22.06.2025 - 07:01 | Son Güncellenme:
Melisa Vardal - İtalyan sanatçı Nicola Bolla’nın Swarovski kristaliyle kapladığı “Van Gogh Sandalyesi”nin ziyaretçi dikkatsizliğiyle kırılması, sanat eserlerinin korunması meselesini yeniden gündeme taşıdı. Müzelerin güvenlik önlemleri ve sanatla temasın sınırlarına dair yaşanan tartışma sadece fiziksel değil kavramsal bir kırılmaya da işaret etti: “Bir sanat eserine ne kadar yaklaşmalı, onunla ne kadar temas kurmalıyız?” Benzer bir olayı daha önce bizzat yaşayan sanatçı Ardan Özmenoğlu, bu durumun sadece ziyaretçi hatasından ibaret olmadığını vurgularken; sanat eleştirmeni Ayşegül Sönmez, eserin izleyiciyi deneyimlemeye teşvik edişini esprili bir şekilde takdir ediyor. Müzeolog E. Gülşah Akın ise sanat eserine dokunma arzusunun keşfetme dürtüsüyle ilişkili olduğunu ama sınırlarının iyi anlatılması gerektiğini söylüyor.
‘Sorumluluk sadece bireylerde değil’
■ Ardan Özmenoğlu / Sanatçı
Eserimin sergi sırasında kırılması, duygusal açıdan oldukça sarsıcı bir deneyimdi. O ânı hatırladığımda, önce bir şaşkınlık ardından da bir boşluk hissi geliyor aklıma. Eserin kırılma süreci âdeta yavaş çekim gibiydi; bir ziyaretçinin istemeden yaptığı bir hareketin sonucunda her şey saniyeler içinde değişti. O âna kadar o eserin taşıdığı anlamlar, emeğim, teknik süreçler gözümün önünden geçti. Fiziksel bir kırılmaydı ama aynı zamanda içsel bir kırılma gibi de hissettirdi. Bu tür olaylarda birçok faktör etkili olabilir. Elbette ziyaretçi bilinci çok önemli; sanat eserlerinin ne kadar hassas olabileceğinin farkında olmak, mekânla nasıl bir ilişki kurulması gerektiğini bilmek gerekiyor. Ancak bunun tek başına yeterli olduğunu düşünmüyorum. Küratöryel tercihler, özellikle eserlerin yerleştirilme biçimi, izleyiciyle kurduğu mesafe ve yönlendirmeler büyük bir rol oynuyor. Aynı şekilde güvenlik önlemleri de eserin korunmasını sağlamak adına belirleyici. Bence bu gibi durumlarda en sağlıklı yaklaşım, bu üç alanın birlikte değerlendirilmesi; yani ziyaretçi eğitimi, küratöryel planlama ve güvenlik önlemlerinin bir bütünlük içinde ele alınması. Aksi takdirde sorumluluk sadece bireylere yüklenmiş olur ve bu da yapıcı bir çözüm sunmaz.
‘Çoğunlukla kültürel miras eserleri zarar görüyor’
■ E. Gülşah Akın / Müzeolog
Türkiye’de dikkatsizlikten ya da farklı nedenlerden zarar gören eserler çoğunlukla kültürel miras eserleri oluyor. Ayasofya’nın kapısının ısırılması mesela hâlâ akıllarda. Çağdaş görsel sanatlar özelinde, daha önce görev yaptığım bir kurumda, dokusu nedeniyle sürekli dokunulan bir taş eser defalarca düşüp çizildiği için sergiden kaldırılmak zorunda kalmıştı. Yine aynı kurumda, gerçek boyutlarda yapılmış bir polis aracının maket benzeri hâline ziyaretçiler sürekli dokunmak istiyordu. Bir tur sırasında bir ziyaretçi aracı itmeye çalıştı; sorduğumda “Kendimi tutamadım, yapmak istedim” cevabını verdi. Bu durum sadece bilinçsizlik değil, bence dürtü kontrolüyle de ilgili. Her eserin sergilenmesi, kendi içinde bazı zorluklar barındırıyor. İnsanlarda keşfetme arzusu nedeniyle bir şeye dokunma isteği oluşabiliyor. Bir şeyi anlamak için dokunmak makul olabilir ama her zaman istediğimiz gibi davranamıyoruz. Bu yüzden sergilendiği mekâna uygun davranmak önemli. Eserin yerleştirilme sürecinde bu ilişki mutlaka düşünülmeli. Ayrıca ‘ready-made’ yani hazır nesnelerden oluşan işler izleyici için kafa karıştırıcı olabiliyor. Sanatçının bir objeyi sanat eseri hâline getirmesi, onun gündelik işlevinden ayrıldığını gösterse de izleyici bunu fark edemeyebiliyor. Geçen hafta yaşanan sandalye olayında ise bence ziyaretçinin yanlış anladığı bir şey yoktu. Materyal ve bağlam açıktı ama kişisel bir dürtüyle hareket etti. Dolayısıyla kurumlar uyarıları artırabilir ama sürekli insanların gözlem altında tutulması sürdürülebilir değil ve istenen sanat deneyimini de engeller diye düşünüyorum.
‘Eser izleyiciyi oturmaya sevk etmiş’
■ Ayşegül Sönmez / Sanat Eleştirmeni
Müzelerin tam da iklim aktivistleri nedeniyle güvenlik önlemlerini arttırdığı şu günlerde doğrusu bu haber bana rahatlatıcı ve neredeyse nostaljik geldi. Hani çöpe atılan sanat eseri kadar ya da eser sanılan unutulan gözlük kadar nostaljik. Çağdaş sanata o kadar aşina olmadığımız günlerden kalma bir haber gibi. Ya da onunla dalga geçmek isteyen bir hiciv film tadında. Ben bu eserin izleyiciyi oturmaya sevk edişini de takdir ettim. İzleyici bakmakla yetinmemiş bir de oturayım demiş. Sanatçısı olsam mutlu olurdum doğrusu. Ama kırılmış parçaları birbirine kintsugi usulü toplar mıydım bilemedim? Siz ne dersiniz?