Yeni teknik, yeni bir hava ve yeni umutlar derken, stresin zirve yaptığı bir maç seyrettik. Başta Haaland olmak üzere önemli eksikleri olan Norveç, bizden daha fazla hırslı ve daha fazla ayağa pas yaptı. Toplu hücum ve toplu savunma anlamında da iyiydi.
Kerem Aktürkoğlu’nun 6. dakikada attığı golden sonra geriye yaslanarak, risk almayı göze alan Norveç karşısında o boşlukları değerlendiremedik. 0-0 iken etkili olan Ozan ve Berat ikilisi sanki 1-0 öne geçtiğimiz anda, sistemin oyuncuları değil gibilerdi. Geriye yaslanmamızın faturasını 41. dakikada kestiler. Thorstvedt’in attığı golden sonra ikinci yarıda daha tempolu bir Türkiye yerine “önce bir puanı tutayım sonra golü kovalarım” diyen bir Türkiye vardı.
46. dakikada Cengiz’in içeriye çıkardığı bizden biri değil yanlışlıkle Norveç’ten biri dokunsa da gol olacak gibiydi. 50. dakikada savunma arkasına yaptığı koşudan sonra topla buluşan Burak Yılmaz’ın yan ağlarda kalan vuruşu da bizleri o an umutlandırdı.
81’de Kerem şutuyla kaleyi yokladı ama millilerimiz buradan da sonuç
Önce eksikleri masaya yatıralım. Hem Beşiktaş’ta hem de Sİvasspor’da önemli eksiklikler var ama elbette yedek kulübesinde U-19’dan üç oyuncu bulundurmak zorunda kalan Beşiktaş’ın eksikleri çok daha önemliydi. Avrupa yorgunu olmasına rağmen sahada etkili bir görüntü vermeye çalışan bir Beşiktaş seyrettik. Şampiyonlar Ligi’ndeki listede olmayan Güven Yalçın, her geçen maç deyim yerindeyse kendini aşıyor. Larin ve N’Koudou’nun yokluğunda sol kanadın boş olmadığını göstererek bu mevkinin adamlarına da diş göstermiş oldu.
Güven’in 32. dakikada attığı o muhteşem gole kadar, her iki takım adına çok kritik pozisyonlar yoktu. Maç, Güven’in attığı ilk golden sonra hareketlendi. İkinci yarıda skor avantajı olduğu için Sivasspor’un tempoyu arttırmasına göz yuman Beşiktaş, bu anlayışın faturasını ağır ödeyebilirdi. 54. dakikada Rıdvan’ın kafayla kendi kalesine attığı gol, işte Sivasspor’un tempoyu arttırması neticeden kaynaklanan baskı sonucu geldi.
Bu gole cevap vermek isteyen Beşiktaş,
Son dört maçında 22 gol atmış... Üstelik dört maçtan biri Portekiz şampiyonu Sporting ile ki ona da 5 gol atmış... Maçtan önce bu kadar eksik Beşiktaş, bu kadar formda bir Ajax karşısında ne yapacak ne edecek diye çok tasalandı herkes.
Skor hiç önemli değil. Beşiktaş bu kadar eksiğe rağmen ortaya bir oyun karakteri koyabildi. 10. dakikada Batshuayi’nin direkten dönen topu gol olsa sonuç nasıl olurdu bilemeyiz ama Beşiktaş bu atağın bir tesadüf olmadığını dünkü oyun anlayışıyla gösterdi.17. dakikada Berghuis’in ayağından gelen gol, eksik Beşiktaş karşısındaki Ajax’ın tarihi bir skor yakalamasını mı haberdar ediyordu derken, Beşiktaş taktiksel olarak yapılmasını gerekeni yapmaya çalışıyordu.
43. dakikada Haller’in attığı golle 2-0 geriye düşen Beşiktaş, gücü yettiği kadar hem savunma yaptı hem de gol bulmaya çalıştı.İkinci yarıda ise Ajax, skorun verdiği avantajla oyunu kontrol altında tutmaya çalıştı. Beşiktaş ise risk almadan açık alan bırakmadan, oyunun kalan bölümünü oynamaya çalıştı. 62.
Maçtan önce kime sorsanız, Beşiktaş’ta en zayıf halkanın, sol bekten geçici devşirme sağ bek Nsakala olduğunu söylerdi. Altay Teknik Direktörü Mustafa Denizli de muhtemelen oyuncularına bu bölgeyi hedef göstermiştir. Olabilir. Fakat olmaması gereken bir şey var. Beşiktaş’ta bazı oyuncuların Johan Cruyff’un “Futbol basit bir oyundur zor olan ise basit futbol oynamaktır” sözlerini hiç aklına getirmemeleri.
Nsakala’nın kaptırdığı toptan Kappel’in 57’de attığı golün temeline baktığımızda, bu sözlerin önemini bir kez daha görüyoruz. Nsakala hem mayınlı bölgede oynuyor hem de o bölgede bastığı mayınların üzerinde zıplıyor. Elbette kendi bölgesi değil ama futbolcunun emekleme döneminde ilk öğretilen şeydir basit pasları vermek. Aynı zamanda sadece bu maç için değil sezonun başından beri Gökhan Töre ve Salih Uçan da bu basit oyundan kaçıp işi zora sokmayı sevenler arasına girdi.
Gerçi Beşiktaş’ta, Güven’in 47. dakikada bulduğu golün temelinde de
Sezona nasıl başladıysa tüm maçlarını aynı tempoda oynuyor Beşiktaş. Buna Şampiyonlar Ligi’ndeki Borussia Dortmund maçı da dahil. Fakat dünkü temponun rehavetliği Beşiktaş’a pahalıya mal oldu. Maçtaki en gereksiz faul Welinton tarafından yapıldı. 3-0 öndeyken senden uzaklaşmış bir rakibine o faulü yapmak çok acemice bir işti. Yediği gol değil gördüğü sarı kart onu oyundan düşürdü.
Montero’nun 20. dakikada attığı kafa golünün asistini yapan Pjanic, hiç şüphesiz Beşiktaş’ın bu sezonki oyun kaptanı olacak. Souza’nın ve Ghazzel’in yükünü hafifletmesi nedeniyle, Beşiktaş’ın iki yöndeki oyun gücünü arttıran Pjanic, dünkü Oğuzhan gibi gününde bir başka orta saha oyuncusunun katkısıyla başka bir boyuta geçiyor. En uçta yer alan Batshuayi ise, geçen seneki Aboubakar’dan daha hareketli daha rahatsız edici bir tablo ortaya koyuyor. 43. dakikada atılan o garip golde Batshuayi yine başrolde fakat gol, asist yapmak isteyen Souza yazıldı ki başkası dokunsa bile yüzde
Öyle güzel bir soyadı var ki; soyadı böyle olmasaydı belki de başlık Rüzgar Gibi Geçti olurdu.
Rüzgar Christina Boyle... Aslında onun hikayesi çok küçük yaşlarda başlıyor. Kanadalı bir baba ile Türk bir annenin kızı olan Rüzgar Boyle, Alperen Şengün’den sonra Beşiktaş’tan ABD’ye giden bir başka basketbolcu olmayı başardı.
Elbette Rüzgar Boyle, Alperen abisi gibi profesyonel seviyede bir sporcu değil, ama onun da hayalleri arasında kadın basketbolumuzun, dünyada tanınan isimlerinden biri olmak var. Beşiktaş kadın basketbolun öz kaynak düzenine minik yaşlarda giren ve ardından her sezon üstüne katarak yoluna devam eden Rüzgar’ın karşısındaki en büyük engel ise pandemi süreci olmuştu.
Sadece o değil tüm Türkiye’nin evlere kapandığı dönemde bile, gelecek adına hiç umudunu yitirmemişti. Annesi Nurten Boyle onun en büyük destekçisi oldu. Pes etmediler.
Dünya’da birçok profesyonel sporcunun evlerindeki antrenman görüntülerinde olduğu gibi, Rüzgar da evde
Beşiktaş’ın maçları, maçtan öte bir şey! Dijital platformlardaki gerilim dizileri gibi. Borussia Dortmund maçı nasıl oyanacak diye beklerken, ligin üzerinde bir oyun görüyoruz. Aynı tempo, aynı ciddiyet, Antalya karşısında olur mu derken, sakatlıklardan gelen haberler maç öncesinde taraftarın içini burkuyor. Elbette Sergen Yalçın da biliyor ki Beşiktaş’ta eksiklik olmaz. Mutlaka yerleri kadro içerisinden dolar. Lakin ilk yarıda Necip ve Mehmet’in sakatlıkları, sistemin sürekli değişmesine neden oldu.
Souza, N’Sakala ve Mehmet Topal’ın köşe kapmaca oynar gibi yerlerinin değişmesi elbette ilk yarıda takımı olumsuz etkiledi. Bu süreçte, Wright’ın 42’de, Veysel’in ise 45. dakikada attığı gollerde, Beşiktaş’ta birilerini eleştirmek çok da doğru olmazdı. Çünkü sahada olağanüstü durumlar yaşanıyordu.
Galiba ne olduysa maçın devre arasında oldu. Sergen Yalçın’ın motivasyonuyla birlikte Larin ve Ghazzel’in oyuna dahil olması, tüm dengeleri değiştirdi. Aslında Rıdvan’ın 49.
Maç öncesi korkulan şuydu... Beşiktaş kadrosunda, Borussia Dortmund’u endişelendirecek isimler vardı. Fakat isimlerden daha önemli bir şey vardı. O da tempo... N’Sakala, Larin ve Atiba, Şampiyonlar Ligi’nin temposu karşısında zaman zaman zor anlar yaşadı. Larin’i görünce keşke N’Koudou sakat olmasaydı diyorsunuz. N’Sakala’ya baktığınızda keşke Umut ya da Rıdvan sahada olsaydı diye düşünüyorsunuz.
Elbette futbolda keşkelere yer yok fakat Şampiyonlar Ligi gibi maça başlayan Beşiktaş, bu tempoyu ne kadar sürdürebilecekti? İlk gol 20. dakikada Belingham’ın ayağından geldiğinde klasik “adamlar bir kere geldi, o da gol oldu” klişesini kullandık. Evet Beşiktaş sahaya karakterini koydu. İlk gole kadar biz de pozisyonlara girdik. 6. dakikada Batshuayi çok iyi vurdu fakat kaleci Kobel de çok başarılıydı. 13. dakikada Atiba arka direkte kafayla Batshuayi’nin önüne indirdi ama yine Kobel araya giren isim oldu.
Belli ki Sergen Yalçın bu dakikalara bir gol sığdırmak istedi. Hoca, golü bulsa muhtemelen o tempoyu aşağıya çekerek