iradesini temsil eden biz siyasilerin aldığı kararları iptal etmeye ne hakları var?” idi.
Peki bugün BDP ve DTK mensupları ne diyor? “YSK Yargıçları halkın iradesini hiçe sayarak halk tarafından seçilmiş, halkın vekilinin milletvekilliğini düşürmeye hakları yoktur. Halkın iradesi hiçe sayılmaktadır!”
Değerli okurlarım, bu son yıllarda alevlenen yargı erki ile yürütme ve yasama erkleri arasında doğan ihtilaflarda gerçekten de hata yargıda mı? Yargı haksız yere halkın iradesini hiçe sayarak
Değerli okurlarım, geçen yazımda CHP’nin aldığı genel seçim sonuçlarına değinmiştim. Ama İzmir’den hiç söz etmemiştim.
Şimdi gelelim İzmir’e... Ben de İzmir’de CHP’nin daha yüksek oy alabileceğini ve daha fazla milletvekili çıkaracağını düşünüyordum. Bu nedenle daha yüksek oy bekleyen CHP’li İzmir’lilerin kızgınlıklarını anlayabiliyorum. Ancak bu kızgınlığı Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu‘na yönlendirmek için bir çaba müşahade ediyorum ki buna hak vermiyorum.
Deniliyor ki İzmir’de başarılı sonuç alınamamasının nedeni belediye hizmetlerinin ve vizyonunun yetersizliğidir. Büyükşehir Belediyesi’nde her işin arzu edildiği gibi yürüdüğünü söylemeye doğal olarak olanak yok. İzmir’de CHP’li bir belediye var. Belediye’de devletin bütün denetleme organları aralık vermeden, nefes aldırmadan denetim yapıyorlar. Yaşam İzmir Belediyesi için zor!
Ayrıca Aziz Kocaoğlu da hiç hatasız değil. Özellikle kendine yakın tuttuğu danışmanları, ve yöneticileri belirlemede başarılı olduğunu söylemeye olanak yok. Tek başına yapılan çabalarla bu büyüklükte bir yapının mükemmel yönetilmesine de olanak yok.
Bütün bunlar doğru olabilir ama elimizi vicdanımıza koyalım. Herşeyden önce Türkiye’de AKP
Değerli okurlarım, doğrusunu isterseniz ben CHP’nin bile bile, isteye isteye kendisini yaralamasından bıktım. CHP’deki muhalifler hep bir ağızdan kamuoyu önünde, kendi partilerinin başarısız olduğunu haykırıyorlar! Bugünün muhalifleri, düne kadar CHP’yi yönetmiş olan kişiler!
İlk söylenecek şey şu: Ne diye partinzin iç konuları ile Türkiye’yi ayağa kaldırıyorsunuz? Konuyu partinin yetkili organlarına götürürsünüz. Eleştirilerinizi parti içinde yaparsınız. Çoğunluk da size hak verirse bu günkü yönetimi indirir, kendiniz tekrar iktidara gelirsiniz. Kendi partinizi yerden yere vurmanın bir anlamı var mı? Bu yapılanların sadece Kılıçdaroğlu ve ekibini değil CHP’yi kamuoyu önünde yıprattığını görmüyor musunuz?
Muhalifler iddia ediyorlar: “Biz parti’nin oyunu yüzde 28’lere yükseltmiştik. Şimdi yüzde 26’ya geriledi.”
Bu iddiaya iki cevap var:
* Marifet o oyu iktidarın değiştiği genel seçimlerde yüzde 28’lere getirmekti. Bir önceki genel seçimlerde CHP sadece yüzde 20 civarında oy alabilmişti! Unutmamalıyız, iktidarlar genel seçimlerde değişir!
* Ayrıca CHP’nin oyu, gene bugünkü muhalefetin partide iktidarda olduğu dönemde, genel başkanın özel hayatından kaynaklanan bir
Değerli okurlarım, ben normal şartlarda Salı günü yayınlanacak yazımı pazar sabahı yazıp gönderirim. Ama bu sefer seçim sonuçlarının belli olmasını beklemeye karar verip yazmamıştım. Amacım seçimlerle ilgili bir yorum yazmaktı.
Şimdi Pazar saat 22:00. Seçim sonuçları belli oldu. Parti başkanlarını da dinledim.
Ve... hayretle gördüm ki ortada yorum yapacak bir konu yok! Seçim sonuçları net! Adalet ve Kalkınma Partisi tüm diğer partiler ile bağımsız adayların aldığının toplamı kadar oy almış!... Bu durumda neyi yorumlayacaksınız?!..
Ben de seçim sonuçları ile ilgili olarak sadece şunu söylüyorum:
“HAYIRLARA VESİLE OLSUN!..”
* * *
Gelin biz, sadece hoşluk olsun diye, dünya düşünürleri kendi ülkelerinin politikacıları için tarih içinde neler yazmışlar bir göz atalım. Tabii sözüm meclisten dışarı değerli okurlarım!
Değerli okurlarım, düşünürler zaman zaman şu görüşü dile getirmişlerdir, “Güç baştan çıkarır.” Sözlerin orijini 1766-1788 yılları arasında İngiltere Başbakanı olan William Pitt’e ait. Pitt İngiliz Lordlar kamarasında 1770’de yaptığı bir konuşmasında şöyle diyor. “Sınırsız güç, onu ele geçirenleri yoldan/baştan çıkarır.” (İngilizce kelime “corrupts”). Aynı Fikir İngiliz Baronu John Emerich Acton tarafından din adamı Mandel Kreighton’a yazdığı 1887 tarihli mektupta da şöyle ifade ediliyor. “Güç baştan çıkarır, mutlak güç mutlaka baştan çıkarır!”
Daha önce de yazmıştım demokrasi bir kişinin gücü ele geçirmesini engelleyici önlemlerle örülmüş bir sigortalar sistemidir. Başbakan kendi başına bırakılmamış, onu denetleyecek bir bakanlar kurulu oluşturulmuştur. Bu yetmemiş, bakanlar kurulunu denetleyecek bir temsilciler meclisi oluşturulmuştur. O da yetmemiş bazı ülkelerde meclisi denetleyecek bir üst meclis olarak senato(İngiltere’de Lordlar Kamarası) oluşturulmuştur. O da yetmemiş hem meclisi hem de başbakanı ve bakanları denetleyecek bağımsız mahkemeler oluşturulmuştur. Muhalefet partisine devlet protokollarında çok önemli yer verilmiş. Bunlar doğrudan doğruya halka tanınan
Değerli okurlarım, 2001 yılında 5 Oscar ödülü kazanan Gladyatör filmini anımsıyor musunuz?
Filmin kahramanı, büyük bir üne sahip kahraman Romalı General Maximus, İmparator Marcus Aurelius tarafından ülkeyi tekrar Cumhuriyet yönetimine kavuşturmakla görevlendirilir. Ancak, İmparator kendi oğlu Commodus tarafından katledilir. Maximus da, kendini kıskanan Commodus tarafından ölüme mahkum edilir. Maximus bir şekilde kaçarak ölümden kurtulur ama eşi ve çocukları Commodus tarafından katledilir... General, bir gladyatör grubunun sahibi olan Proximo tarafından yakalanıp gladyatör olarak dövüştürülmeye başlar.
Nihayet yolları Roma’ya gelir dayanır. Maximus, Marcus Aurelius’un ve kendi ailesinin öcünü almak ve Aurelius’un kendisine verdiği görevi yerine getirip, Roma’ya Cumhuriyet (Demokrasi) yönetimini getirmek istiyordur. Maximus’un gerçek kimliğini bilen Proximo ona şöyle bir öğüt verir: “Halka sahip ol, özgürlüğünü kazanırsın. Roma’ya sahip olmanın yolu da budur.”
Kendisi de eski bir gladyatör olan Proximo haklıydı! Ama sadece 2000 yıl öncesinin Roma’sı için değil! 2000 yıl öncesinden beri bir ükleye sahip olmanın yolu, yani iktidarın yolu, toplumun desteğini sağlamakla