Ne Bursaspor istediğini alabildi ne de Galatasaray... İzleyenler ise beklediklerinin çok ama çok üstünde bir futbolla karşı karşıya kaldılar... İstisnasız maçın hemen hemen her dakikasında heyecan, tempo ve karşılıklı olarak sürekli kaçan gol pozisyonları vardı ama sonuçtan iki taraf da mutlu olmadı.
Hem Hamza Hamzaoğlu hem de Riekerink maça mutlak kazanmak için çıkmışlardı, bundan dolayı da 90 dakika boyunca orta sahalar yol geçen hanına döndü... Bursaspor da Galatasaray da bu sezon hiçbir maçta bu kadar kolay rakip ceza alanına inmediler... Ve belki de bu kadar çok gol kaçırmadılar...
Hamza hoca, kulübesi gençlerle dolu, en az beş tane de tecrübesiz ama yedeklikten kurtulmuş oyunculardan kurulu bir kadro ile sahadaydı... O nedenledir ki, özellikle top kayıplarını çok sorun etmedi, ne var ki dönen toplardaki kısır reflekse haklı olarak tepkiyi gösterdi.
Riekerink ise Sneijdersiz oynamanın verdiği eksikliği kalabalık hücum ederek gidermeye çalıştı. Sabri’yi kanada, uzun süredir yedekte oturttuğu Umut’u da santrfora koyarak gole çabuk gitmeyi istedi. Doğrusu şu ki, bu planı tuttu ama son vuruşlardaki beceriksizliği Hollandalı bile tahmin edemezdi...
Galatasaray’ın hedefi artık çok
Bakmayın siz tabelada yazan 4 gollük galibiyete. Fenerbahçe Futbol Takımı, çoktannn ununu elemiş, eleğini duvara asmış bile. İki-üç tane bireysel becerisi yüksek oyuncunun özel çabası, biraz da alışkanlıklar ama en önemlisi Mersin İdmanyurdu’nun direnecek gücünün olmaması galibiyeti Fenerbahçe’ye getirdi. Yoksa görüntü çok net. Fenerbahçe ligi bırakmış.
Sadece Fenerbahçe mi ligi bırakmış? Taraftarı da bırakmış. Hem de geniş bir kesimi. Matematiksel olarak hala ciddi şansı olmasına rağmen bu takımdan ne köy ne de kasaba olmayacağını onlar da biliyorlar. Evet futbolda var. Beş puan farkı kapatıp şampiyon olan, son haftada şampiyonluklar kaybedip, şampiyonluklar kazananlar var. Uzakta aramaya gerek yok. Fenerbahçe iki kere yaşadı bunu. Bursaspor’u, Galatasaray’ı unutmayalım. Ve hatta geçmişte de tam tersini yaşayıp son anda şampiyonluğu da yakalamıştı... Ama o zaman ruhu vardı takımların. Dünkü takımda o ruh gitmiş, yerini tuz ruhuna bırakmıştı. Yani dokunsan dağılacak bir takım vardı sahada. O koşacak hali olmayan Güney ekibinin attığı tek gol bile bunun kanıtıdır.
Fenerbahçe’nin futbolu bilen, futbolu bildiği kadar takımının durumunu da iyi tespit eden bir taraftarı vardır. Eğer
Aykut Kocaman ve Rıza Çalımbay, Türk futbolunun yüzaklarıdır... Daha sezon bitmeden bu dönemin kurtarıcıları olmuşlardır... İşleri güçleri provakasyon olan zavallı yaşamlarında provakatörlük yaparak ayakta kalmaya çalışan ve rekabeti savaş gibi algılayan futbolun kan emicilerine bu iki teknik adam en ağır darbeyi iki hafta üst üste vurdu. Biri Beşiktaşlı olduğunu, bir diğeri de Fenerbahçe’ye gönül verdiğini asla saklamayan bu iki kocaman yürekli teknik direktör şampiyonluktan daha çok dürüstlüğün, profesyonelliğin işle-gönül bağını ayırt etmenin üstün olduğunu kanıtladılar.
Çok merak ediyorum... Yöneticisi, gazetecisi, taraftarı şimdi ne diyecek? Rıza Çalımbay’ı Beşiktaş’a maçı vermediği gerekçesiyle eleştiren, “Şimdi Aykut Kocaman’ı göreceğiz” diyen o zavallı beyinler ile “Aykut Kocaman Fener’i şampiyon yapar” diyen diğer futbolumuzun katilleri acaba rahat uyuyabilecekler mi?
Helal olsun hem Çalımbay’a hem de Kocaman’a... Sadece sezonu değil, Türk futbolunun geleceğini kurtardılar. Biz onların duruşlarından asla şüphe etmedik. Ama bu ülkede doğru yapılanlar normal bir şey gibi değil de olağanüstü bir şeymiş gibi değerlendirildiği için bu tespiti yapma ihtiyacı duyduk...
Erken gelen
Wesley Sneijder, Hakan Balta, Selçuk İnan... Arka arkaya gelen bu üç önemli oyuncunun sakatlığı Galatasaray’ı ciddi biçimde etkilemiş. Bunlara Jason Denayer ve Olcan Adın’ın yokluğunu da kattığınızda, sarı-kırmızılı ekibin sıradan bir takım haline dönüştüğünü kolayca söyleyebiliriz.
Ama bu durum tespitini Eskişehirspor maçının görüntüsüne bakarak yapmaya gerek yok. Bu, maç öncesinde herkesin bildiği acı gerçekti. Galatasaraylı oyunculardan beklenen bu olumsuz görüntüyü biraz fazla sorumluluk alarak pozitif görüntüye çevirmek olmalıydı. Fakat bu düşünceyi bırakın kağıt üzerinde dile getirmeyi, hayal etmek bile tarihi formayı taşıyıp en zor günlerde başarılara imza atan gerçek Galatasaraylılara haksızlık sayılır.
Ligde kalma mücadelesi veren Eskişehirspor gerçekten büyük sorunlar taşıyan bir takım. Özellikle savunması inanılmaz boşluklar veriyor. Bunu görmek için yılların teknik direktörü olmaya gerek yok. Stajyer hocalar bile raporlarında belirtirlerdi. Sanırım Riekerink’e de bu söylenmiştir. Söylenmese bile Eskişehirspor’un son 2-3 maçının kasetlerini izleyip, kendi de saptamıştır. Ama aynı Eskişehirspor’un çok ciddi kanat bindirmeleri yaptığı ve savunma güvenliğini hiçe sayarak
Bu skor ve kupadan eleniş bir Fenerbahçe beceriksizliği değil, tam anlamıyla Hırvat hakem Ivan Bebek organizasyonudur. Ofsayttan atılan ilk gol, penaltıyla uzaktan yakından alakası olmayan pozisyon ve ardından gelen kırmızı kart aslında 90 dakikanın tam bir özeti.
Ülkemizde çok sayıda hakem uleması var. Her hafta ahkam kesip duruyorlar. Bizim hakemlerimizi yerin dibine sokup, zaman zaman kasıttan zaman zaman eyyamdan dem vuruyorlar. Merak ediyorum, bu maçla ilgili ne yazacaklar.
Gerçekten bir Avrupa kupası maçında hele ki çeyrek final yolunda bir FIFA hakeminin sonuca bu kadar net hem de bilinçli bir şekilde etki ettiğini görmedim.
İlk 45 dakika çaldığı düdüklerin neredeyse yarısı tartışmaya açık. Kalan diğer yarısı ise Fenerbahçe’yi sindirmek üzere kurgulanmıştı. Hırvat Ivan Bebek’e kötü hakem demek, onun dünkü tereyağından kıl çekercesine organize ettiğe yapıya hakaret olur. Bu kadar başarılı bir taraflı yönetimi ancak üst seviyede ve bu işleri çok iyi bilen hakem yapabilir. Ivan Bebek de dün bunu net bir şekilde bize gösterdi.
Vitor Pereira’yı oyun dışına attığı pozisyon ne kadar maça ön yargılı çıktığının kanıtıdır. Bırakın Avrupa Ligi’ni açın Şampiyonlar Ligi’ni hatta en yakın
Bu maçla ilgili hakem yazacağım aklımın ucundan dahi geçmezdi... Sezon başında ‘İşte geleceğin Cüneyt Çakır’ı’ diyerek O’nu en çok alkışlayanlardan biri bendim.
Bazı hakem hocaları ‘Çok erken sorumluluk verildi. Bunun altından kalkamaz. Cin olmadan adam çarpmaya çalışır’ dediklerinde hakem eskisi değerlendirmesi düşüncesiyle önemsememiştim bu yorumları. Çok haklılarmış. Hepsinden özür diliyorum.
Deniz Ateş Bitnel, Spor Toto Süper Lig maçı yönettiğinin farkında değil. Çayırda mahalle maçı yönetiyor sanki. Yakasındaki FIFA kokartının da ağırlığını hissetmiyor.
Tüm maçı paramparça etti. Kendini de bitirdi, MHK’yi de. Yazık, çok yazık. 4 kırmızı karttan sadece bir tanesini tartışmam; o da Salih Dursun’un kartı. Ama Salih de o kadar doğru bir hareket yaptı ki, keşke o anda öyle bir uygulama olsa, Salih’in kırmızı kartıyla Deniz Ateş Bitnel sahadan çıksaydı.
Verilen ve verilmeyen penaltılar, kartlar, birçok şeyden de bahsedebiliriz. Ama asıl konuşacağımız şu; otorite olayım derken rezil olmak diye bir şey vardır. Artık herkes Deniz Ateş Bitnel ismini, Salih Dursun’un gösterdiği kırmızı kartla hatırlayacak. Umarım, MHK de Deniz Ateş Bitnel’e en azından sezon sonuna kadar kırmızıyı gösterir.
Daha Antalya Semineri’nin tükürükleri, mürekkepleri kurumadı. Kuddusi Müftüoğlu da Uilenberg de yeni eğitmenimiz Rosetti de aynı şeyi söyleyip durmuşlardı. Pozisyon pozisyon göstererek üst klasman hakemlerimize demişlerdi ki, “İlk yarı topun elle oynanması konusunda büyük hatalar yaptınız. Şimdi çok net ifade ediyoruz. Elin vücuda yapışık olmadığı her durumda yani el açıkken top çarparsa da el topla buluşursa da fark etmez elle oynamayı verin... Cezaalanı içinde ise çekinmeden penaltıyı çalın”...
Bu konu anlatılırken sanırım Alper Ulusoy ya kulaklığıyla müzik dinliyordu ya da o anda ihtiyaç gidermek için izin isteyip dışarı çıkmıştı...
Tüm bu uyarılar sanki hiç yapılmamış gibi genç yetenek, büyük umut Alper Ulusoy o kadar net bir penaltıyı çalmayarak bir çuval inciri berbat etti. Fenerbahçe lehine bu yüzde yüz penaltı olan pozisyonda Ulusoy doğru kararı vermeyince de maç bambaşka yerlere gitti. Tüm kontrolünü kaybetti Alper Ulusoy, sonra da yaptığı büyük hatayı başka bir hatayla örttü. Olmayan bir penaltı yaratıp hem Eskişehir’in canına okudu hem Fenerbahçe’nin galibiyetini gölgeledi hem de kendini ateşe attı. Nani’nin pozisyonuna sokakta minyatür kale maçta bile penaltı
Yüksek özgüven bazen sergilenen takım oyunu da olsa başa iş açabilir... Dün Fenerbahçe neredeyse bu yüksek özgüvenin olumsuz etkisi nedeniyle iş kazasına uğruyordu; hem de biten ilk yarıdaki en yüksek hücum girişimine sahip olduğu ve en çok pozisyon üretip gol kaçırma rekoru kırdığı karşılaşmada.
Sanırım devre arasına girmekten en mutlu olanların başında Vitor Pereira vardır. Çünkü hamle oyuncuları konusunda sıkıntı çekmeye başladı Fenerbahçe. Alper ve Meireles, bu hamle oyuncularının başında geliyor. O kadar sıkıntılı bir süreçti ki dünkü 90 dakika Pereira’nın zorunlu hamlesi artık ununu elemiş eleğini duvara asmış Mehmet Topuz’du. Fenerbahçe’ye önerim devre arası Topuz’u versin Sivas’a genç oyuncusu Beykan’ı geri alsın. Dünkü Beykan, beş Topuz eder dersek hiç abartmış sayılmayız.
Luis Nani’nin yokluğu dün gerçekten çok hissedildi. O olunca, Fenerbahçe’nin hücum düzeni daha oturaklı oluyor. Nani, topu tutarak takımının sete yerleşmesini sağlıyor. Portekizli bunu yaparken diğer kanat ise tempolu çıkışla rakibin düzenini bozuyor. Tamam dün iki kanat da tempolu çıkış yapınca çok pozisyon üretti Fenerbahçe ama bu pozisyonlarda tempo ile birlikte gelen acelecilik çok sayıda