08.08.2021 - 07:00 | Son Güncellenme:
Efnan Atmaca - Suzy Storck, oldukça sıradan bir hayat süren bir kadın. Evli, üç cocuğu var. Küçük bir evde, günlük rutini içinde yaşayıp gidiyor. Toplumun ona biçtiği rolü başarıyla sürdürüyor. Oldukça tanıdık bir kadın. Madalyonun öbür yüzünde toplumun daha doğarken ona biçtiği rolü, ruhunda, içerde bir yerde reddetme arzusuna sahip olsa da tüm eylemleri o farkına bile varmadan eril bir örgütlenme tarafından engellenmiş, hayalleri budanmış ve hayaletvari bir mekanizma ile köleleştirilmiş bir kadın. Bu sıradan yaşamında tekrarlanan hareketlerin uyuşturduğu bir kadına dönüşmüş. Fakat bir an geliyor ve yaptığı ölümcül bir hata onu uyandırıyor. Fransız yazar Magali Mougel’in yazdığı Reyhan Özdilek’in Türkçeye çevirdiği ve Kemal Aydoğan’ın yönettiği “Suzy Storck”, Moda Sahnesi’nin yeni sezon oyunu. Oyunda Aybanu Aykut, Reyhan Özdilek, Çağlar Yalçınkaya, Mert Şişmanlar rol alıyorlar. “Suzy Storck’un öyküsünü oyunun yönetmeni Kemal Aydoğan ve çevirmeni Reyhan Özdilek’le konuştuk.
Reyhan Özdilek: “Onu mahkûm eden tek şey kadınlığı”
Oyunda kadına düşen rollerden sıyrılmaya çalışan bir kahraman mı var?
Daha ziyade kadına “biçilen” roller diyebiliriz. Kadına biçilen roller, erkeğe biçilen roller. Bunları kim ya da ne belirliyor? Bu roller bir üniforma (uni-forma: tek-biçim) gibi kadına ayrı erkeğe ayrı biçiliyor ve biz de giyiyoruz. Başka bir şey giyersek toplumda dışlanıyoruz. Suzy, başka model bir elbise giyebileceğini sanıyor, küçük de olsa hâlâ hayalleri varken. İşlerin böyle yürüdüğünü hiç düşünmemiş gibi. Birini sevebilir ama evlenmek, çocuk yapmak aslında onun hayalleri arasında değil. Bunlar onun “başına getiriliyor”, düzen onu özgür bırakmıyor. O hayatta etkin olarak varolmak istiyor, kendi kararları olsun, düşüncelerini ifade edebilsin istiyor ve bu ekonomik özgürlükten geçiyor. Onu bu duruma mahkûm eden tek şey kadınlığı. Suzy onun için belirlenen bu rollerden sıyrılmak için biraz geç kalmış. Biz onun bu rolleri reddetmeyi zamanında nasıl da arzulamış olduğunu ve bu arzuyu yeteri kadar güçlü bir şekilde ifade edememişliğinin pişmanlığını görüyoruz. Ve bu pişmalık onu çok trajik bir sona sürüklüyor.
Sevdiğim bir yazar “Bir kadın hangi yolu seçerse seçsin aklı öbür yolda kalır” demişti. Aslında tüm insanlar için geçerli galiba.
Tüm insanlar için geçerli mi bilmiyorum ama kadınlara dair bu cümleden ben şunu anlıyorum: Bir kadın hangi yolu seçerse seçsin aklı öbür yolda kalır çünkü bir kadın hangi yolu seçerse seçsin o yol onun için engellerle dolu zor bir yoldur zaten ve sonuçta aklı diğer yolda kalır, daha güzel olma ihtimali olan.
Tüm insanlar açısından bakarsak da, mutsuzuz, seçimlerimiz bizi mutlu etmedi çünkü biz bize sunulanlar arasından seçim yaptık, ve bize sunulanlar da zaten süslü kâğıtlara basılmış özgürlükten feragat anlaşmalarıydı. Öyle ya da böyle, yaşadıklarımızın bize verdiği mutsuzluk yüzünden, yaşayamadıklarımıza odaklanmamız. Bilinmeyenin hep o daha güzel olma hayaline dair bir iç çekiş. Sanki o seçilmeyen yol, gidemedik diye hayıflandığımız ütopyaya çıkıyor. Hiç gelmemiş bir zamanın nostaljisi gibi.
Yine bir kitapta kahramana hayatını sonsuz kere farklı yaşama şansı veriliyordu. Ama her hayatta onu mutsuz eden bir şey çıkıyordu. Hayatımız değil de bakış açımız mı değişmeli acaba?
Sonsuz kez farklı yaşamlara uyansak da, bizi mutsuz edebilecek şeylerden kaçış yok sanırım. Bu da çok göreceli bir şey ayrıca, birini mutsuz eden bir başkasına sevinç kaynağı da olabilir. Seni bugün mutsuz kılan yarın şükrettiğin birşeye dönüşebilir. Ama süreklilik arzeden durumlara bakış açısı sanırım önemli olan ve bunun kitlesel olması. Bakış açımız değişirse gördüklerimiz, anladıklarımız değişir, bu değişirse yaşamdan talebimiz değişir. Eğer bu değişim kitlesel olsaydı her anlamda büyük bir devrim olurdu herhalde. Bu olmadan sonsuz defa hayata gelme şansı bir şeyi değiştirmezdi.
Kemal Aydoğan: “En büyük destekçimiz seyirci”
“Suzy Storck”ı neden seçtiniz?
“Suzy Storck” iyi yazılmış bir tiyatro oyunu. Biçim olarak yeni. Oyuncuya, yönetmene, tasarımcılara zevkli bir oyun alanı sağlıyor. Bu özelliği oyunun repertuvara alınmasının birinci koşulu. Tabii ki bu yeterli olmuyor. Oyunun dünya görüşümüze uygun olması da gerekiyor. Oyun erkek egemenlik ve müttefiği kapitalizm tarafından güruhlaştırılıp gözden kaybedilmeye çalışılan kadının “bir adının olduğunu” çok sert bir biçimde yüzümüze çarpıyor. Kadının asla kaybedilemeyeceğini, adının silinemeyeceğini bunun yapılmaya çalışılmasının dünyayı felakete sürükleyeceğinin delillerini seyirciye fark ettiriyor. Tiyatronun ötekileştirilmişlerin özgürleşmesi, bütün insanların eşitliği, emek sömürüsüne son verilmesi gibi problemlerin çözümüne katkı sunan tarafı bizi ilgilendiriyor.
Yeniden seyirciyle buluşacak olmak size ne hissettiriyor?
Böyle bir şeye sevineceği insanın aklına gelir miydi iki yıl önce? Umarım çok az sorun yaşarız. Tiyatro 17 aydır büyük bir badire atlattı. Badirenin sonuçlarını henüz görmedik. Devletin ve yerel yönetimlerin tiyatronun sürmesi için verdikleri çaba gülünç bir boyutta kaldı. Yine en büyük destekçimiz seyirci bu dönemde. Onlarla karşılaşmak güzel yarınlar düşleyen dostlarımızla karşılaşmak demek. Eskisinden çok daha fazla onların varlığının sevinci dolaşacak bünyemizde.