6’lı masada henüz aday belli değil ama kazanırsa vaat ettikleri güçlendirilmiş parlamenter sisteme geçiş sürecindeki yönetim mekanizmasının nasıl olacağı daha şimdiden arapsaçına dönmüş durumda. Bu da doğrudan masada oturanlardan kaynaklı. Masanın oy oranı düşük partileri diyor ki “Bir kişiyi aday göstereceksek yüzde 50 artıyı bizim sayemizde alacak, onun için de ‘Ben seçildim kafama göre takılırım’ diyemez. Öyle bir lüksü olmayacak, imzalayacağımız protokol gereği özellikle stratejik konularda birlikte karar vereceğiz.” Peki nasıl olacak? Stratejik kararların içeriğini kim, neye göre belirleyecek? Bir genel müdür ataması bile stratejik karar olabilir. Tek tek yazılacak mı bu stratejik karardır şu değildir diye? Evet, bunlar belki partilerin kendi tabanlarını konsolide etmek anlamında siyaseten söylenmiş sözler olabilir ama gerçekten böyle düşünüyorlarsa ki somut bir yalanlama gelmedi sorun var demektir. Hem 50 artı bir sisteminde bir oyun bile ne kadar önemli olduğu gerçekliğinin istismar edilmesi hem de Anayasa’ya, hukuka uygunluğuna dönük tartışmalar anlamında. Dahası, bu doğrudan seçmenin hatta kendi parti tabanlarının da kafasını karıştırmak aynı zamanda. Dolayısıyla, CHP ile İYİ Parti tabanlarından da özellikle Davutoğlu ve Babacan’ın son çıkışlarına yönelik “Bu nereden çıktı?” diye kulaktan kulağa yayılan çok ciddi bir rahatsızlık söz konusu. Mesela dün konuştuğum her iki partili isimlerden gelen tepkiler şöyleydi:
“Her iki lider Kılıçdaroğlu ve Akşener’e, ‘Yan yana oturduğunuz adamlara niye sesiniz çıkmıyor?’ diye tabanlar çok öfkeli. Davutoğlu ve Babacan’ın çıkışlarına karşı üç maymunu oynuyorsunuz diye. Davutoğlu ve Babacan masada kendi gelecekleriyle ilgili projeksiyon çizmekle kalmıyor, masayı da çıkacak aday her kimse adayı da yıpratıyorlar. Toplumun algılayamadığı bir yönetim modeline kimseyi ikna edemezsiniz. Yüzde 0.1-0.5 oy almış bir partiyle yüzde 25-28 alacak bir CHP Genel Başkanı’nın sözü masada aynı olmaz, olamaz. Bu siyaseten de hayatın da doğasına aykırı. ‘Seçilecek Cumhurbaşkanı bizden izinsiz karar alamaz, yapamaz’ dediğinizde durum çok farklı bir noktaya taşınıyor. İstişare ayrı, imza yetkisi ayrı. Kaldı ki seçilen kişi, üç gün sonra ‘Yok arkadaş, ben yetkilerimi kullanıp yöneteceğim, paylaşmam’ derse kim ne diyebilir? Bunun aksini iddia etmek bile saçmalık.”
Davutoğlu ve Babacan’ın mevcut sistemde kendilerine göre rol kapmaya çalıştığını öne süren CHP ve İYİ Partililerin devamında söyledikleri de şunlardı:
“Normalde baraja endeksli parlamenter sistemde de mevcut bu sistemde de bunların hiçbirinin seçilme ve parlamentoya girme şansları yok. Cumhur İttifakı’nın oluşturduğu ittifak sisteminden faydalanarak bir ya da iki kişiyle diğer partilerin listelerinden seçilebiliyorlar. Veya barajı aşamayacak bir oy almalarına rağmen kendi başlarına girerlerse seçimi barajı aşmış kabul edileceğinden de faydalanıyorlar o kadar.”
Özetle, dememiz o ki siyaset çiledir, sabır işidir; iddian, inancın, ufkun, projen olacak gibisinden klasik anlamdaki tanım artık hikâye. Karşılık oluşturabilecek bir güce sahipsen az ya da çok fark etmez, yeter ki ittifaklar arası kâr/zarar dengesini etkileyeceğine inandır ve yolun açılsın. Yani eskiden seçmeni etkileyen, gönül verdiği parti, ideoloji vardı. Sağcı sağcı, solcu solcuydu ama şimdi siyaset öyle bir noktaya geldi ki ya bu blok ya öteki blok. Bunda da 50 artı bire odaklı sistemsel değişiklik kadar, oy kaygısıyla partilerde yaşanan ideolojik zikzaklar da son derece etkili. Oyunu bir yere kanalize etme karşılığında da seçime girme hakkı olan, seçilebilme gücü olan partilerin listesinde yer almak pazarlığı yapıyor. Nitekim önceki seçimlerde 30-40 bin oyu olanlar listelerde gösterildi ve milletvekili oldular. O günden bugüne kadar da kendi siyasi bakış açılarıyla ilgili tek bir söz etmediler. Hâlâ da görüntü, niyet öyle. Bazı parti genel başkanları milletten güvenoyu almadan ülkeyi yönetmek istiyorlar. Açıkçası, milletin değil sistemin liderliğine oynuyorlar. Dolayısıyla, her siyasi parti ama özellikle de “Sen benim oy oranıma falan bakma, benim ağırlığım çok daha fazla” diye pazarlıklarda sürekli el yükseltenler açısından en kritik soru da şu:
Varsayalım bugün daha önceki parlamenter sistem yürürlükte olsaydı ne yaparlardı ya da yapacaklardı?..