Mart ayında enflasyon yüzde 1 ile piyasa beklentisinin iki katı arttı. Bu artış yıllık enflasyonu yüzde 11.30 ile 8.5 yılın zirvesine taşıdı. Havaların kötü olması, kur nedeniyle çiftçinin yakıt, gübre ve tohum maliyetleri artması gibi nedenlerle gıda fiyatları aylık yüzde 1.9 arttı. Son 5-6 aydaki kur artışlarının etkisiyle çekirdek enflasyon aylık yüzde 1.2, yıllık yüzde 9.5 arttı. Kısacası enflasyonda ciddi bir noktaya geldik.
Bundan sonra ne olur? Havalar düzelince gıda fiyat artışları yavaşlayacaktır. Kurdaki oynaklık sona erince fiyat geçişkenliği de azalabilir, hatta TL değerlenirse fiyatları aşağı çekici etki de görülebilir. Bunlar birincil etkilerdir, gelişmeler tersine döndüğünde onlar da tersine dönebilir. Nisan ve Mayıs’ta yıllık yüzde 12 ve üzeri görülebilir. Sonrasında düşer. Ama bir de ikincil etkiler var ki, esas problem oradadır, asıl tehlike enflasyon bekleyişlerinin bozulmasıdır. Düzeltmek zaman alır.
2016’da büyüdük ama...
Bu noktada Merkez Bankası’nın itibarı çok önemlidir. Merkez Bankası’nın koyduğu enflasyon hedeflerinin ve yaptığı tahminlerin halkta bir karşılığı kalmaz, inandırıcılığı iyice zayıflamaya başlarsa bu para politikasının sadece bugününü değil
Türkiye BBB notuna ilk defa 1992 Mayıs ayında kavuştu. Ama iki yıl bile geçmeden 1994 başında kaybetti. Tekrar BBB’yi alabilmesi için 2013 yılının Mayıs’ını beklemesi gerekti. Geçen yıl ise tekrar BB’ye düştü. Hafta sonu yapılan Uludağ Ekonomi Zirvesi’ndeki bir panelde konuşan Türkiye İş Bankası Genel Müdürü Adnan Bali’nin dediği gibi “Tam 19 yılda geri aldığımız notu 3 yılda kaybettik.”
Aslında bu konuyu çok konuştuk. Nottaki düşüş kararının siyasi olup olmadığı, düşüşün ardında hangi faktörlerin bulunduğu üzerine çok yazıp çizildi. BBB notuna sahip olmak bir ülke için önemli bir kazanımdır. Türkiye bu ayrıcalığını kaybetti. Yatırım kategorisindeki notlara sahip ülkelerin borçlanma piyasalarında hayatları daha kolaylaşır, Türkiye bu imkandan yoksun kaldı. Ancak Bali’nin panelde dikkat çektiği önemli bir başka nokta daha vardı: “Türkiye en fazla doğrudan yabancı yatırımları BBB değil, BB notuna sahip olduğu dönemde çekti. Neden? Çünkü güçlü bir hikâyesi vardı.”
Gerçekten de Türkiye’ye en fazla doğrudan yabancı yatırım 2006-2008 yıllarında geldi. 2007 ‘deki 22 milyar dolarlık giriş bizim tarihimizde bir yılda gördüğümüz en yüksek rakamdır. 2006’daki 20.6 milyar ve 2008’deki 19.8
Hafta başında EkoAna-dolu paneline katılmak için Edirne’deydik. Gidince fark ettim; Ankara’dan İstanbul’a taşınalı 20 sene olmuş ve ben bu süre boyunca 2.5 saat uzaklıktaki Edirne’ye hiç gitmemişim. Edirne’yi görünce anladım ki; benim için büyük kayıpmış.
Edirne kadim bir şehir. Medeni, hoşgörülü ve onu özel kılan çok güçlü bir hikâyesi var. Edirne Belediye Başkanı Recep Gürkan’ın tanımlamasıyla “Bursa’nın oğlu, İstanbul’un babası”dır Edirne. Dünya tarihinin sayılı emperyal başkentlerinden biri, çünkü Osmanlı’nın imparatorluğa dönüşmekte olduğu dönemde 92 yıl başkentlik yapmış. Edirne tarihe ve Mimar Sinan’ın ustalık dönemi eserlerine ev sahipliği yapıyor. Kentte tescilli 1.400 eser var. Yılda 3 milyon civarında ziyaretçi çekiyor. Hedef bu sayıyı 10 milyona çıkarmak ama asıl mesele çoğu günübirlik gelen ziyaretçileri kentte konaklatabilmek ve para harcatmak. Aslında bunu yapabilecek sosyal ve tarihi yapısı var. Bu yönden birçok Anadolu şehrinden daha ileride Edirne.
Edirne’nin ekonomisinde ağırlık tarımda. Mevcut sanayi ise büyük ölçüde tarım ürünlerinin işlenmesine yönelik kuruluşlardan oluşuyor. Verimli toprakları var ama ürün çeşitliliği fazla değil. Pirinç ve ayçiçeği gibi
Net hata noksan meselesi bir şehir efsanesine döndü. Ödemeler dengesindeki 11.6 milyar dolarlık nereden geldiği açıklanamayan kalem için onlarca teori üretildi. Körfez’den uçaklarla taşınan paralar, Suriye ve Irak’tan TIR’larla getirilen banknotlar, İran’dan akan kaynaklar ve yastık altındaki milyarlarca dolara kadar pek çok farklı iddia duyduk. Oysa bu kadar parayı ne uçaklarla taşımak mümkün ne de yastık altında tutmak. Bu işte başka bir iş var. Bir ucu bizim vatandaşlarımızın ve şirketlerimizin yurt dışında tuttukları mevduatlara kadar gidiyor.
Yıllardır tartıştığımız bu konuda, aydınlatıcı bazı açıklamalar bugüne kadar birkaç defa yapıldı ama görülüyor ki Merkez Bankası’nın bu konuyu aydınlatıcı bir açıklama daha yapması gerekiyor. O açıklama gelinceye kadar ben bildiklerimi, duyduklarımı ve eski makalelerimde yazdıklarımı anlatayım:
- Net hata ve noksan verilmesi bize özgü bir durum değil. Dünyada birçok ülke aynı durumla karşı karşıya. Mesela Çin, ABD, Norveç ve Suudi Arabistan gibi farklı ekonomik özelliklere sahip ülkeler de ödemeler dengesinde yüksek hata ve noksanlar veriyor. Kabul edilebilir boyutta olduğu sürece sorun yok ama bizim hatamızın boyutu dikkat çekecek kadar
Şubat enflasyonu sürpriz oldu. Biz büyüyememe sorununa yoğunlaşmışken enflasyon sorunu kendini hatırlattı. Aylık yüzde 0.8 olan artış beklenenden çok yüksekti; yıllık enflasyonu son 5 yıldır ilk defa çift haneye taşıdı.
Önceki aylarda yüksek artışlardan gıda fiyatlarını sorumlu tuttuk ama şubatta öyle olmadı. Mesela ocakta gıda fiyatları yüzde 6.4 artmıştı ama şubattaki artış 0.8 ile bize göre makul düzeydeydi. Yıllık enflasyonun çift haneye çıkması ya da aylık enflasyonun beklentinin neredeyse 2 katına yakın gerçekleşmesi önemlidir. Şubat verilerinde üzerinde durulması gereken 2 kaygı verici gelişme var:
1- Çekirdek enflasyonda ciddi bir artış var. Çekirdek enflasyon neden önemli? Enflasyonu ölçen tüketici fiyat sepetinde 414 kalem mal ve hizmet var. Bu bize manşet enflasyonu veriyor.
Oysa bu sepette Merkez Bankası’nın para politikasıyla etkileyemeyeceği fiyatlar var. Mesela petrol fiyatı dışarıda belirlenir, tarım fiyatları da kısmen yağmur ve güneşten etkilenir. Bir de alkollü içecek ve tütün gibi hükümetin belirlediği fiyatlar var.
O nedenle, Merkez Bankası orta vadeli bakışla para politikasını oluştururken geçici şoklardan veya hava koşulları ya da mevsimlik hareketlerin yol
Bir iki aylık rakamlara bakarak analiz yapmak doğru değil ama yine de ilk iki aylık dış ticaret rakamları bize bazı sinyaller veriyor.
Ocakta ihracat 2016’nın aynı ayına göre yüzde 18 artmış. Gerçi hala Ocak 2015’in 1 milyar dolar altındayız ama umutlu olmak için detaylar var. Dün de TİM şubat rakamlarını açıkladı. Geçen yıla göre bir iş günü eksik olmasına rağmen yine de yüzde 5.1’lik bir artış var. Ocaktan sonra şubatta da ihracat artışının devam etmesi olumlu ama hâlâ bundan 5 yıl önceki aylık ihracatın gerisindeyiz.
Bu yılki ihracat temposunu belirleyecek olan 5 önemli pazar var: 1) İhracatımızın yarısına yakınını yaptığımız ve gümrük avantajına sahip olduğumuz Avrupa Birliği, 2) İkinci en büyük pazarımız Irak, 3) Bir zamanlar en büyük 5 pazarımızdan biri haline gelen ancak uçağını düşürdüğümüz için kapanan Rusya, 4) Yıllardır ambargo nedeniyle potansiyelinin çok altında performans gösteren ancak şimdi soluk almaya başlayan İran, 5) Yıllık 6 milyar dolar civarında mal sattığımız ABD.
AB’de işler düzeliyor
- AB’ye ihracat ocakta yüzde 12 artmış. TL’nin sert değer kaybının AB’ye ihracatta olumlu etkisi olmuştur muhakkak ancak bu etkinin çok abartılacak boyutta olduğunu düşünmüyorum.
Dünyada turizmin istikrarlı bir şekilde büyüdüğü bir zamanda bizim turizm sektörü zor bir dönemden geçiyor. 2014’ü 37 milyon turistle dünyanın 6. büyük turizm destinasyonu olarak kapatmıştık. Hedef 50 milyon turisti çekmekti ama 2016’yı ancak 25 milyon ziyaretçi ile kapatabildik. Sektör yetkililerine göre, bozulmanın miladı 2015 Kasım ayında Rus uçağının düşürülmesiydi ama bence 34 kişinin hayatını kaybettiği 2015 Temmuz’undaki Suruç saldırısı milat olarak alınmalıdır.
Milat ne olursa olsun, Türkiye turizmi son 20 ayda ciddi yaralar aldı. Oysa turizm Türkiye’nin geleceğidir. Türkiye’deki 15.000 dolayında tesis, 1.3 milyon yatak, 436 mavi bayraklı plaj ve buralara turistleri taşıyacak 500 uçak pazarlanmayı bekliyor.
Milliyet gazetesinin ev sahibi olduğu “2017 Türkiye Turizmine Bakış” yemeğinde sektör temsilcileriyle bir araya geldik. Sorunları konuştuk, önerileri dinledik.
Acil adım atılması konusunda herkes hemfikir. Öncelik güvenlik sorunun çözümünde. Eşanlı olarak Türkiye’nin dışarıda zedelenen algısı düzeltilmeli, güçlü bir tanıtım atağı başlatılmalı. Bir de somut talepler var. Mesela turist getiren gemilere yanaşma ücretinin kaldırılması, SGK primlerin ertelenmesi, banka
Konut sektörü durgun-luktan çıkış umudunu yabancıya satışa bağlamıştı. Maliye’den bu konuda önemli bir adım geldi. Yabancılara yapılan konut satışlarında KDV kaldırıldı. Bu adım şu anda 4 milyar dolar dolayında olan yabancılara satış tutarını artıracaktır. Uygulamada belirsiz olan birkaç nokta vardı. Dün NTV’deki Geri Sayım’da konuğumuz olan Maliye Bakanı Naci Ağbal’a sorduk; o konulardaki düzenlemeler de “bugün yarın” çıkıyormuş. Mesela KDV muafiyetinden faydalanabilmek için yabancının aldığı gayrimenkulü en az bir yıl elinde tutması gerekecek. Böylece KDV muafiyetinden faydalanarak kısa sürede kâr amaçlı alım-satım yapılmasının önüne geçiliyor. Önemli bir noktaydı.
Yoldaki bir diğer düzenleme ise yurt dışında yerleşik vatandaşlarımızın da aynı imkândan aynı şartlarla faydalanacak olması. Bu adım özellikle Anadolu kentlerindeki konut talebini destekleyecektir. Trabzon, Yalova, Bursa ve Ordu gibi kentlere yönelik Arap ilgisi durgunluk döneminde bu şehirlerin ekonomisini ayakta tutuyor.
Türkiye cari açığını, ağırlıklı olarak sıcak para dediğimiz kısa vadeli kaynaklarla ve nereden geldiğini açıklayamadığımız “net hata noksan” ile finanse ediyor. Yabancıya konut satışından gelecek