Beytüşşebap’ı ve Kato Dağı’nı yazarken 1984’te şehit olan Yüzbaşı Yalçın Aydın’ı düşündüm. Yiğitlerimizin şehadet şerbeti içtiği yerdir Kato. Şimdi ise teröristlerin tüm inlerine “Pençe”ler atılmış durumda. Artık her yer güven içinde...
Kato Dağı ve çevresi bir zamanlar PKK’lı teröristlerin Irak sınırından Türkiye’ye sızdıktan sonra üslendiği en önemli yerlerden biriydi. Bir dönem 2. Kandil denilen ve teröristlerin ‘girilmez’ sandığı bir yerdi. Artık orası da Cudi, Gabar gibi temiz. 2017’de Şırnak’ta helikopter kazasında şehit olan Tümgeneral Aydoğan Aydın’ın adı verilen temizlik destanına katılan bir yüzbaşı yazdığı şiirde şöyle tanımlıyor Kato’yu:
“Girişi ve çıkışı belli olmayan mağaralara gözümüzü kırpmadan girdiğimiz; aç, susuz ve uykusuz kaldığımızda dahi ‘söz konusu vatansa gerisi teferruattır’ diyerek her türlü fedakârlığı gösterdiğimiz dağın adıdır Kato.”
Bu duygularla Kato ve
Yıllarca terör örgütü PKK’nın saldırılarıyla gündeme gelen Derecik ile tanışmam 1986’ya kadar uzanıyor. O tarihte bölgede koruculuk uygulaması başlatılmıştı. Yıllar sonra geldiğim Derecik ise modern bir şehir gibi. Dünün korucusu, bugünün üreticisi Celal Tunç ile seraları geziyoruz.
Ziraat Mühendisi Mahmut Kaplan ile eski korucu Celal Tunç, serada modern tarım yapıyor.
Bir zamanlar adı terörle anılan yerler denildiğinde ilk akla gelenler arasında Hakkâri’nin şimdilerdeki Derecik ilçesi de var. O da Çukurca gibi yine Irak sınırında. Irak’a 4, Şemdinli’ye 65, Hakkâri il merkezine ise 195 kilometre uzaklıkta. 1980’li yıllardan başlayarak da hain saldırılara uğradı. Kadınlar ve çocuklar da dahil olmak üzere... O yıllarda Derecik henüz bir köydü. Ekim 1995’te Şemdinli’ye bağlı belde, 2018 yılında da Hakkâri’ye bağlı ilçe statüsüne kavuştu. Benim Derecik ile tanışmam ise en başa, o köy günlerine 1986’lara kadar uzanıyor. O yıllarda Irak’tan sızan
PKK’lı teröristlere canı pahasına geçit vermeyen kahramanların görev yaptığı, sınırın sıfır noktasındaki Üzümlü Karakolu, teröristlerin geçiş yollarını tutması, kesmesi nedeniyle de kritik önemdeydi.
Çukurca denilince, geçmişin o karanlık günlerini anımsayıp yaşanan bu büyük değişimi görünce sevinmemek, mutlu olmamak elde değil. Ama dün olduğu gibi bugün de gözünü kırpmadan canını feda eden şehitlerimizi, gazilerimizi, bu uğurda yaptıkları fedakârlıkları, kahramanlıkları düşünüyorum bir yandan da. Yollarda, köprülerde, geçitlerde, okullarda, askeri tesislerde, tankta, zırhlı araçlarda, hemen her yerde, her köşede bir şehidimizin adı var. Boğazım düğümleniyor ve eskilere dönüyorum.
Terörle anıldığı günlerde Çukurca çıkmaz sokaktı ama ona yol vermeyen yalçın dağların hemen arkasında da efsane Üzümlü Karakolu vardı.
Sınırın sıfır noktası
O yıllarda teröristlerin defalarca hedefi olmasına rağmen canları pahasına geçit vermeyen ve PKK
80’li yılların ortası... Terörün kıskacındaki Çukurca tam anlamıyla bir çıkmaz sokaktı. Köylere, mezralara, yaylalara gidilemiyordu, hayvancılık yapılamıyordu. İlçedeki tek otele, “Mecburiyet” adını vermiştik. Geceleri silah seslerinden uyuyamıyorduk...
Başlarken...
26 Ağustos 1922 tarihinde başlayan ve 9 Eylül’de düşmanın İzmir’den denize dökülmesiyle sonuçlanan Büyük Zafer’in haklı onurunu ve gururunu yaşadığımız şu anlamlı günlerde MİLLİYET olarak aynı ruhla terörden, teröristlerden arındırılan dağlarda, yaylalarda, bir zamanlar çıkmaz sokak denilen yerlerdeydik.
Foto Muhabiri arkadaşım Ercan Arslan ile birlikte hem sınırın sıfır noktasında konuşlu efsane karakollar Aktütün, Üzümlü ve Derecik’teki kahramanlarla kucaklaştık, hem de memleketimin huzur gelen dağlarında, topraklarındaki sivil yaşamı gözlemledik. Bölücü terör örgütü PKK’nın ilk silahlı eylemlerini gerçekleştirdiği 1984 yılından başlayarak bölgedeki saldırılarına karşı yapılan birçok
ABD lafa gelince terörle teröristle mücadele diye yüksekten atıp tutuyor, mangalda kül bırakmıyor. Her yıl yayımladığı “terör örgütleri” ve “teröre destek veren ülkeler” olmak üzere iki ayrı kara listesi de var. Biri eli kanlı teröristleri, yapıları; diğeri onlara finansal veya lojistik destek sağlayanlar, onlara silah tedariki ve satışı yapan ülkeleri sıralıyor.
Her ikisi de hesapta “terörle, terörizmle mücadele” ya da terör tehdidine karşı dünya için kılavuz niteliğinde.
Ancak gerçekte ise ABD’nin “Şunu ekle, bunu çıkar ya da koyma” mantığıyla işine, çıkarlarına geldiği gibi kurguladığı, kullandığı dokümanlar.
Onlar da yersen cinsinden göstermelik ve hikâye yani. Mesela İstiklal Caddesi’ne koyduğu bomba ve Suriye topraklarından attığı roketlerle, havanlarla çoluk çocuğu katleden ne YPG/PYD ne de darbe girişimi yapan FETÖ’yü ABD asla terör örgütleri listesine almıyor. Onların saldırılarını, görmezden geliyor, geçiştiriyor. Yani ABD
Muhalefetin, Millet İttifakı’nın Cumhurbaşkanlığı ve parlamento seçimleri öncesinde taktiği, en popüler söylemi neydi? Birleşe birleşe kazanacağız...Hatta seçim meydanlarında İmamoğlu’nun gülümseyerek sıklıkla yinelediği “aramızda kalsın kazanıyoruz” muhabbetiyle bu iş oldu bitti havasındaydılar. İktidarı devir-teslim törenlerinde yapacakları konuşmalar dahi hazırdı... Seçmen kararı sandık sonuçları ise malum...
Uzunca bir süre sandık gerçekliğiyle yüzleşmek yerine yenilgiyi inkar, dahası başarısızlığı “iki kişiden birinin oyunu aldık” diyerek başarı gibi yutturmaya odaklandıktan sonra yerel seçime giderken şimdi ne deniliyor, diyorlar?
Birleşerek olmadı, ayrılarak deneyelim. Herkes kendi başının çaresine baksın adayını çıkarsın, seçmen nezdinde tartıya çıksın. Bu anlamda da hepsi birbirinden iddialı ve kararlı gibi görünüyor. Özellikle de CHP ve İYİ parti. Bu bağlamda Akşener’den bir de Cumhur İttifakı’na “kendinize güveniyorsanız siz de ayrı ayrı girin seçime. Biz varız”
Türk tarihinde ağustos ayının ayrı bir yeri ve anlamı var... 26 Ağustos 1071’de Malazgirt Savaşı’nda Sultan Alparslan Bizans ordusunu yenerek Anadolu’nun kapılarını Türklere açtı. Bundan 9 asır sonra 1922’de yine bir 26 Ağustos günü Mustafa Kemal Atatürk’ün “Ordular ilk hedefiniz Akdeniz’dir” komutuyla başlayan ve 30 Ağustos’ta Yunan ordusunun bozgunuyla sonlanan Başkomutanlık Meydan Muharebesi, Anadolu’nun sonsuza dek Türk yurdu olarak kalacağını tüm dünyaya gösterdi...Türk ve insanlık tarihi için böylesine önemli sonuçlar doğuran bu iki parlak zaferin aynı ay hatta aynı güne denk gelmesinin yanı sıra güç dengeleri açısından da benzerlikleri söz konusu. Hem Malazgirt hem de Başkomutanlık Meydan Muharebesi’nde, Türk ordusu gerek asker gerekse harp malzemeleri bakımından kendisinden katbekat üstün bir güçle çarpıştı ve düşman ordusunu imha ederek kesin zafere ulaştı. Benzerlikler noktasında en çarpıcı olan da Alparslan ve Atatürk’ün hem savaş
Yağış olmayan, aşırı sıcaklarla kavrulduğumuz şu sıcak günlerde su sorunu, özellikle de İstanbul’un durumunu konuşurken Çanakkale’den gelen felaket haberiyle yine ciğerimiz yandı. Köyler boşaltıldı, binlerce hektarlık orman alanı etkilendi, güzelim ağaçlar yandı, kül oldu. Neyse ki insan olarak can kaybımız yok diye avunuyoruz ama ya yanarak telef olan büyük- küçükbaş hayvanın, kaplumbağanın, tavşanın, sincabın canları? Yani ormanların asıl sahiplerinin durumu?.. Orman yoksa yaşam da yok... Çanakkale’mize büyük geçmiş olsun.
★★★
İstanbul’un su sorununa gelince; yağış olmadığı gibi buharlaşma da had safhada. Mega kente su sağlayan barajlardaki su seviyesi hızla eriyor. İSKİ’nin ağustos gibi önümüzdeki eylül ayı için de herhangi bir yağış öngörüsü söz konusu değil. Ancak iki aylık su kaldığı, dolayısıyla, su kesintileri dâhil acil eylem planlarının bir an önce devreye sokulmasına dönük çok sayıda görüş var. Hatta 30 yıl önce SHP’li İBB Başkanı Sözen