Emre Belözoğlu ve Mehmet Topal’ın yokluğunda üstüne üstlük 50. dakikadan sonra Meireles’siz kaldığı göz önüne alınırsa Fenerbahçe’nin dün Kasımpaşa önünde elde ettiği sonucu tek kelime ile “mükemmel” diye nitelendirmeliyiz... Aksi durum başta İsmail Kartal olmak üzere sarı-lacivertli ekibin tamamına büyük haksızlık olur.
Kasımpaşa düne kadar evinde hiç kaybetmemiş bir takım... En kötü olduğu anlarda bile maçı çeviren bireysel yıldızlara sahip... Tunay Torun, Babel, Viudez ve savunmadan gelipte santrfor gibi sıklıkla gol arayan Donk... Birini tutsanız diğeri başınıza bela olur... İşte böyle güçlü bir takım Kasımpaşa... Fenerbahçe bu Kasımpaşa’yı 3-0’la geçiyor, kalesinde ise sadece uzaktan atılan iki şut sonrası doğan, bir de karambol sonrası gelişen üç pozisyon görüyor... Hepsi bu... Gördüğünüz gibi mükemmel nitelememiz hiç de abartı değil...
Caner ve Gökhan’ın vites yükseltmeye başladığı andan itibaren Fenerbahçe iyi oynuyor, maçın mutlak hakimi oluyor ve pozisyon üretmekte hiç zorlanmıyor... Tek eksiği savunma güvenliğindeki küçük çatlaklar... Egemen geldi artık o çatlaklar da sıvandı... Egemen oynadığından bu yana Fenerbahçe kalesinde gol görmedi. Egemen ile birlikte
İsmail Kartal, “Sözüm ona” Türkiye’nin en iyi kanat beki denilen Caner Erkin’i kenara aldığında maçın 35. dakikası yeni bitmişti. Kartal, iyi bir zamanlamayla aslında Türkiye’nin “en sorumsuz” ve “en saygısız” unvanlarına sahip oyuncusunu kenara alarak doğru olanı yaptı. O ana kadar Caner’in bölgesinden, Volkan Şen kendine doğal bir koridor yaratmıştı. O bölgede hiç bir müdahaleyle karşılaşmayan Volkan Şen bir gol attı, iki tane topu kale çizgisine kadar getirip kaçırdı. Bir tane de Fernandao’ya “al da at pası” gönderdi. Tüm bunlar olurken Caner beyefendi ya hakeme el kol hareketi yapıyordu ya rakip ceza alanında seyirci pozisyonundaydı ya da hayal alemindeydi!
Caner’in dün oyundan çıkarken ki tepkisi asla kabul edilebilir bir hareket değildir. Şimdi Fenerbahçe’den beklenen Caner’e verilecek cezanın şeklidir.
Benim bir önerim var; para cezası ya da kadro dışı bırakmak Caner’e vızgelir tırıs gider... O’na verilecek en ağır ceza kendisini seyrettirmektir... Caner’in saha içinde futbolla alakası olmayan tüm görüntülerini bir CD’de toplayıp her antrenman öncesi bir kere izlettirmek ona verilebilecek en ağır cezadır...
Doğrusu şu ki, bu maçın galibi Bursaspor olmalıydı.
Süper Kupa’nın bir kopyasını izledik ilk 45 dakika. Bu bölümde sahanın mutlak hakimiydi Fenerbahçe. Artık klasikleşen alışkanlığıyla Galatasaray’a oranla topa daha çok sahip oluyor ama pozisyon üretmede kısır kalıyordu.. Yorgun ve yalnız adam rolü oynayan Emenike’nin birbuçuk pozisyonu, bir de ilk yarının etkisiz elemanı Alper’in kafa vuruşu hepsi oydu. TT Arena’da müthiş baskıyla maçlara başlamasına alıştığımız G.Saray ise sanki deplasmandaydı. Selçuk gibi bir usta top kaybı rekoru kırıyor, neredeyse her şutunda çerçeveyi bulan Sneijder dağlara taşlara vuruyordu. Burak Yılmaz ise boş çıkışlarının hiçbirinde topla buluşamıyordu. Yeni tandem Alves-Kadlec bu bölümde terlemiyordu bile...Ve Volkan’ın kalesine gele gele iki top geliyordu... İlk yarının özeti buydu... Evet hepsi buydu...
İkinci yarı ise bambaşkaydı... Bu 45 dakika aslında ömre bedel bir 45 dakikaydı.. .Ne olmuştu öyle G.Saray soyunma odasında. Prandelli “Benim için oynayın“ mı demişti acaba !... Daha Cüneyt Çakır’ın başlama düdüğüyle anladık ki sarı-kırmızılı takım kazanmaya and içmişti... Olcan’ın direkten dönen şutu 3 puanın habercisi gibiydi. Ama Prandelli’nin ayağında pranga bulunan Dzemaili ile Sneijder’in
Futbol ilginç bir oyun... Kazandın mı, yaptığın bütün hataları halının altına süpürebilirsin. Bir devrede 13 kanat pasıyla hücum geliştiriyorsan ve bunların hepsini kalenin içine orta olarak gönderiyorsan bu takımın ne kadar yüksek bir hücum becerisine sahip olduğunu gösterir. Ama bunlardan hiçbirini son vuruş noktasında kaleye gönderemiyorsan (gol olması önemli değil) o zaman gol atacak elemanlarında bir sorun var demektir... Peki önceki sezon aynı oyuncular değil miydi, Fenerbahçe’nin neredeyse gollerinin tamamını kaydeden. Adeta birbirleriyle yarış ediyorlardı. Sow, Emenike, Kuyt ve Webo dörtlüsü.
Çünkü tercihler doğru yapılıyordu. Çünkü sistem error verdiğinde kenar yönetimi sorunu çözebiliyordu.
Oysa düne bir bakın belki en az geçen sezonki kadar hücum girişimi var, hem de aynı oyuncularla ama final vuruşunda beceri sıfır. Sezon başlamadan Süper Kupa maçı, bu sorunu Galatasaray karşısında gözler önüne sermişti. Webo kenarda ısınmaktan buhar olmuş, ama İsmail Kartal, başka bir gezegende futbol oynayan Emenike’yi sahada tutmuş, farklı kazanacağı bir maçı penaltılarla ancak kurtarabilmişti. Son Karabük, Trabzon ve dünkü Antep maçı. Hepsinde görüntü aynı. Sıkıntı,
Bu skor ve Fenerbahçe’nin elde ettiği bu galibiyet kimseyi yanıltmasın... Özellikle de Fenerbahçelileri...
Son dönemlerde futbol dünyasında rakamlardan başka bir şey konuşulmuyor... O 13 bin koştu, bu 9 binde kaldı, bu takım total koşu mesafesinde rekor kırdı falan filan... Eğer bu sayıların bir benzeri olan topa sahip olma oranını dikkate alırsak, ya da isabetli pas oranını, hatta topla ve topsuz koşu mesafelerini, Fenerbahçe’nin açık ara önde olduğunu görürüz.... Ama ortada bir gerçek var ki, sayıların kralı Fenerbahçe dün ölüp ölüp dirildi... Beş pozisyon üretti Kasımpaşa ikisi gol oldu geri kalan üçü nasıl kaçtı anlayamadık?
Kısacası kazanan taraf, kaybedene oranla çok daha büyük sorunlara sahip... En basitinden dünkü Fenerbahçe’nin hâlâ bir savunma düzeni, bir stoper uyumu, kanat bekleri ile kanat hücumları arasında kademe anlayışı neredeyse hiç yok...
Futbolda, “Kazanan kadro bozulmaz” diye yazılı olmayan bir kural var... Ve bu sanal kural daima teknik adamların başına iş açmıştır... Kazananı değiştirip kaybetsen, “Niye değiştirdin?” derler.... Kazananı değiştirmeyip kaybetsen bu kez de “Değiştirseydin ya” diye eleştirirler... Oysa günümüz futbolunda kazanan takım
Kaybettik... Hem de 5. defa... Ama bu sefer tam anlamıyla pisi pisine kaybettik. Sanırım bu kaybın şokunu uzun süre üzerimizden atamayacağız. İyi tarafından bakarsak çok şey öğrendik. Artık İstanbul’un nereden bakarsanız bakın 35 kemik oyu var. Artık finale kalan bu kent için IOC “Evet olimpiyat yapabilir” deme noktasına geldi. Bu son olmamalı. Bir kez daha denemeliyiz. Aslında Tokyo’ya kaybetmek yeni bir adaylık öncesinde bir Avrupa kenti olarak avantaj.
Madrid’in erken elenmesi müthiş bir sürpriz. Türkiye’nin Madrid ile tie-break’e kalması daha büyük bir sürpriz. Ama en büyük sürpriz ise Tokyo’nun finale kalıp alması. Japonların dışında hemen hemen kimsenin favori göstermediği Tokyo, aslında Latin oylarıyla kazandı. Latin oylarını bırakın bir yana altı müslüman oyunu, müslüman bir ülke olarak alabilseydik, kazanan İstanbul olurdu.
Final sunumu öncesi İstanbul açısından en büyük risk ilk sırada IOC üyelerinin karşısına çıkmaktı. İlk sunumda iyi olmak zorundasınız. Hatta iyi değil çok iyi. Eğer farklı bir durum olursa, rakiplerinizin alıp başlarını gittiklerini büyük bir kıskançlık içinde izlersiniz. Çok sevindirici bir durum İstanbul için böyle olmadı. Son derece sempatik
Bu beşinci adaylığımız. 1996 Atlanta Olimpiyatları’nda İstanbul’un adaylığı ile ilgili ilk tanıtım startını vermiştik... O günden bugüne 5. kez İstanbul’a istiyoruz olimpiyatları. Ve ben bir spor yazarı olarak bu 5 adaylık sürecinin hepsinde yer aldım. 1996’da bu adaylığa hiç sıcak bakmayan (dönemin Belediye Başkanı) Recep Tayyip Erdoğan’dan, şimdi “Mutlaka almalıyız. Bu bir Türkiye vizyonudur” diyen Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ı da gördüm.
İstanbul hiçbir adaylık sürecinde 2020 kadar şanslı olmadı. Hiçbirinde bu kadar iyi çalışmadı. Ve asıl önemlisi hiçbirini bu kadar çok istemedi. IOC ailesi değişimin farkında. Önceki taleplerimizde, gerçekçi olmadığımızı, ekonomik gücümüzün bulunmadığını ve ülkenin çok istekli olmadığını biliyor ve görüyorlardı. Şimdi öyle değil. İstanbul gerçekten hak etti. Alırsa en iyisini yapar. Bunu IOC ailesi çok net dile getiriyor artık...
Ancak, üzülerek söylemeliyim ki iki ay öncesinde %50 delege sempatisini kazanmış, neredeyse 45 oyu cebine koymuş ve 2020’yi garantilemiş İstanbul, artık o kadar şanslı değil. Gezi olayları, doping faciası ve Suriye’deki savaş İstanbul’un büyük şansını azaltan ana nedenler. Doğrusu şu ki IOC delegelerine gezi
Bravo Uğur Tütüneker... Bir teknik adam, kenardan yapacağı küçük bir müdahaleyle, geriden gelip bir maç nasıl kazanılır bunu herkese gösterdi. Tütüneker, başta meslektaşı Ersun Yanal olmak üzere kendilerini dev aynasında gören Fenerbahçelilere tarihi bir ders verdi.
Fenerbahçe’nin toplam değeri şu kadar, Konya’nın ki bu kadar... Fenerbahçe’nin bir oyuncusunun değeri, Konya’nın toplamına eşit. Ersun Yanal’ın aldığı bir aylık ücret, Uğur Tütüneker’in yıllığına neredeyse denk... Bunun gibi Fenerbahçe’nin kağıt üzerinde farklı olduğunu ortaya koyabilecek çok sayıda istatistik bulmak mümkün.
Ama futbol rakamlarla değil, önce yürek, sonra da akılla oynanır. Elbette gözlem ve yaşanmışlıklardan çıkarılacak tecrübeler de futbolun içinde mutlaka olmalıdır. Yanal’ın takımında ne yazık ki bunların hiç birisi yok. Dün baştan sona yanlışlarla dolu bir Fenerbahçe izledik. Ersun Yanal da kenarda hem izledi, hem de her hamlesiyle bu yanlışlıklar silsilesine yeni parçalar ekledi.
Daha Galatasaray ile oynanan Süper Kupa finalinin yazılarının mürekkepleri kurumadı. Hemen tüm eleştirilerde Fenerbahçe’nin sağ tarafının yol geçen hanı olduğu, bunu çok iyi bilen Terim’in de o bölgede