Prof. Dr. Mahmut Özer

Prof. Dr. Mahmut Özer

mahmutozer2002@yahoo.com

Tüm Yazıları

Hasan Ali Yücel eğitim sistemimizde çok önemli izler bırakmış erken Cumhuriyet döneminin en önemli Milli Eğitim Bakanıdır. 1938-1946 yılları arasında yaklaşık 8 yıl Bakanlık görevinde bulunuyor. Elbette, Hasan Ali Yücel söz konusu olunca akla iki şey geliyor: köy enstitüleri ve Batı klasiklerinin Türkçeye çevrilerek yayımlanması. Aslında yakından bakıldığında Hasan Ali Yücel çok daha fazlası. Türkiye İş Bankası Kültür Yayınlarından çıkan ‘babam hasan ali yücel: Gülümser Yücel Kitabı’ hem dönem hem de Hasan Ali Yücel’i, ailesini, tutkularını ve kırgınlıklarını çok daha yakından tanıma fırsatı veriyor.

Haberin Devamı

Hasan Ali Yücel Osmanlı’dan Cumhuriyet’e geçiş döneminin tüm sancılarına tanıklık etmiş, yaşamış ve süreçlerde aktif rol almış bir eğitimci ve siyaset adamı. Gülümser Yücel babasının yaşadıklarını ve yaşadığı dönemi öz bir şekilde şu şekilde ifade ediyor: “…Babam, çocukluğundan beri birçok siyasi olaya şahit olmuş bir adam. Meşrutiyet’in ilanını görmüş, ayaklanmaları görmüş, Sultanahmet’te mitinge katılmış. Birinci Dünya Savaşı, Osmanlı’nın yıkılışı…Kurtuluş Savaşı, Cumhuriyet’in kurulması…Babam bunları bizzat görmüş, yaşamış. O nedenle Türk milletine son derece inanıyor ve güveniyordu…”(sh.203).

Hasan Ali Yücel, Posta ve Telgraf Nazırlığı yapan Hasan Ali Efendi’nin torunu. Babası da Posta ve Telgraf Nezaretinde çalışıyor. Ailede Mevlevi kültürü önemli bir yere sahip ve kritik anlarda Mevlevi tekkesi rehberlik yapıyor. Yine ailenin müzikle bağlantısının da oldukça güçlü olduğunu görüyoruz. Aile Hasan Ali Yücel’in eğitimine ihtimam gösteriyor. Mekteb-i Osmani’den mezun olan Yücel, Vefa İdadisi’ne devam ediyor. Birinci Dünya Savaşı başlayınca Vefa İdadisi son sınıfında askerliğe çağrılıyor ve Pendik’te yedek subay olarak görev yapıyor. Askerlik sonrası İstanbul Hukuk Fakültesi’ne kayıt yaptırıyor, ancak daha sonra bölüm değiştirerek Edebiyat Fakültesi Felsefe bölümüne geçiyor. Bu bölüme devam ederken aynı zamanda Darülmuallimin-i Aliye’ye kayıt yaptırarak her iki bölümden eğitimini tamamlıyor. Eğitim döneminde ayrıca İfham gazetesinde muhabirlik yapıyor. Darülmuallimin-i Aliye’yi bitirdikten sonra 1922’de İzmir’de öğretmenliğe başlayan Yücel kısa süre sonra İstanbul’a dönüyor ve 1927 yılına kadar İstanbul Erkek Lisesi, Kuleli Askeri Lisesi ve Galatasaray Lisesi’nde öğretmenliğe devam ediyor. Daha sonra Bakanlık bünyesinde müfettişlik yapıyor. Müfettişlik döneminde eğitim ve kültür kurumlarını incelemesi için kısa süreliğine Paris’e görevlendiriliyor.

Haberin Devamı

Bugünkü Türk Dil Kurumunun ilk adımı olan Türk Dili Tetkik Cemiyeti kurulduğunda bünyesinde yer alarak etimoloji kolu başkanlığı yapıyor. Sonrasında da Gazi Orta Muallim Mektebi ve Terbiye Enstitüsü müdürlüğüne atanıyor. Daha sonra Maarif Vekâleti Orta Tedrisat Umum Müdürlüğüne getiriliyor. Kısaca Bakanlık görevine gelmeden önce eğitimin çoğu kademesinde görev yapıyor. Bürokrasideki bu görevlerinden sonra siyasete atılarak 1935’te milletvekili oluyor. 28 Aralık 1938’de Celal Bayar kabinesinde Milli Eğitim Bakanı oluyor. Döneminde Köy Enstitüleri kuruluyor, Devlet Konservatuvarı kuruluyor. Dünya klasikleri çevrilerek basılıyor, bu kapsamda Tercüme Dergisi yayımlanmaya başlıyor. Ayrıca, ansiklopedi çalışmaları başlatılıyor. Müzeciliği yaygınlaştırmak için Eski Eserler Genel Müdürlüğü kuruluyor.

Haberin Devamı

Hasan Ali Yücel’in Bakanlık döneminde en önemli icraatlarının başında elbette köy enstitüleri gelmektedir. Dönemin en büyük sorunu, nüfusun %80’inden fazlasının köylerde yaşaması ve eğitimsiz olmalarıdır. Bu nedenle köylerin eğitim kurumlarıyla buluşturulması Bakanlığın doğal olarak en önemli gündemi. Bu gündeme yönelik ilk adımlar Yücel’den önceki Milli Eğitim Bakanı Saffet Arıkan döneminde ‘Köy Eğitmen Projesi’ ile atılır. Bu proje ile askerliğini onbaşı veya çavuş olarak yapan köylü gençler 6 aylık kurslardan sonra köylerde eğitmen olarak görevlendirilerek köylerin öğretmen ihtiyacı karşılanmaya çalışılır. Köy Enstitüleri, bu projenin geliştirilmiş, ayrıca öğretmenler üzerinden köylerde modernleşmeyi ve Cumhuriyet insanı yetiştirmeyi de kendisine misyon olarak yüklenmiş kurumlardır. Dolayısıyla, misyonu, misyonunu gerçekleştirirken yöntemleri kurulma aşamasından itibaren tartışmaları da beraberinde getirmiştir. İtirazlar Cumhuriyet Halk Partisi içerisinden gelmektedir. Tartışmalar yapılırken ortada Demokrat Parti henüz yoktur. Köy enstitüleri tartışmalardan hiç kurtulmaz, üzerindeki gerilim sürekli artar. Gülümser Yücel’in de ifade ettiği gibi yerel tartışmaların ötesinde Türkiye’nin Amerika ile ilişkileri güçlenmekte, komünizmle mücadele öne çıkmaktadır: “…İkinci Dünya Savaşı yılları, Amerika Birleşik Devletleri’nin gücü belli, İnönü o tarafa yaklaşmak istiyor. Kaçınılmaz olarak Birleşik Devletler tarafından öne sürülen çeşitli şartlar var…”(sh.198).

Kitap’ta Gülümser Yücel’in babasının Bakanlıktan ayrıldıktan sonra atanan bakanların köy enstitüleri ve babasının diğer icraatlarına yönelik negatif yaklaşımlarını değerlendirmeleri oldukça dikkat çekiyor: “…Ama Sirer, babamın bakanlığı döneminde kendi çevresine birçok kez “Bugün elimde yetki olsa Yücel’in tüm yaptıklarını yıkarım,” diyen bir adam…Babamın ikinci istifasından sonra İnönü kabineyi değiştiriyor ve babamın yıllarca oturduğu makama o kadar kişi arasından Reşat Şemsettin Sirer’i seçiyor. Bu kadarı olmaz artık…”(sh.200). Sirer’in köy enstitülerine yönelik olumsuz tavrını özellikle vurgulamaya devam ediyor: “…Sirer bakanlığa geçer geçmez babamın yaptıklarına darbe vurmaya başladı. Gerçi adam zaten böyle yapacağını yıllarca söylemiş, eğer Halk Partisi bu işe şaşırıyorsa ben de onlara şaşarım. Köy Enstitüleri’ne darbe vurdu, kapatılma sürecini başlattı. O güzel kurumlardaki düzeni baltaladı. İsmail Hakkı Tonguç’u hiç sevmezdi Sirer. Onu hemen vekâlet emrine aldırdı.”(sh.201).

Gülümser Yücel, Şemsettin Sirer ile ilgili değerlendirmesini, Sirer’den sonra Bakan olan Hasan Tahsin Banguoğlu için de tekrarlıyor: “…Bir zincir bu. Önce Sirer, sonra Banguoğlu. Bu iki isim de Cumhuriyet Halk Partisi’nden, dikkatinizi çekerim. 1950’ye kadar bu iki isimle yürütüldü ülkemizin eğitim politikası. Babamdan hemen sonra bu iki isimin görevlendirilmesi çok manidardır. Sirer ve Banguoğlu, babamın yaptıklarının yıkılması için Demokrat Parti’ye zemin hazırlıyorlar. Yaptıkları tam anlamıyla bu. Demokrat Parti de geliyor, son noktayı koyuyor, yapılan güzel faaliyetlerin sonu getiriliyor.”(sh.202).

Gülümser Yücel, babasının Bakanlıktan ayrıldıktan sonra yaşadıklarına, duygularına, çektiği ıstıraplara da tercüman oluyor. Kitapta satır aralarında özellikle Mareşal Fevzi Çakmak’ın kendisine yönelik suçlamalarına karşı açtığı dava sürecinin yol açtığı travmalar, bu travmaların aile içinde derinden hissedilmesi ve kendini ispata yönelik girişimlerin ne kadar yıpratıcı geçtiği görülüyor. Suçlamalar kendisiyle de sınırlı kalmıyor, çocuklarına da yapılıyor (sh.222). O dönem, ablası Canan Hanımın ifadesiyle ‘kapanmaz kapının çalınmaz olduğu’ bir dönemdir (sh.208). Yücel ailesi yalnızdır: “…O kapısına, telefonuna yetişilmeyen ev, ne zaman ki dava süreci sona erdi, uğranılmaz oldu, aranılmaz oldu. Kimse uğramadı, kimse. Ablam da bunu kastediyor o sözüyle.”(sh.208).

Hasan Ali Yücel bu dönemde de birikimini aktarmaya devam ediyor. Gülümser Yücel’in ifadesiyle ‘İnönü’den talimat’ ile yazılarının yayımlanması durdurulana kadar Ulus gazetesinde yazmaya devam ediyor (sh.211). Sonra yazılarını Cumhuriyet gazetesinde yayımlamaya başlıyor. Benzer akıbete tekrar uğruyor, Cumhuriyet gazetesinde de yazıları yayımlanmıyor (sh.266). Kısa bir süre sonra Dünya gazetesinde yazmaya başlıyor. UNESCO konferanslarına katılıyor. 1956 yılında İş Bankası Kültür Yayınları’nı kuruyor. Vefatına kadar çalışmaya, üretmeye devam ediyor.