Atatürk’ün “En büyük eserim” dediği Cumhuriyet Türk ulusunun kaderini değiştirmiştir. Yaşayış şekli başta olmak üzere birçok alanda devrim niteliğindedir. Yani Cumhuriyet sadece bir yönetim şekli değildir. Cumhuriyet demek Atatürk’ün hedeflediği çağdaş, demokratik, laik, akıl ve bilimle yönetilen bir toplum demektir.
***
Yıl 1922...
Cephede kurtuluş mücadelesi sürerken, cephe gerisinde de toparlanma çalışmalarına hız verilmiştir.
Bu çalışmalardan biri de Ankara’daki öğretmenleri bir çatı altında toplama, Öğretmenler Birliği kurma girişimidir.
Toplantı için yapılan çağrıya üç kadın öğretmen de katılır.
Salona giren erkek öğretmenler, kadın öğretmenleri görünce onlardan ayrı bir yere otururlar.
Toplantıya kadın öğretmenlerin katılması, ertesi gün Meclis’te duyulur ve büyük bir öfkeye yol açar.
Nasıl olur da kadın öğretmenler erkek öğretmenlerle aynı salonda bir araya gelmiş, onlarla birlikte oturabilmişlerdir? Ahlaksızlık, dinsizlik, küstahlıktır bu!..
Bu olaya çok öfkelenenlerden biri de Mustafa Kemal’dir.
“Olur şey değil, olur şey değil” diye kendi kendine söylendikten sonra “Öğretmenler Birliği Başkanı kimdir?” diye sorar.
“Mazhar Müfit.”
“Çağırın onu!”
Ortalığı birbirine katanlar sevinçle ellerini ovmaya başlar. Bu dinsizliği yapanlara Mustafa Kemal dersini verecektir şimdi!
Mazhar Müfit çağrıldığını haber alınca hemen Mustafa Kemal’in odasına koşar. Onu karşısında gören Mustafa Kemal “Siz öğretmenler toplantısında ne yapmışsınız öyle? Toplantıya kadın öğretmenleri de çağırmışsınız. Ne ayıp ne ayıp!” diye çıkışır. Herkes nefesini tutmuş dinlerken, Atatürk konuşmasına şöyle devam eder:
“Onları niçin ayrı sıraya oturttunuz? Sizin kendinize mi güveniniz yok, yoksa Türk kadınının faziletine mi? Bir daha böyle ayrılık görmeyeyim anlaşıldı mı?” (İsmail Habib Sevük, Atatürk İçin)
***
Yeni seçim dönemi yaklaşıyordu...
Başbakan İsmet Paşa ile Genel Sekreteri Recep Peker Atatürk’ü ziyaret edip ona milletvekili adayları konusunda bilgi aktarıyorlardı.
Adaylar okunurken Muğla Milletvekili Halil Bey(Menteşe) ile Kocaeli Mebusu Sırrı Bey’in (Bellioğlu) adı geçince, Recep Peker birden şikâyet etmeye başladı:
“Efendim, Halil Bey için bir diyeceğim yoktur fakat Sırrı Bey geçen devre zarfında çok şiddetli tenkitlerde bulundu, adeta muhalefet yaptı, birçok işlerde bizi güç durumlara düşürdü, bize kök söktürdü. İşleri engellemeye çalışıyor daima! Onun Meclis’e tekrar girmesi katiyen doğru olamaz.”
Atatürk’ün kendisini sessizce ama kaşlarını çatıp dudaklarını büzerek dinlediğini gören Recep Peker, yardım ister gibi İsmet Paşa’ya baktı.
Sandalyesinde hafifçe toparlanan İsmet Paşa, “Bize Meclis’te ot yolduruyor” diyerek Recep Peker’e destek verdi.
Başbakan ve parti genel sekreterinin bir milletvekilinden bu şekilde şikâyetçi olmasından üzüntü duyan Atatürk, “Bu anlayışı bırakın efendim!” dedi ve konuşmasını şöyle sürdürdü:
“Elbette konuşacaklar, elbette tenkit edecekler. Biz bu arkadaşların Meclis’e girmesini neden teşvik ettik? Bir oyun olsun diye mi? Hayır efendim; bilakis, biz onları gayet ciddi bir düşünceyle işlerimiz hakkında fikirlerini söylesinler, yaptıklarımızı tenkit etsinler, yani yeri boş kalan muhalefetin vazifesini görsünler diye Meclis’e getirdik, öyle değil mi? O halde niçin sinirleniyorsunuz, neden şikâyet ediyorsunuz? Yoksa kendinizden emin değil misiniz? Davalarınızı, yapacağınız işleri Meclis’te savunamayacak durumda mısınız ki Halil Bey’in itirazlarından, Sırrı Bey’in tenkitlerinden bana şikâyet ediyorsunuz?”
Kısa bir soluk aldıktan sonra sesini daha da sertleştirerek şöyle tamamladı konuşmasını:
“Her zaman, hepiniz elinize bir dosya alır, cebinize birkaç mektup koyarak bana gelir, her şeyi güllük gülistanlık gösterirsiniz! Meclis’te böyle doğruyu söyleyen ve yolsuzlukları dile getiren birkaç arkadaş da olmasa ben söylediklerinizin gerçeğini nasıl anlayayım?”
İsmet Paşa ve Recep Peker odadan çıktıktan sonra Atatürk Özel Kalem Müdürü Hasan Rıza Soyak’a üzgün bir sesle “Hali gördün mü çocuk?” dedi. “Tenkide hiç tahammülümüz yok. Ne yazık ki arkadaşları bir türlü buna alıştırmadım. Hele bakalım, elbette bunun da bir sonu olacaktır.” (Hasan Rıza Soyak, Atatürk’ten Hatıralar)
***
Atatürk’ün yeni evlendiği ve henüz İzmir’de olduğu günler...
.....Türkiye’nin ilk sinemacılarından Cemil Filmer’in Ankara Sineması’na film izlemeye giden Atatürk’ü kadınlı- erkekli binlerce kişi karşıladı. Eşi Latife Hanım ve bazı çalışma arkadaşlarıyla yukarı kata çıkan Atatürk locadan aşağı bakınca kaşlarını çattı. Salon sadece erkekler tarafından doldurulmuştu. Hemen Filmer’e dönüp, “Cemil, niçin aralarında kadın yok?” diye sordu.
Cemil Filmer, “Paşam, kadınlara yalnız salı günü sinema gösteriyoruz” diye açıklama yaptı.
Başını sallayan Atatürk, yaveri Muzaffer Kılıç’ı çağırdı.
“Emredin Paşam!”
“Dışarıdaki kadınları içeri alın!”
Biraz sonra kadınlar büyük bir coşkuyla sinema salonuna doldular.
Başlarını yukarıya locaya doğru kaldırdıklarında Gazi’yi gördüler. Büyük bir alkış koptu.
O gün sinemada kadın-erkek bir arada ilk kez bir film izlendi.
Filmer’in o gün gösterdiği Şarlo filmine Atatürk çok güldü. (Cemal Filmer, Hatıralar)
(*) Büyük Atatürk’ten Küçük Öyküler
***
Bugün Cumhuriyetimizin 99. yıl dönümü. Müthiş onurlu ve gururluyuz. Ama hâlâ içerideki hainler ve dışarıdaki düşmanlarla da mücadele ediyoruz. Onun için de büyük bir kararlılıkla ülkece tek ses, tek yürek olarak, “Sonsuza dek yaşayacak Cumhuriyetimiz” diye haykırıyoruz.